Daha Az Geçilmiş Yolda Birlikte Yürüme Daveti
Son yıllarda yayınladıkları ödüllü kitaplarla dikkatleri üzerine çeken Delidolu Yayınları’nın Yayın Yönetmeni Ayşegül Utku Günaydın’la hem Delidolu Yayınları’nın başarısı ve butik yayıncılık hakkında konuştuk hem de yakında Delidolu etiketiyle okuyacağımız birbirinden güzel kitapları sizler için öğrendik.
Yasemin Kaya-Utku Özer
Türkiye’de butik yayıncılık denince akla ilk gelenler arasında kendine önemli bir yer edinen, okurları özgün ve seçkin eserlerle buluşturan Delidolu Yayınları, edebiyat dünyasına farklı bir soluk getirdi. Özellikle son yıllarda yayımladığı ödüllü kitaplarla dikkat çeken, yayımladıkları yazarların bütün külliyatını okurlarıyla buluşturmaya özen gösteren yayınevinin Yayın Yönetmeni Ayşegül Utku Günaydın genel olarak yayıncılık dünyasında yaşanan son gelişmeler ve özel olarak da butik yayıncılık kapsamında Delidolu Yayınlarını anlattı.
Butik yayınevi terimini küçük ölçekli, bağımsız ve özgün yayıncılar için kullanıyoruz. Bu tanım yayınevinize uygun mu? Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
“Küçük ölçekli”, “bağımsız”, “özgün”, “butik” yayınevi kavramlarının kullanımlarında tam bir tutarlılık olduğunu söylemek mümkün değil diye düşünüyorum. Delidolu, Tudem Yayın Grubu’nun yetişkin edebiyatı alanında yayıncılık yapmak üzere kurduğu bir alt marka. 1984 yılında kurulmuş köklü bir yayın grubunun şemsiyesi altında olsa da ben Delidolu’yu özgün yayıncılık yapan, bağımsız bir yayınevi olarak tanımlıyorum. Evet, bir yayın grubuna bağlılığını temel alacak olursanız daha farklı nitelendirebilirsiniz ama bütçesi düşük, salt ekonomik bir güdüyle hareket etmeyen, ana akım ya da kanon dışında kalmış eserlere de çokça yer veren yapısı ve en azından temel duruş ve ilkeleri nedeniyle butik bir yayıncı gibi çalıştığını söyleyebilirim.
Delidolu’nun yayın kurulu, stratejisi, vizyonu, seçimleri de bağımsız bir nitelik taşıyor. Kendi vizyonuna göre kitap seçip yayımlıyor; dolayısıyla bu konularda özerk bir yapıya sahip. Edebiyat ortamına katkı sunmak, yıllarca okunacak eserler seçmeye çalışmak ve hakları alınan eseri en iyi şekilde yayıma hazırlamak temel yayıncılık ilkesini oluşturuyor.
Okurları dillerini, kimi zaman kültürlerini bilmedikleri edebiyatlarla buluştururken aslında okurlarımızın edebiyatla ilişkilenme biçimleri üzerinden sürdürdüğümüz bir yayıncılık anlayışımız var. Bu bağlamda kurmaca ve kurmaca dışı kitaplarımız bütün olarak bir şey söylemeye çalışıyor.
Türkiye’de yayıncılığın son yıllardaki gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Gelecekte butik yayıncılığın gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Delidolu olarak, butik yayıncılığın küresel trendlerdeki yerini ve bu trendlere adaptasyonunuzu nasıl tanımlarsınız? TUDEM yayınevi bünyesinde yer alıyorsunuz. Farklı hedef kitlelere ve ihtiyaçlara hitap edebilmek için çeşitli alt markalara sahip olunması hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Bu size faaliyetlerinizde ne tür kolaylıklar/zorluklar yaratıyor?
