Bookinton

Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl bir öykücüye verilen Sait Faik Hikâye Armağanı bu sene Kâmil Erdem’in Yok Yolcu adlı kitabına oy birliğiyle verildi. Kurul, “Hayatı, toplumu, bireyler arası ilişkileri incelikli gözlemleriyle, dile hâkim, şiirsel ve özenli bir anlatımla, ustaca yansıtmasından dolayı” Kâmil Erdem’i ödüllendirdi. 

Onur Yılmaz

Doğan Hızlan’ın başkanlığında Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Prof. Dr. Jale Parla, Murat Gülsoy, Beşir Özmen ve Metin Celal’den oluşan Seçici Kurul, 68. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, “Hayatı, toplumu, bireyler arası ilişkileri incelikli gözlemleriyle, dile hâkim, şiirsel ve özenli bir anlatımla, ustaca yansıtmasından dolayı” Kâmil Erdem’in Yok Yolcu adlı kitabına oy birliğiyle vermeyi kararlaştırdı.

Kamil Erdem’in Tan Seçki’de ve Morköpük dergisinde öyküleri yayımlandı. İlk öykü kitabı Şu Yağmur Bir Yağsa 2016 yılında beğeniyle karşılandı. İkinci öykü kitabı Bir Kırık Segâh ile 2019 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandı.

“Konuları gerçeklere dayandırmakla birlikte, hani o gerçekçiliğin taş yürekli, katı, kalın, buyurgan üslûbundan uzak durmaya, anlatıya tinsel yanılsamalar ve zaaflar katmaya, hayatla özdeş bir şeyler yazmaya çalıştığımı düşünmüşümdür. Masalların biz geçici insanlar için, bazen gerçeğin yerini alması, hatta gerçekliğin önüne konması da bir vakıadır. “Fantastik” olmasa bile, hayali/masalsı anlatımlara meyyal hissediyorum kendimi” diyen Kâmil Erdem ile yazarlığı, yaşam öyküsü ve edebiyata bakış açısı konusunda bir söyleşi gerçekleştirdik.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Erzurum’da doğmuşum. Liseyi Erzurum’da bitirdim. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde bir yıl okudum. Sonra Rus Dili ve Edebiyatı bölümüne geçtim. 80’li yıllarda Tan Yayınları’nda çalıştım. Birkaç öykü yazmıştım ve yayımlanmıştı. Sonra çok çeşitli işlerde çalışmayı sürdürdüm. 2000’de Datça’ya yerleştik. 2015’te de yeniden öykü yazmaya başladım ve macera sürüyor.

Doğuştan yazar pek duymadım. Yaşantının insanı yazar yapabileceğini de düşünmem. Ele gelir, elle tutulur her metin, ter, kan, gözyaşı ile olmasa bile, çalışılarak, oluşturulmuş sağlamca bir zemine taş taş üstüne konularak inşa edilmiştir. Binanın sağlamlığı, yazarın taşları yani sözcükleri yontma becerisine kalmıştır.

Sizi yazarlığa yönlendiren şey neydi? 

Çok okuyordum. Kimi okuduklarımı tartıp biçiyordum. Bunları ben yazsam, başka türlü anlatırdım diye düşünüyordum. Denemeler yaptım ve yazdıklarım hoşuma gitti. Böyle başladı diyebilirim. Bir de çok şey biriktirmişim galiba. Hani bizde “hayatım roman” klişesi vardır ya, ben de hayatımdan küçük öyküler bulabilirim. Bunlar bir biçimde gün ışığına çıksın diye düşünmüş olabilirim.

Bir insan hep mi yazardır yoksa yaşantıları mı onu yazar olmaya iter? Julio Cortazar “Kitaplarım bazı anlarda yazma ihtiyacı hissettiğimden, sonra zamanla biriktiklerinden vücuda geldiler,” der, sizin için de geçerli mi bu?

Doğuştan yazar pek duymadım. Yaşantının insanı yazar yapabileceğini de düşünmem. Ele gelir, elle tutulur her metin, ter, kan, gözyaşı ile olmasa bile, çalışılarak, oluşturulmuş sağlamca bir zemine taş taş üstüne konularak inşa edilmiştir. Binanın sağlamlığı, yazarın taşları yani sözcükleri yontma becerisine kalmıştır.

Kitaplarınızda nesnelerin dile geldiği, lirik bir ezgiye sahip çok etkileyici tasvirleriniz var. Hayli uzun cümlelerden oluşan bu tasvirlere bir nevi imzanız, hatta üslubunuzun mihenk taşı diyebilir miyiz? 

Betimlemeler, evet kısa tümcelerle de yapılabilir. Şimdi giderek daha çok kısa tümce kullanılıyor. Sanırım yazarlık atölyelerinde öneriliyor bu yöntem. Belki biraz da çağımızın hız anlayışına uygun olduğu için mi, hani 240 karakterle derdinizi anlatın deniyor ya, bilmiyorum. Ama kimi betimlemeler ki sadece betimleme de değil, durumlar, edimler, eylemler cümleyi kısa tutmamı istemiyor. Ben de öykü, öykünün kahramanı nasıl istiyorsa, öyle yazıyorum. Kimi okurlar, dönüp yeniden okuma gereğinden söz ediyorlar bu uzun tümceleri ama dediğim gibi olaylar biraz benim dışımda gelişiyor.

