Ünlü İtalyan besteci Gioachino Rossini, Mozart hakkında şöyle dedi, “Müzik tarihi boyunca Almanlar armoni ustası, biz İtalyanlar da melodi ustası olarak anılırdık. Ancak kuzeyde Mozart’ın ortaya çıkışından sonra, bizler kendi alanımızda yenilgiye uğradık. Bu insan, iki ulusun temelleri üzerinde yükseldi. İtalyanların şarkısının sihriyle, Almanların tüm derinliğini kusursuz bir şekilde birleştirdi.”
Cem Çağatay Karaali / cemcagatayk@gmail.com
Wolfgang Amadeus Mozart’ın müzik tarihindeki yerini en iyi anlatan ifadelerden biri bu. Gelmiş geçmiş en yaratıcı, en etkileyici klasik müzik eserlerine imzasını atan müziğin dehası Mozart’ı anlatan Aydın Büke’nin Mozart kitabını bir solukta okudum. Barış Manço, Erol Evgin şarkıları söylemeye başladığım bir yaşından beri müzikle ilgileniyorum. Ortaokulda klasik gitar dersi, üniversitede şan kursu, sonrasında korolar… Klasik müzikle tanıştığımdan beri fırsat buldukça dinlediğim efsane besteci Mozart’ın yaşamını oldum olası merak etmiştim. Bu sebeple, bu kitabı okuma listemin başına aldım.
27 Ocak 1756 günü Salzburg’da doğan minik bebeğe Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus ismi verilmişti. Sonraki yıllarda Theophilus adı önce Almanca karşılığı Gottlieb’e (Tanrı’nın sevdiği), ardından da sözcüğün Fransızcası “Amade”ye dönüşecek, müzik tarihi bu bebeği 19. yüzyıldan sonra “Wolfgang Amadeus Mozart” olarak anacaktı.
Mozart’ın hayatı hep bir uğraş, didinme ve mücadele hâlinde geçmiş. İmparatorların saraylarında müzisyen olma çabasıyla oradan oraya seyahat edip durmuş. Şimdilerde değeri bilinen, adına etkinlikler düzenlenen birisi olmasına rağmen o zamanlarda diğer birçok sanatçı gibi pek değeri bilinmemiş. Hep para kazanma, geçinme telaşıyla 35 yaşında hayata gözlerini yummuş.
Küçük Wolfgang, kendisinden beş yaş büyük ablası Nannerl, babası Leopold Mozart’ın yönlendirmesiyle altı yaşında müzik eğitimine başlamış. Dört yaşına geldiğinde, Wolfgang’ın kısa parçaları klavsenle kusursuz çalması için yarım saat çalışması yetiyormuş. 9 Haziran 1763 sabahı Salzburg’dan Münih’e doğru yola çıkan aile, birçok Avrupa şehrini ziyaret etmiş. 1763 yılının Noel gecesi, Versailles Sarayı’nda kraliyet ailesinin katıldığı ayinde org çalan Wolfgang herkesin hayranlığını kazanmış.
Bu yolculukta Londra’da, Hollanda’da konserler verip sonra Paris, Dijon ve Lyon derken Cenevre’ye ulaşmışlar. O dönem Cenevre yakınlarında Ferney’de yaşayan Voltaire, yazdığı bir mektupta hasta olduğu için küçük Mozart’ı dinlemeye gidemediğini ve buna çok üzüldüğünü yazmış.
Mozart, 1769 yılında bu sefer müziğin ana vatanı İtalya’ya seyahat etmiş. Roma gezisinde dönemin papası, Wolfgang’ı Altın Mahmuz Şövalyesi unvanıyla ödüllendirerek bunun göstergesi olarak haç ve kılıç vermiş. Buna en çok Mozart’ın babası sevinmiş çünkü bu unvanla Wolfgang’ın saraylarda görev alabileceğini düşünmüş.
Mozart’ın gençlik zamanları
Wolfgang 1777 yılında yine “sarayda iş bulmak” için annesiyle Münih’e doğru yola çıkmış ancak seyahatte annesini kaybedince 1779 yılının başında Salzburg’a dönmüş. 1780 yazında Münih’ten opera siparişi gelince, 1781’in Ocak ayında “Idomeneo” operası Münih’te sahnelenmiş.
1781’de 200 bin nüfuslu Viyana’da, 1683’teki Osmanlı kuşatmasının ardından başlayan imar hareketinde, soylulara 300 kadar şato inşa edilmiş. Bu soyluların pek çoğu özel orkestra veya oda müziği grupları kurmuş. Bu dönemde Osmanlı Avrupa’yı tehdit ettiğinden Batı için “Doğu” kelimesi Türklerle özdeşleşmiş. II. Viyana Kuşatması’nın Avrupalılar tarafından püskürtülmesinin ardından Viyana’da Türk kahvesi içmek, Türk gibi giyinmek ve Türklerin hilalinden esinlenmiş ay çöreği yemek moda olmuş. Avrupa’nın birçok yerinde Türkleri konu alan operalar sahnelenmiş. Viyana kuşatmasında ülkede esir kalan Yeniçeriler’in Mehter Takımı da halka ilginç gelmiş. Viyanalılar tarafından Bande ya da Banda olarak adlandırılan bu grup yüzyıllar içinde band (bando) terimine kaynaklık etmiş.