Son birkaç yıla baktığımızda Türkiye’de yayıncılığın 2018’de bir serpilme gösterdiğini görüyoruz. Bu dönemde hem butik yayıncıların sayısı arttı hem de kitap çeşitliliği bakımından bereketli bir yıl oldu. Tam bu yükselişin devamlılığını ve sonuçlarını konuşacakken yaşanan ekonomik kriz yayıncılık faaliyetlerini sekteye uğratmaya başladı. Ardından pandemi ve sonrasında yaşanan ağır ekonomik krizin sonuçları maalesef Türkiye’de yayıncılığı aşağı çekmekte. Türkiye’de ağırlıklı olarak çeviri edebiyat üzerinden yayıncılık yapılıyor. Yani hakları yurt dışından alınan kitapların üretiminin hâkimiyeti söz konusu. Hâl böyleyken döviz karşısında paramızın değer kaybetmesi sonucu ödenmek zorunda kalınan yüksek avanslar, telifler, her yayıncının birtakım kısıtlamalara gitmesine yol açtı. Pek çok butik, bağımsız yayınevi yayıncılık faaliyetlerini durdurma kararı aldı ya da alacak. Büyük fuarlarda bile kısırlaşmayı net biçimde görebiliyorsunuz. Pek çok yayıncı yüksek maliyetleri nedeniyle fuarlara katılmama kararı aldı. Bu sayı gittikçe artıyor.
Yayınevi bünyesinde farklı kitlelere ve yaş gruplarına hitap eden markaların olmasını ise büyük bir zenginlik olarak görüyorum. Örneğin Desen, her yaş için grafik roman, resimli kitaplar ve karikatür kitapları yayımlayan bir markamız. Desen’in temel misyonu, grafik roman türünü Türkiye’de daha çok tanıtarak hem türün Türkiye’de gelişimine katkı sağlamak hem de kendi okurumuzu yaratabilmek. Bu güdüyle okumayı yeni sökmüş çocuklardan gençlere ve yetişkinlere her yaş için grafik romanlar yayımlıyoruz. Geleceğin türlerinden biri olduğu için 9. sanat sayılan grafik romanın bir eğitim aracı olarak da kullanılması için çalışmalar yürütüyoruz. Çünkü grafik romanın gelecekte taciz sorunundan depresyona, engellilerden yaşlılara dezavantajlı grupların sorunlarının anlatılmasında çok kuvvetli bir iletişim aracı olacağını söyleyebiliriz. Aynı şekilde resimli kitapların salt çocuklar için olduğu düşüncesini kırmaya, yetişkinlerin de resimli kitaplar okumaya ihtiyaçları olduğu için “her yaş”a hitap eden, başka bir deyişle yaşsız kitaplar seçmeye ve yayımlamaya gayret ediyoruz. Ayrıca sessiz kitapların yayılmasına da katkı vermeyi çok önemsiyoruz. Bu bağlamda tüm markaların yurtdışını ve trendleri çok iyi takip ettiğini, farklı dillerden okumalar yapmaya çalıştığımızı söyleyebilirim. Çünkü yayıncılık sadece kitap seçimi işi değildir, o kitabın kapağını bazen kurum içinde tasarlamanız, kendi okur kitlenize göre kitabın formatını değiştirmeniz gerekebilir. Bu nedenle de sürekli kendinizi yenilemeniz gereken bir faaliyet alanı yayıncılık.
Büyük yayınevlerine kıyasla, yazarlarınızla kurduğunuz ilişkide ne gibi farklar var? Bu ilişki yayınevinizin kimliğini nasıl şekillendiriyor? Ayrıca, yeni yazarları keşfetme ve yayımlama konusundaki stratejileriniz nelerdir?
Bu soruda Tudem’i ayrı tutuyorum, çünkü onun yerli yazar sayısı çok. Ama Delidolu ve Desen’in fazla yerli yazarı yok. Bunu artırmaya çalışıyoruz elbette ama seçiciyiz. Daha önce nitelikli dosyalara ulaşabilmek için yarışma bile düzenledik ama verim alamadık. Dolayısıyla sistemimizi her zaman yeni dosya gönderimine açık tutuyoruz ve yeni gelen dosyaları inceliyoruz. Bazen de biz projeler geliştiriyoruz. Kimi zaman da yayımladığımız kitapları kendilerine yakın bulan yazarlar ya da yazar adayları dosyalarını bizimle paylaşıyorlar.
