Cenk Sönmezsoy’un yazdığı Cafe Fernando: Bir Pasta Yaptım, Yanağını Dayar Uyursun 16. baskısını (Mundi 3. Baskı) yaptı. Bu dünyanın her yerinde bir kitap için büyük bir başarı elbette ama ülkemiz özelinde hele de bir yemek kitabının bu rakama ulaşması çok özel bir kutlamayı hak ediyor.
2015’te Gourmand Dünya Yemek Kitabı Ödülleri “En İyi Blogger Kitabı” kategorisinde birinci çıkan Cafe Fernando – Bir pasta yaptım, yanağını dayar uyursun, 2016 yılında son 20 yılın birincilerinin yarıştığı “Best Of The Best” ayağında “Dünyanın En İyi Yemek Kitabı” seçilmişti.
“Benim için bir yemek tarifi, arkasındaki hikâyeyi bildiğim zaman önem kazanıyor. Kitabımda yer alan tariflerin tamamına, kimi zaman ortaya çıkış hikâyelerinin kimi zaman da farklı damak tatlarına göre nasıl şekillendirilebileceklerinin anlatıldığı yazılar eşlik ediyor,” diyen Cenk Sönmezsoy’a bizi çok heyecanlandıran bu başarı hikâyesini sorduk.
Bilkent Üniversitesi İşletme, University of San Francisco’da MBA eğitimi sonrasında San Francisco ve Türkiye’de halkla ilişkiler, pazarlama ve reklamcılık sektörlerinde çalışırken 2006’da ne oldu da bir yemek blogu açmaya karar verdiniz?
San Francisco’dan İstanbul’a yeni taşınmıştım. Bir iş bulup çalışmaya başladım. Aileme ve arkadaşlarıma kavuştuğum için çok mutluydum ama San Francisco’yu acayip özlüyordum. O sıralar, San Francisco’da yaşayan çok yakın arkadaşım Özlem bir yemek blogu açtığını haber verdi. Onun blogundaki bir linkten İngiltere’de yaşayan yemek blogu yazarı ve fotoğrafçı Keiko’nun bloguna girdim ve gördüklerim karşısında o kadar etkilendim ki ben de bir blog açmaya karar verdim.
Cafe Fernando bugün 93,2k takipçisi olan ilk Türkçe yemek bloglarından biri. Gourmand Dünya Yemek Kitapları Ödülleri’nin blogger kategorisinde “Dünyanın En İyisi” ödülünü aldı. Times gazetesi tarafından “Dünyanın En İyi 50 Yemek Blogu’ndan Biri” seçildi. Peki blog yazarlığının hangi aşamasında kitap yazma fikri doğdu? Nasıl gelişti? Kaç kişi çalıştı projede?
Blogum 4. yaşına girdiğinde işimden ayrılıp tam zamanlı blog yazarı olmaya karar vermiştim. Tam da o sıralar ilk yayınevim Okuyan Us Yayınevi’nin editörü uzun zamandır blogumu takip ediyormuş ve bir toplantıda benden bahsedince çağırıp görüşmek istemişler. Toplantıya giderken bir kitap üzerinde çalışmak için yeterli bilgi ve birikime sahip olmadığımı düşünüyordum ama toplantıda beni çok yüreklendirdiler. O toplantıyı takip eden 4,5 sene boyunca hem kendimi eğittim hem de kitabı yazdım.
Kitabı yayınevine teslim edene kadar geçen süreçte tek başıma çalıştım. Kitabın fotoğrafçısı, yemek stilisti ve tasarımcısı da benim. Teslim ettikten sonra belirlediğim şablona göre hazırlanacak sayfa düzenlemeleri için bir grafikerle birlikte çalıştık. Onun dışında düzeltmeler için editörümle, baskı sürecindeki renk ayarları vs. gibi konular için de matbaadaki grafikerlerle çalıştım.
Kitapta yer alan sadece tarifler için değil yazılan her cümle, her fotoğraf üzerinde de belli ki çok düşünülmüş, kelimenin tam anlamıyla titizlenilmiş. Yayına hazırlık aşaması nasıl bir süreçti? Editör ile nasıl çalıştınız? Çok kıskanarak soruyorum; editörünüz birlikte çalışırken tadım yaptı mı?