Sizin hakkınızda bir yerde “Eserlerinde olay örgüsünden çok dilin kendisi öykü olmuş gibi,” diye ifade okudum, bu yoruma katılıyorum. Ancak kitaplarınızda kimi zaman bu tarz anlatımı bırakıp standart anlatıma döndüğünüzü de fark ettim. Bu kendiliğinden mi gelişiyor yoksa özellikle yaptığınız bir şey mi?

“Dilin kendisi öykü olmuş,” ifadesi güzel, evet. Öykü, bilirsiniz hikâyenin öz Türkçesi. Hikâyede bir “hikâye” anlatılması beklenir. Ama bir hikâye anlatmadan da hikâye yazılabilir mi? Bir duruşu, durmak eylemini örneğin, ‘tasvir’ edebilirsiniz. Bir şey bir yerde durmuştur ve bunu öykü biçiminde yazabilirsiniz. Bunu okutmak için doğallıkla dilin olanaklarını kullanmanız gerekir. Ben soyut, postmodern, aidiyetsiz öyküden yana değilim. Yukardaki tümce, olsa olsa dili iyi kullandığımla ilgili bir ifadedir. Öykünün sağlam ve aynı zamanda verimli, anaç bir toprağa ayak basmasından yanayım.

Geçmişte yaşanan toplumsal ve/veya siyasi mücadelelere dair unsurları eserlerinizde ustalıkla işliyorsunuz. Günümüzde toplumsal mücadelenin değişmediğini, sadece ifade tarzının değiştiğini söyleyebilir misiniz?

Elbette, dünyanın ve ülkenin temel konuları değişmedi, hatta daha da ağırlaştı. Epey bir zaman oldu, savaşlar, işgaller, yıkımlar artık televizyonlardan izlettiriliyor, işgal askerleri, polisleri, “güvenlik” güçleri her evin oturma odasına kadar giriyor. İnsanlar alıştırılıyorlar, etkisizleştiriliyorlar. Fakat her dönemin kendine özgü savaşım koşulları olduğu biliniyor. Belli ki bu savaşım süregidecek. Yeni yollar, yeni yöntemlerle.

Betimlemeler, evet kısa tümcelerle de yapılabilir. Şimdi giderek daha çok kısa tümce kullanılıyor. Sanırım yazarlık atölyelerinde öneriliyor bu yöntem. Belki biraz da çağımızın hız anlayışına uygun olduğu için mi, hani 240 karakterle derdinizi anlatın deniyor ya, bilmiyorum. Ama kimi betimlemeler ki sadece betimleme de değil, durumlar, edimler, eylemler cümleyi kısa tutmamı istemiyor. Ben de öykü, öykünün kahramanı nasıl istiyorsa, öyle yazıyorum.

“Yok Yolcu” okurlar tarafından en çok sevilen eseriniz (keza benim de) ve şimdi bu kitapla 68. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandınız. Diğer iki kitabınızdan daha farklı bir dürtü ile mi yazdınız? Bu kitabı yazarken okura ne anlatmak için yola çıktınız? Amacınıza ulaştığınızı düşünüyor musunuz? 

Hayır, farklı bir “dürtü” olmadı. Ayrıca okura bir şeyler anlatmak biçiminde, yani onu eskilerin deyimiyle tenvir etmek ya da yol göstermek, biçiminde bir şeyi hiç düşünmedim eğer sorudan maksat buysa. Diğer iki kitabı ve bu kitabı sadece kıyıda köşede kalmışlardan, şurada burada rastlayıp görmeden geçtiklerimizden, birkaçını biraz anlatayım diye yazdım. Eh biraz okunmuşsa, “amacıma” ulaşmışımdır sanırım.

Öykü haricinde farklı bir edebî tür denemeyi düşünüyor musunuz? 

Küçükken şiir de yazmıştım. Ama şimdi öyküyü sürdüreceğim. Öyle görünüyor.

Çok küçük yaşlardan itibaren kitap okumaya gönül vermişsiniz. Bunca yılın birikimlerini öğüttüğünüz süzgeçte sizin için en kalıcı eserler ve yazarlar hangileri oldu?

Uzun bir liste… Kısası ise, Rus klasikleri, Beckett, Kafka, Salinger, Karasu.

Bu aralar ne okuyorsunuz?

Şu son bir ayda üç dört öykü kitabı okudum. Fatma Nuran Avcı’nın İki Kıyı’sını, Evşen Yıldız’ın Annemin Gelincik Tarlası’nı, Derya Sönmez’in Sırça Kanatlar’ını, İdris Erdoğdu’nun İn(i)san Öyküleri’ni. Şimdi Oğuz Demiralp’in Kutup Noktası ve Tobias Wolff’un Hikâyemiz Burada Başlıyor var elimde. Bir de Cihan Çakan’ın Geçmiş Zaman Ambarı.

Kâmil Erdem’in Yok Yolcu öykü kitabının Bookinton incelemesini okumak için tıklayın.

Diğer Yazar söyleşilerini okumak için tıklayın.

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.