Sonuç olarak yazarlarımızla sıkı ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Kitabın yayım sürecinde yazarla editör çok sıkı dirsek temasında çalışır bizde. Yazarlarımız, kitaplarını en iyi şekilde yayımlayacağımızı ve yayımlandıktan sonraki süreçte duyurusu ve okurla buluşması için çok çalışacağımızı zaten bilirler. Biz sadece bu amaçla, yani yaptığımız işi anlatabilmek adına Editör Ne İş Yapar? diye bir kitap yayımladık. Bu kitapta yayıncılığın sanat, zanaat ve ticaret üçgeninde bir iş olduğu çok iyi anlatılıyor. Ayrıca yabancı yazarlarımızla da mutlaka iyi ilişki kurmaya çalışıyoruz. Yazar, çizer etkinlikleri ya da söyleşiler aracılığıyla okurlarımızla da mümkün mertebe buluşturmaya çalışıyoruz.
Okurlarınızla “daha az geçilmiş” bu yolda birlikte yürümek” hayaliyle yola çıkmış bir yayınevisiniz. Yayınladığınız eserleri seçerken okur tercihlerini ne kadar dikkate alıyorsunuz ve bu tercihler yayın politikanızı nasıl etkiliyor? 2024 yayın kataloğunu oldukça heyecan verici. İlk göze çarpan şeylerden biri ise daha önce kitaplarını yayınladığınız yazarların başka kitaplarına katalogda yer vermeniz. Sevdikleri yazarların külliyatını okumak isteyenler için oldukça iyi bir haber. Bu yayın politikanızın bir parçası mı? Yazarları kitaplardan daha çok mu öne çıkarıyorsunuz?
Bir yayıncının kültür hayatına yaptığı en önemli katkılardan biri, okur kitlesinin okumaya değer eserlerle buluşmasını sağlamaktır. Dolayısıyla yayıncılık ilkemizde seçim kısmı çok önemli bir aşamayı temsil ediyor. Okurlarımızın okumayı tercih edeceği kitapları onlar için seçiyor ve yayımlıyoruz. Bu nedenle bu kadar çok yeni yayının çıktığı bir dünyada ana işlerimizden biri elemek ve içinden bize ve okurumuza uygun olan kitabı bulabilmek. Satış odaklı, raf ömrü bir iki ay olan kitaplar değil, hep okunmak istenecek kitaplar yapmaya gayret ediyoruz. Kitaplarını yayımladığımız yazarların diğer eserlerine de yer vermek ise yayın politikamızın bir parçası. Ama bu, her şeyi yayımlayacağız anlamına gelmiyor elbette. Bu aşamada da her zaman önce niteliğe bakar, kitap kitap seçeriz ve mümkünse farklı yazarların tek kitabını yayımlamayı değil, o yazarı bütüncül olarak tanıtmak isteriz okurumuza.
2024 kataloğumuz, sadece yaza kadar yayımlayacağımız kitaplara yer veriyor, aslında güz programımızda da hâlihazırda yazarımız olan başka bazı yazarlarımızın kitaplarına yer vereceğiz. Bunlar arasında Peter Stamm’ın son romanı, yakın zamanda kaybettiğimiz Halid Halife’nin ölmeden önce yazdığı son roman, John Ajvide Lindqvist’in öyküleri ve Terry Pratchett’ın biyografisi yer alıyor.
Bunların yanı sıra büyüleyici kalemini Türkçede ilk kez okuyacağımız Elena Garro’nun bir romanı, bu sene Booker Ödülü’nü alan Paul Lynch’in kitapları ve Avusturyalı yazar Demian Lienhard’ın bir kitabı da programımızda yer alıyor.
Farklı ülke edebiyatlarına yer verirken belirlediğiniz kriterler nelerdir? Belli ülkelerin edebiyatlarına mı odaklanıyorsunuz, yoksa çeşitliliği mi hedefliyorsunuz? Kültürel çeşitlilik yayın politikanızda nasıl yansıtılıyor?
Dünya edebiyatını bir bütün olarak takip ediyoruz aslında. Yunancadan Portekizceye, Arapçadan İsveççeye farklı dillerden ve coğrafyalardan eserler kazandırdık bugüne kadar. Farklı ülkelerin edebiyatlarına yer verirken okurlarımız aradaki organik bağı rahatlıkla görebilirler.