Kitabı yaklaşık 4,5 senede tamamladım. Editörüm Işıl Karahanoğlu aynı zamanda kitaptaki birçok tarifi de denedi. Dolayısıyla çalıştığım seneler içinde hep iletişimdeydik. Asıl mesaimiz ise kitabı teslim ettikten sonra başladı. Tarifleri de denediği için kafasında net olmayan konulardaki tüm soru işaretlerini giderecek şekilde tariflerin anlatımını güncelledim.
Blog yazarlığının kitabın metnini yazarken nasıl bir etkisi oldu? Blogda aldığınız yorumları, beğenileri göz önünde bulundurdunuz mu?
Blog yazarlığı benim için çok kıymetli bir eğitim oldu. Bir tarifi yazarken okurların nerede neye takılacaklarını senelerin vermiş olduğu tecrübe sayesinde çok net görebiliyorum. Bunların ışığında da tariflerimi, mutfak tecrübesi çok az olan okurların dahi takılmadan ilerleyebilecekleri bir şekilde yazmaya gayret ediyorum. Okurların yorumları ve beğenileri elbette çok önemli ama kitabıma dahil edeceğim tarifleri seçerken sadece kendi beğenilerimin yol göstermesini daha doğru buluyorum.
2017 yılında kitabın İngilizce versiyonu olan The Artful Baker – Extraordinary Desserts From an Obsessive Home Baker, Abrams Yayınevi tarafından Amerika, İngiltere ve Kanada’da yayımlandı. Yerli ve yabancı yayınevlerinin aralarında editoryal ve baskı aşamasında, kitabın tanıtımı, yazara yaklaşımları gibi konularda nasıl farklılıklar var sizce?
En büyük farkın planlama olduğunu düşünüyorum. İngilizce kitabım çıkmadan en az 1 sene önce kitabın nerelerde satılacağından kitap turunda durakların nereler olması gerektiğine kadar birçok konuda kararlar verilmişti. Kitabı çok daha önce teslim ettim çünkü baskı süreci orada çok uzun sürüyor. Amerika’daki yayınevim de en az buradaki yayınevim kadar beni baskı sürecine dahil etti ve her aşamada fikrimi aldı. Genelde bu şekilde işlemiyor. Bir diğer farkı da kitabın kapak görselinden başlığına ve alt başlığına kadar tüm konularda editörün dışında satış ve pazarlama birimleri de fikir belirtiyor ve ortak bir karar alınıyor.
İngilizce versiyonunda kitabın ismini değiştirmişsiniz. Başka farklar var mı Türkçe ve İngilizce versiyon arasında? Dilimize destan olan “Bir Pasta Yaptım, Yanağını Dayar Uyursun” cümlesinin İngilizceye nasıl tercüme edilebileceği üzerinde epeyce düşündüm ama sonuca ulaşamadığımı söylemeliyim.
İngilizce versiyonda 5 yeni tarif ve 50’den fazla yeni fotoğraf var. Onun dışında tarif anlatımı ve malzeme seçimi konularda oradaki okurları göz önünde bulundurarak yaptığım bazı değişiklikler de var. Yeni tarifler ve fotoğrafların hepsi Türkçe kitabıma 13. baskıdan itibaren ilave edildi. Önceki baskıyı almış olanlar için de tüm yeni tarifleri blogumda yayımladım.
Son olarak da sizin neler okuduğunuzu, nasıl kitaplar seçtiğinizi sormak istiyorum. Çok beğendiklerinizden hangi kitapları veya yazarları önerirsiniz?
Bunu yemek kitaplarını göz önünde bulundurarak yanıtlamam gerekirse ben genelde yazara göre kitap seçiyorum. Seneler içinde tarzını kendime yakın bulduğum birçok yazar keşfettim. Genelde onların çıkardığı kitapları alıyorum. En sevdiklerim Rose Levy Beranbaum, Nick Malgieri, Dorie Greenspan, David Lebovitz, Alice Medrich, David Tanis, Chad Robertson, Nik Sharma ve Nigel Slater.
Cafe Fernando kitabının Bookinton incelemesini okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
Diğer yazar söyleşilerini okumak için tıklayın.