Wolfgang da mehtere ilgi duymuş, bestelediği KV331 Piyano Sonatı’nın son bölümünü Alla Turca olarak adlandırmış. Bu sonat, bestecinin vurma çalgılar kullanmadan Türk müziğinin karakterini ortaya çıkartmasına en iyi örneklerden biri.
Bu dönemde Gottlieb Stephanie, Wolfgang’a bestelemesi için “Saraydan Kız Kaçırma” metnini verdi. Eserde bahsedilen saray Topkapı Sarayı’ydı. Wolfgang bu operada uvertür, birinci perde ve finalde yer alan korolarda Türk müziğini kullandı. 1782’de İmparator II. Joseph’in katılımıyla Viyana Burgtheather’de ilk kez sahnelenen “Saraydan Kız Kaçırma” temsili çok beğenildi.
1782 Mozart’ın aynı zamanda evlendiği yıl oldu. Aloisia Weber’in kız kardeşi Constanze ile 4 Ağustos 1782’de dünya evine girdi. Evliliğin ilk yıllarını Salzburg’a aile ziyaretleri ve yaşadıkları Viyana’da müzik çalışmalarıyla geçirdi. 1785 – 1790 yılları arasında 3 opera besteledi: Figaro’nun Düğünü, Don Giovanni ve Cosi Fan Tutte.
İlk defa tiyatro oyunu olarak yazılan “Figaro’nun Düğünü” toplum yapısına eleştirel bir bakış getirdiğinden uzun yıllar yasaklandı ve 1784’te sahnelenebildi. Oyunun Fransız yazarı Beaumarchais bu oyunla hem büyük servet sahibi olmuş hem de Paris’in en popüler kişisi konumuna gelmişti. Dönemin ünlü generali Napoleon Bonaparte sonraki yıllarda “Fransız Devrimi, Bastille’in alınmasıyla değil, Figaro’nun sahnelenmesiyle başladı,” diyerek yapıtın etkisini dile getirdi.
Don Giovanni ve kaçınılmaz son!
1787’de Prag’a gelen Wolfgang, “Don Giovanni” operasının siparişini bu şehirde almıştı. Opera Don Juan’ın maceralarını anlatıyordu. Da Ponte ile çalıştığı ve 1789 yılında bestelediği “Cosi fan Tutte”, bu ikilinin kurgusal yönden en başarılı yapıtı olarak öne çıktı. Wolfgang, bu operanın ilk orkestra provasına yakın arkadaşı ve meşhur besteci Joseph Haydn’ı da davet etmişti.
Mozart’ın son sahnelenen operası “Sihirli Flüt” hakkında 1794’te yayımlanan bir belgede, operanın Fransız Devrimi’nin ilerici fikirlerinden esinlenerek bestelendiği öne sürülüyor, karakterlerin sembolize ettiği kavramların bir listesi veriliyordu.
1791 sonlarında mikrobik enfeksiyon sebebiyle ilerleyen hastalığı peşini bırakmadı ve 5 Aralık’ta dünyaya veda etti. Son aldığı opera siparişi “Requiem”i tamamlayamadı. Hatta eşinin kardeşi Sophie, gönderdiği bir mektupta, ölüm döşeğinde operanın timpani vuruşlarını söyleyerek son nefesini verdiğini anlatmıştı.
Büyük besteci müzikle doğmuş, müzikle yaşamış ve müzikle ölmüştü. Nietsche’nin “Müziksiz bir hayat hatadır” sözünü çok daha ileriye götürerek kendisinden sonra gelen müzisyenlere ilham olmuş, müzik dinleyicileri içinse her gün farklı besteleri keşfedilen bir hazine bırakmıştı.
Şahsen, ben de onu hâlâ keşfetmeye devam etmekle beraber, yaşadığı evleri ve yaşam alanlarını ziyaret edeceğim günleri iple çekiyorum. Umarım, o ziyaretimde onun ruhunu ve sanatını duyumsayabileceğim saatler yaşama şansım olur.
Aydın Büke kimdir?
1958 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Kabataş Erkek Lisesi’nden sonra İstanbul Devlet Konservatuarı’nı bitirdi. Müzik öğrenimine üç yıl Avusturya’da devam ettikten sonra yurda döndü. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın sınavını kazandı. Hâlen flüt sanatçısı olarak bu kurumda çalışıyor. 1995 – 2004 yılları arasında TRT Radyo 3’te klasik müzik programları hazırladı. 2003-2010 yılları arasında Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat Tasarım Fakültesi’nde Müzik Tarihi dersleri verdi. Müzik tarihi üzerine kitaplar yayımladı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde müzik tarihi dersleri veriyor.
Müzik tarihi üzerine yayımlanmış beş kitabı olan Büke, genellikle büyük besteciler üzerinde araştırma yapıyor. 2000 yılında Bach’ın 250. ölüm yıldönümü, 2006’da Mozart’ın 250. doğum yıldönümü, 2010’da Chopin’in 200. doğum yılı nedeniyle bu besteciler hakkında kitap yazdı.
Künye:
Yayınevi: Can Yayınları
Tür: Biyografi / Edebiyat
Sayfa Sayısı: 338
Diğer Okurdan incelemelerini okumak için tıklayın.