Hemen her gün farklı ülkelerden kitaplar okuyoruz aslında ama bazı ülkelerin edebiyatları özellikle de belli yıllarda yayıncılık arayışlarımızla daha çok örtüşebiliyor. Yayın politikası olarak belli ülkelerin edebiyatlarına odaklamayı tercih ettiğimiz de oluyor. Örneğin bir dönem Amerikan öykücülüğü ve İspanyolca edebiyat üzerine yoğunlaşırken son yıllarda İrlanda ve Avusturya edebiyatına daha çok yer vermeye başladık. Kuzey edebiyatından da birkaç eser yayımladık, İsveç ve Norveççe. Bu meseleyi dilsel düzlemde de düşünüyoruz. Örneğin coğrafya olarak bu kadar yakın olduğu hâlde Arapça edebiyatın Türkçede çok yer bulamaması bizi yayıncı olarak bu alanda çalışmaya yöneltti. Ama bunun hiç kolay olmadığını belirtmek lazım. Türkiye’de çeviri yayıncılığın büyük zorlukları var. Kâğıt dâhil tüm alımlarımızı, ödemelerimizi döviz cinsi üzerinden yapıyoruz. Yurt dışına ödenen avans ve telif bedelleri de yüksek. Bunun dışında metinle kimyası uyuşacak olan doğru çevirmeni bulmanız gerekiyor. Ama o doğru çevirmeni bulsanız da çok iyi editörleriniz yoksa tek başına nitelikli yayıncılık için asla yetmiyor. Bir yayınevinin beyin takımı editörlerdir ya da teoride olmalıdır diyelim. Fakat bugün maalesef nitelikli, kendini yetiştirmiş editör bulmak da çok zor.
2021 yılında Booker ödülü kazanan Vaat ve 2022 yılında bu ödüle aday olan Koloni gibi kitaplar yayımladınız. Ödüllü ya da ödül adayı eserleri değerlendirme süreciniz nasıldır? Ödüllerin bir kitabın tutulmasında ve çok okunmasında etkisi sizce nedir? Ödüller ve adaylıklar söz konusu olmasa da bu kitapları yayımlar mıydınız?
George Saunders 2017’de Arafta adlı romanıyla Booker Ödülü’nü aldığında, eserlerini hâlihazırda basmakta olduğumuz bir yazarımızdı. O dönemde ödül alması kitabın daha çok okura ulaşmasına pek bir katkısı olmadı. Ama özellikle son birkaç yıldır Booker Ödülü’nün etkisi büyüdü. Okur da ödüllü kitapları daha sıkı takip eder oldu. Bunda kitap tanıtımı yapan yerli ve yabancı influencer’ların da etkisi var. Dolayısıyla ödüllerin bugün için kitabın daha çok okunmasında etkisi olduğunu söyleyebiliriz, ama elbette bir noktaya kadar. Ödül, bir kitabın çoksatan olacağı anlamına gelmiyor. 2021 yılında adaylar arasında bir tek Damon Galgut’un Vaat romanına teklif verdik. Çünkü kitaptan çok etkilendik. Yazarın tüm eserlerini inceleyip bizim yazarımız olsa ne güzel olur düşündük. Sonrasında Vaat Booker’ı aldı. Vaat, biçim üzerine kafa yoran nefis bir metin gerçekten de. Yayımladığımız için çok mutluyum.
2022 yılında ise Audrey Magee’nin Koloni adlı eserine hayran olduğumuz için yazarın diğer romanını da okumak için istedik ve ikisinin haklarını birlikte aldık. Bir tek bu yazara ve eserlerine teklif verdik. Finale kalamaması ya da ödülü alamaması umurumuzda bile olmadı açıkçası. Çünkü metne ve yazara gerçekten güvendik. 2023’te de onca eser arasından bir tek Paul Lynch’in eseri Prophet Song’a teklif verdik. Ödülü alır diye düşünmedik, diğer eserlerini de okuduk ve tam Delidolu’ya göre bir yazar diye düşündük ve üç eserinin haklarını birlikte aldık. Kitap önce finale kaldı, sonra da büyük ödülü aldı. Sadece satış odaklı düşünseydik yayımlamayı düşünmezdik çünkü tüketimi kolay metinler değil.
