Bookinton

Son dönemlerde ülkemizde Japon edebiyatı daha fazla ilgi görmeye başladı. Bunun başlıca nedenlerinden biri, başarılı bir şekilde dilimize çevrilen Japon eserlerin rahatlıkla okunabilmesi ve bu eserlerin özenle seçilmiş olması olabilir. Daha fazlasını öğrenmek için Japon edebiyatından dilimize çeviriler yapan çevirmen Peren Ercan ile Japon edebiyatı ve çevirdiği eserler hakkında konuştuk. 

Tezer Beğenmiş

Japon edebiyatı hakkında konuşmaya başlamadan evvel sizi biraz tanıyabilir miyiz? Çeviri dışında neler yapıyorsunuz? 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Japonca Öğretmenliği bölümü mezunuyum. Hem Çanakkale doğumluyum hem de tüm eğitim hayatımı orada geçirdim. Yüksek lisanstan yeni mezun oldum. Kent Kitap tarafından basılan iki romanım mevcut: Büyülü Eşyalar Koleksiyoncusu ve Kuyrukname. Ayrıca TRT Çocuk ’ta yayımlanan bir animasyon serisinin de senaryo ekibinde bulunuyorum. Yazmayla ilgili her alanda olmaya çalışıyorum. Çeviri, öykü, roman, senaryo… Bunlar beni rahatlatıyor ve kendimi bulduğumu hissediyorum. En nihayetinde kendimi bir öğrenci olarak tanıtmak daha çok hoşuma gidiyor çünkü öğrenmeyi seviyorum. Öğrenmeyi ve “öğrenebilmeyi” bırakmaktan korkuyorum.

Sizce son zamanlarda Japon edebiyatının bu kadar ilgi görmesinin nedenleri ne? 

Popüler kültürün etkisi büyük diye düşünüyorum. Özellikle anime, manga ve video oyunları dünya çapında yaygınlaştıkça ilgi artıyor. On sene öncesine kadar Türkiye’de anime ve mangayı bilen pek bulamazdınız. Bilenler de “çocuk işi” deyip geçerdi. Günümüze baktığımızda, neredeyse bunları bilmeyen kalmadı. Okurların bazılarının Japonya hakkında hiçbir şey bilmeden, Japonya’ya ilgi duymadan, sırf başkaları okuyor diye bu kitapları okuduğunu görüyoruz. Bunun kötü bir şey olduğunu iddia etmiyorum tabii ki. Etkili bir şey olduğundan bahsediyorum. Buna “yumuşak güç” deniyor. Japonya da bunu çok etkili bir şekilde kullanıyor. Genel anlamda, son yıllarda yurt dışında Türk dizilerinin popüler olmasına benzetiyorum ben bu durumu. Belki de ileride Türk edebiyatının Orta Doğu ve Güney Amerika’da popüler olduğunu görebiliriz.

Japon edebiyatını Türk edebiyatından ayıran en temel özellikler nelerdir? 

Muğlaklık seven bir okur değilim. Şahsi fikrim, Japon edebiyatında muğlaklığın ön planda olduğu yönünde. Bu muğlaklık yalnızca “sonunu açık bir şekilde bırakmak” değil tabii ki. Bununla birlikte ifadelerde, karakterlerin davranışlarında ve gerçekleşen olaylarda da ilginç bir muğlaklık görüyoruz. Aynı zamanda, büyülü gerçekçilik Japon edebiyatında çok doğal bir şekilde işleniyor. Buna karşın, Türk edebiyatının hâlâ arabesk ve gerçekçiliğin etkisi altında olduğunu düşünüyorum. Bence temel fark bu.

Dilimize çevrilmesini önerebileceğiniz ve çevirmek istediğiniz başka eserler var mı?

Miyazawa Kenji en sevdiğim Japon yazardır. Anlatımının sadeliği, gerçekçiliği ve aynı zamanda “tuhaf” olayları kavrama ve işleyiş tarzı çok hoşuma gidiyor. İlginç bir şekilde Türkçe çevirisiyle hiç karşılaşmadım. Onun öykülerinin ve novellalarının çevrilmesini isterdim.

Çevirmen olarak Japon edebiyatını anlamak adına okurlarımıza hangi eserleri önerirsiniz?