Çoğu yayınevi, web sitelerinde yazar adaylarından dosya gönderimine yönelik bir bölüm bulundurmuyor, bazıları ise şu anda dosya kabul etmediklerini belirtiyor. Sizin yayıneviniz dosya kabul eden yayınevlerinden biri olarak öne çıkıyor. Yazar adaylarına yönelik önerileriniz nelerdir? Dosya gönderirken nelere dikkat etmelerini tavsiye edersiniz?
İyi dosyalara hasret olduğumuz için her zaman için dosya kabul edebiliyoruz. Başvuru formunu doldurmak, soruların her birine sağlıklı şekilde yanıt vermek ve dosyayı iyi anlatabilmek çok önemli. O yüzden bu formu özenle doldurmalarını öneririm. Bir diğer önemli kriter ise dil bilgisi ve noktalama işaretleri. Bu konuda özensiz dosyalar salt bu nedenle elenebiliyor; o yüzden öncelikle bu kriterlere dikkat edebilirler.
Dijitalleşme ve sosyal medyanın etkisiyle değişen yayıncılık dünyasında kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz ve bu değişimlere adaptasyon süreciniz nasıl işliyor?
Dijitalleşme ve sosyal medya hayatımızı gerçekten de çok değiştirdi. Ama yayıncılığı sanat, zanaat ve ticaret üçgeninde bir faaliyet olarak düşününce bağımsız da olsanız büyük yayıncı da olsanız mutlaka kitabın matbaadan geldikten sonraki sürecini iyi yönetmeniz gerekiyor. Çünkü kitabı okurla buluşturma işi tam da bu noktada başlıyor. Bizim genel yaklaşımımız ise her kitabın biricikliği üzerine kurulu. Örneğin salt bu nedenle genel listelerimiz yoktur; her kitabın gönderileceği listeyi ayrı ayrı çalışırız, sosyal medyadaki tanıtımını da ona göre yaparız. Hep bu biriciklik kuralı işler. Editör Ne İş Yapar? kitabında da vurgulandığı üzere denklemin tanıtım ayağı eksik olduğunda, dünyanın en güzel kitabı bile olsa ormanda, devrildiğinde sesini kimsenin duymadığı ağaç gibi olabilir.
Yayıncılık faaliyetlerinizde sürdürülebilirlik ve çevresel etkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeşil yayıncılık uygulamalarını benimseme konusundaki yaklaşımınız nedir?
E-kitap, sesli kitap üretsek de şu an için tüm dünya gibi ağırlıklı olarak kitapları basmaya devam ediyoruz. Dijital teknolojinin de çevre üzerinde etkileri büyük. Yani dijital kitaplar ve okuyucular da masum değil. FSC sertifikası olan kâğıtlarla fiyatları nedeniyle üretim yapmak neredeyse imkânsız. Çünkü bunun maliyetini ödeyecek olan yine okur oluyor. Tüm parametreleri ince ince düşünmek gerekiyor.
Ama elbette bütüncül düşündüğünüzde somut olarak yapabildiğimiz şeyler var. Özellikle de pandemiden beri uzaktan çalışma sistemine geçtik. Artık editörlerin hepsi dizüstü bilgisayar kullanıyor. İhtiyaç dâhilinde dönüşümlü ofise gidiliyor. Aynı şekilde bir kitabı matbaaya göndermeden önceki süreçlerinde de karbonayak izini en aza indirmek için çeşitli gayretler içindeyiz. Daha az çıktı alıp, fiziksel toplantıları çevrimiçi yapıyoruz. Pandemiden sonra iş seyahatleri, fuar, yazar etkinlikleri de eskiye oranla çok ölçülü biçimde ve gerek duyulduğunda yapılıyor. Elbette dünyadaki gelişmeleri/teknolojileri yakından takip etmeye devam ediyoruz. Bu arada da bu bilincin yerleşmesi için özellikle Tudem markasından 8-12 yaş çocuklar için gezegenimizi korumak temalı, içinde dijital teknolojinin çevreye etkilerinden yeniden kullanıma interaktif atölye kitapları yayımlıyoruz.
Karşılaştığınız en büyük zorluklar ve bu zorlukların üstesinden gelirken yaşadığınız en büyük başarılar nelerdir?