Kojiki Japon edebiyatının en önemli eserlerindendir. Hatta belki de en önemlisidir çünkü Japoncanın ilk yazılı kaynağı. Özellikle mitolojiyle ilgilenenlere tavsiye ederim. Bunun dışında, taraflı gibi görünmeyeceksem İngilizce veya Japoncadan okuma fırsatı olanlara Miyazawa Kenji’nin öykülerini tavsiye ederim. Türkçe çevirilere dönecek olursak, Japon edebiyatının en önemli yazarlarından olan Natsume Soseki’nin eserlerini öneririm. Gönül ve Ben Bir Kediyim kitapları okurların ilgisini çekebilir. Polisiye veya gizem sevenler için Keikichi Osaka’yı tavsiye edebilirim. Ayrıca şiir sevenler için eski ve önemli bir eser olan Manyoshu adlı eseri öneririm.

En son İthaki Yayınlarından çıkan Osamu Dazai’nin İnsanlığımı Yitirirken kitabını çevirdiniz. Çeviriden önce ya da sonra eserin diğer çevirilerini okuma, kıyas yapma şansınız oldu mu? 

Bu soruya net ve şakayla karışık bir şekilde cevap vermek istiyorum. Eseri önceden okumamıştım, okumuş olsaydım çevirmek ister miydim bilemiyorum. Osamu Dazai çok uzun cümleler kullanmayı seven bir yazar. Bazı cümleleri o kadar uzun ki -özellikle Japoncasında- anlamak için defalarca okumanız gerekebiliyor. Bazen defalarca okusanız bile anlamıyorsunuz. Kısacası, eserdeki yoğunluk ve cümlelerin uzunluğu sebebiyle daha önce okumuş olsaydım çeviriyi kabul etme konusunda çekinebilirdim diye düşünüyorum. Çevirdikten sonraki kısımdan bahsedecek olursak, diğer çevirileri okumadım fakat sosyal medyada sık sık karşılaştırmalarla karşılaşıyorum. Az çok fikir verdiğini söyleyebilirim. Tabii ki kitabın diğer çevirileri konusunda bir şey söylemek haddim değil.

İnsanlığımı Yitirirken, Dazai’nin yaşamından izler taşıyan bir eser ve yazarın intihar girişimleri ile dolu bir hayatı olduğunu da düşünürsek, eserin karamsar bir havası olduğu sonucuna varabiliriz. Böyle bir eseri çevirirken bu karamsar havanın sizin üzerinizdeki etkileri nasıl oldu? 

Eser için genelde “karamsar ve melankolik” tanımını yaparlar. Bu tanımın hem doğru hem de yanlış olduğunu düşünüyorum. Evet, esere tam anlamıyla melankoli hâkim. Buna rağmen karamsar olduğunu düşünmüyorum çünkü melankoli aslında umut dolu bir arayış demektir. Kitapta da ana karakterin, hüzünlü ama umutlu bir şekilde arayış içinde olduğunu görüyoruz. İnsanlığını yitirmekte olduğunu fark ettiği için çevresinde “insanlık” arıyor. Dolayısı ile benim üzerimde olumsuz bir etkisi olmadı. 

Japonca eserler çevirmenin zor yanları ve keyifli yanları nelerdir? 

Bambaşka ve ilk bakışta tamamen yabancı hissettiren bir dilin/kültürün eserini çeviriyor olmak gerçekten keyifli. Batılı veya Latin alfabesi kullanan eserler, o dilleri bilmeyen biri için bile ilk bakışta tamamen yabancı gelmeyebiliyor. Bizim de kullandığımız bir yazı sistemini/alfabeyi kullandıkları için kelimeleri okuyabiliyoruz, anlamını bilmesek de sanki defalarca okursak çözebilecekmişiz hissi veriyor. Japonca gibi farklı yazı sistemi kullanan bir dil içinse bu geçerli değil. Yabancıysanız, ilk bakışta da yüzüncü bakışta da hiçbir şey anlayamazsınız. Bu da kendi içinde bir gizem barındırıyor. Zor tarafından bahsedecek olursam, Japoncanın muğlaklığı diyebilirim. Bazen kim, kimden bahsediyor veya olay tam olarak nasıl gerçekleşiyor, anlamayabiliyorsunuz. Özellikle kendinizi yeterince vermediğinizde zamanlar karışabiliyor.

Bu muğlaklığı neye bağlıyorsunuz?

Japoncaya hâkim olan muğlaklık, ister istemez edebiyata da yansıyor çünkü kültürlerin dilleri, onların dünyaya bakış açılarıdır. Japon felsefesinin dinginliğinin ve doğayla bütünleşmiş olmasının da bunda etkisi olabilir. Doğada her şeyin ucu açık, net bir şey söylemek zor. Kendine has bir akışı mevcut. Japon anlayışı da doğayla iç içe. Hatta Japoncada “Muğlaklık güzeldir,” diye bir söz bile var. Bu muğlaklık, bazı okurların Japon edebiyatına mesafeli durmasına neden oluyor olabilir. Belki bizim edebiyatımız da onlara fazla “keskin” geliyordur, bilemiyorum.

Felsefi kültürden yaşam biçimlerine kadar bambaşka bir coğrafyadan eserler çeviriyorsunuz ve bunu bizim dilimize uyarlamaya çalışıyorsunuz. Bu noktada yani aradaki kültür farkından dolayı yaşadığınız zorluklar oluyor mu? 

Bazı okurlarımızın yerelleştirmeye karşı olduğunu görüyorum. Ben doğal yerelleştirme taraftarıyım fakat bu konudaki düşüncenizi okura iletmek zor. Müthiş bir önyargıyla karşılaşıyorsunuz. Burada tabii ki suşiyi “pirinçli çiğ balık” şeklinde çevirmekten bahsetmiyorum. Aklıma ilk gelen şeklini söyledim, lütfen bombalamayın:) Ancak bazı yerlerde yerelleştirmeniz gerekiyor yoksa çeviri gerçekten çeviri gibi kokuyor. “İyi bir kitap, çeviri kokmalı.” düşüncesine katılmıyorum ama bu ayrı bir konu. Japon kültürü, coğrafyası bakımından da izole ve kendine has bir kültür olduğu için Japoncadaki ifadeler de oldukça çeşitli. Örnek olarak, yemeğe başlarken ve yemeği bitirdikten sonra kullanılan ifadeler var. Bunları “Afiyet olsun” diye çevirmenin suç olmadığı kanaatindeyim.

Japon edebiyatı zaman içerisinde başka kültürlerden etkilenerek değişime uğramış mı? Sizin bu anlamdaki gözlemleriniz neler? 

Japonlar, günümüzde de Çinlilerden aldıkları yazı sistemini kullanıyor. Yıllar içinde bu sisteme kendi türettikleri daha küçük sistemleri eklemişler fakat temelde hâlâ “Kanji” olarak ifade edilen Çin sistemini kullanıyorlar. Dil etkileniyorsa her şey etkilenir. Bunu şiirde daha çok görebiliriz diye düşünüyorum. Buna rağmen, Japon kültürü ve dolayısıyla edebiyatı büyük ölçüde kendine has kalmayı başarmış durumda fakat edebiyatçı olmadığım için bu konuda daha detaylı bir çözümleme yapamıyorum tabii ki.

Kendi yazdığınız eserler de var, acaba Japon edebiyatı sizin kaleminizi nasıl etkiledi?

İlk kitabım Büyülü Eşyalar Koleksiyoncusu’nda Japon kültüründen büyük ölçüde yararlandım diyebilirim. Japon efsaneleri ve özellikle masalları çok ilgimi çekiyor. Bu masallar ve efsanelerdeki olayları alıp kendi edebî bakış açımla yeniden yorumlamaya bayılıyorum. İlk kitabımda bunu sıkça yaptım. İkinci kitabım Kuyrukname’de efsanelerin yanı sıra, kitabın önemli bir kısmını oluşturan bazı sembolleri oluştururken Japon/Çin yazı sistemi felsefesinden yararlanmıştım. Sanırım etkilenmediğim tek yanı, muğlaklığı oldu. Batı’nın gelişmişliğini alalım, Doğu’nun muğlaklığını almayalım arkadaşlar.

Osamu Dazai’nin İnsanlığımı Yitirirken kitabının incelemesini okumak için tıklayın.

Osamu  Dazai hakkında daha fazla bilgi için buraya tıklayarak Bookinton Yazar inceleme dosyasını okuyabilirsiniz.

Ayrıca Japon edebiyatı hakkında bir bilgilendirme okumak isterseniz buraya tıklayarak “21. Yüzyıl Başından II. Dünya Savaşı’na Kadar Japon Edebiyatı” başlıklı dosyamızı inceleyebilirsiniz.

Diğer çevirmen röportajlarını okumak için tıklayın.

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.