Yayıncılık faaliyeti sanat, zanaat ve ticaret üçgeninde bir faaliyet olduğu için bu üç tarafta da türlü zorluklarla karşılaşıyorsunuz illaki. Çünkü yayıncılık ne yazık ki Türkiye’de artık sürdürmesi çok zor bir faaliyet hâline gelmiş durumda. İşin sanat ve zanaat kısmında seçim ve kitapların yayıma hazırlanması süreci yer alıyor. Bir kitabın haklarının alım sürecindeki zorluklarla yayıma hazırlık süreci ve kitap çıktıktan sonraki süreçte yaşanan zorluklar çok farklı. Bu süreçlerin hemen her aşamasına aşinayım. Her gün öyle farklı zorluklarla karşılaşabiliyorsunuz ki… Çünkü her kitap biricik. Türkiye’de sansürden korsana her gün bir sorunla uğraşılıyor. Ben bunları bir kenara bırakıp sadece zanaat kısmına farklı bir örnek vermek isterim: Arapçadan çevrilen bir kitabımız vardı. Kitabın ilk düzeltmeleri dile çok hâkim biri tarafından yapıldı. İkinci editör ise -ofis içinde çalışan, kitabın asıl editörü- metni İngilizcesinden karşılaştırdığında Arapça orijinali arasında farklar olduğunu fark etti. İngilizcesinde çıkarılan ya da değiştirilen yerler vardı. Ve ne yayıncısının ne de ajansının ne de yazarın bundan haberi vardı. Bu arada düzelti aşamasında genel yayın yönetmeni de romanı okurken bir soy ağacı çıkarmıştı. Tarihsel arka planı olan bir roman olduğu için metnin orijinalinde tarihsel tutarsızlıklar olduğu görüldü. Bu arada metni, seçim aşamasında İngilizcesinden okuyup çok beğenmiştik ama iş edit sürecine gelince çok farklı detaylarla, uğraşmanız gereken sorunlarla karşılaşabiliyorsunuz. Neyse ki sorunları yazar da hayatta olduğu için konuşarak çözümleyebildik.
Sonuç olarak bu, yayıma hazırlık sürecinde karşılaşılan sorunlara bir örnekti. Bunu çok uç bir örnek olarak da görmemek lazım. Daha önce de belirttiğim gibi her kitap biricik ve her gün türlü zorlukla karşılaşabiliyorsunuz. İşin dağıtım, ticaret gibi kısımları ise en meşakkatli kısmı.
Başarı kısmına gelirsek; yurt dışına satışların gurur kaynağı olduğunu söyleyebilirim. Buna ek olarak Delidolu’nun Son Kahraman adlı “DiskDünya” serisinin resimli kitabının iç tasarımını, haklarını yurt dışından aldığımız yayıncıya satmış olmamız mutluluk vericiydi.
Delidolu olarak genellikle haklarını yurt dışından aldığımız kitapların kapaklarını, Türkçe edisyonun farkını vurgulamak yani bir katma değer olması için kendimiz üretiyoruz. Bu kapakların beğenilip yurt dışına satışları bizi çok mutlu ediyor, çünkü doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. En son geçen ay bu şekilde Delidolu’nun bir kitap kapağını Güney Amerika’ya, çok iyi bir yayıncıya sattık.
Önümüzdeki birkaç yıl içinde Delidolu olarak hangi alanlara odaklanmayı ve hangi yenilikleri hayata geçirmeyi planlıyorsunuz? Sizden neleri okuyacağız?
İrlanda edebiyatından daha fazla yazar okuyacağız gibi görünüyor. Kurmaca dışı alanda daha az kitap yayımlıyoruz ama orada da çok nitelikli ve ilham kaynağı olacak çalışmalar okuru bekliyor.
“Keşke bizde olsa,” dediğiniz bir yazar var mı?
Çok beğendiğimiz yazarlar, kendimizi yakın hissettiğimiz yayınevleri var elbette. Delidolu genç sayılabilecek bir yayınevi. Uzun bir yolu var. Çok sevdiğimiz bir yazarı kaçırdığımızda da Türkçeye kazandırılacağı için sevinç duyarız ancak.
Diğer Yayınevi Mutfağı röportajlarını okumak için tıklayın.