Bookinton

Behiç Ak ile Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan Ayşenin Bulut Projesi kitabı, iklim krizi ve çocuk edebiyatı hakkında harika bir söyleşi yaptık. Keyifli okumalar herkese.

Çiğdem Yalman Kopan

İlk Behiç Ak kitabını elime aldığımda, itiraf etmeliyim, pek umudum yoktu. Çocuk kitabı diye ödev verilen ince ciltli yetişkin hikâyelerinden öyle yılmıştım ki… Belki de kitap okumak bana göre değildi. Elimdeki kitaba baktım, ilk sayfayı çevirdim. Tüm oda karardı, üzerime düşen bir ışık beni aydınlattı, karşımda bir adam gözlerimin içine bakarak bana o güne dek duyduğum en eğlenceli hikâyeyi anlatmaya başladı. 

Şimdi ben, Ayşe’nin Bulut Projesi kitabı vesilesiyle aynı kişiye iklim krizi, çocuk edebiyatı ve çocuklar, yazarlık ve geri kalan her şey hakkında biriktirdiğim ne varsa sordum. İlham veren, umut veren yanıtlar aldım. Buyurun başlayalım.

Hikâyelerinizde tek bir temaya bağlı kalmadığınızı ve bir öğreti derdiniz olmadığını biliyorum. Ancak Ayşenin Bulut Projesi, başka bir şey. Bu kitapta iklim krizi, su sorunu gibi güncel çevre sorunlarına dair çözüm yolları anlatılıyor. Hikâyedeki ana karakter Ayşenin bilgi”ye ihtiyacı var. Sadece Ayşenin de değil, hepimizin. Bu açıdan Ayşenin Bulut Projesine diğer kitaplarınızdan daha farklı yaklaşmak gerekiyor belki, ne dersiniz?

Bu, didaktik bir kitap. Çocuk edebiyatında “didaktik” kavramı “öğüt verici” anlamında kullanılıyor, hatta bu nedenle çocuk kitapları didaktik olmamalı gibi bir anlayış da yaygın. Ancak burada didaktik derken içinde bir hikâye de barındıran, eğitici, bilgi veren kitaplardan bahsediyorum. Bunlar bu anlamda çocuk edebiyatının bir parçası olamaz belki ama, neticede gerekli olan kitaplar. Dolayısıyla Ayşe’nin Bulut Projesi, bilgi veren, didaktik bir kitap.

Peki, Ayşenin Bulut Projesi fikri ortaya nasıl çıktı? Kitabın oluşum hikâyesi nedir?

Bu tarz bilgi veren kitapları daha önce de 90’lı yıllarda yapmaya çalışmıştım. Hatta ilk, “Dikkat Su” isimli bir kitap hazırlamıştım. Sonra “İstanbul’un Suyu Nereden Geliyor?” isimli bir başka kitap yaptım. Su, turnusol gibi bir şey, ona bakarak yaşadığınız çevre hakkında pek çok şey öğrenebilirsiniz. Bu nedenle sağlıklı bir çevrede yaşayıp yaşamadığımızı anlamak için suya dikkat vermek önemli, diye düşünüyorum. İşte bunlar da bu konuda bir bilinç kazandırmak amacıyla belediyeler veya çevre koruma dernekleri için hazırlanmış kitaplardı.

Yıllar sonra, iklim krizi de artık ayyuka çıkmışken, Günışığı Kitaplığı ile bu kitapları yeniden basmaya karar verdik. Yani aslında bu, Ayşenin Bulut Projesinin ikinci baskısı, diyebiliriz.

Şahane, bu kitapların tekrar basıma girmeleri okurlar için büyük şans. Bir yandan iklim krizi konusunda artık dönemin değiştiğini, acil eylem planlarına geçilmesi gerektiğini biliyoruz. Bu tip eğitici” kitaplar bir bilinç oluşturmak açısından zaruri hâle geldi. Üstelik sadece çocuklar için de değil, yetişkinler de işin içinde. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Geleceği kurtaracak olan çocuklar mı sadece?

Bu, kendi kendime de sorguladığım bir durum. Bu kitapları çocuklar için hazırlıyoruz, ama bu şekilde ifade edince akla şu soru geliyor: var olan tüm krizlerden elimizi çekip çocuklara “Haydi bakalım, bu senin sorunun sen çözeceksin,” diyerek işin içinden kendimizi mi sıyırıyoruz? Bu şekilde düşündüğümde, büyüklerin her şeyden azade olup çevreyi kirletmeye devam ettikleri ama çocuklar için çevre kitapları hazırladıkları; onların çocuklarının da yine çevreyi kirletmeye devam edip kendi çocukları için çevre kitapları hazırladıkları bir antiütopik düzen geliyor aklıma. Sadece çocuklar için çevre kitabı yapmanın böyle tehlikeli bir yanı da var.

Bu yüzden, bu kitapların yetişkinlerle birlikte tüketilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yetişkinlerin de bu konuyla ilgilenmeleri ve öz eleştiri yapmaları çok önemli. Aksi durum, sorunu ertelemeye yönelik bir kapı açabilir. Bu da ürkütücü geliyor bana.

Günümüzde sürdürülebilirlik veya geri dönüşüm gibi konularda tüketicinin yönlendirilmesi, bu sayede çevre koruma veya iklim krizinin etkilerini azaltma gibi bir yaklaşım da var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Gündelik hayatta sıklıkla kullandığımız, hayatımıza yer etmiş, basit gibi görünen kavramları tekrar değerlendirmemiz ve hatta değiştirmemiz gerekiyor. Sürdürülebilirlik de bunlardan biri. Burada neyin sürdürülebilir olduğunu iyi düşünmek gerekiyor. İşletmelerin varlığını sürdürelim ama bir yandan da doğaya zarar vermeyelim, şeklinde bir düşünce pratikte pek de uygulanabilir olmuyor. Sürdürülebilirlik adı altında “Geri Dönüşüm” bir endüstri haline geldi ve o kadar gelişti ki şimdi onun için de ayrı bir enerji üretmek gerekiyor. Bunun da iklim krizi konusunda faydası olduğu söylenemez.

Bu aşırı üretim ekonomisinden tamamen tüketiciyi sorumlu tutmak, çözüm odaklı bir yaklaşım değil. Burada gerçek odak noktası, üretimin azaltılması olmalı çünkü Dünya’nın artık kaçacak yeri kalmadı.

Tabii Ayşenin Bulut Projesinde bu konuların hepsine değinilmiyor ama belki bunları da başka kitaplarda anlatırız, kim bilir.

Yeni nesil, çevre duyarlılığı konularında bir bilinç kazanıyor mu sizce? Çocuklar iklim krizi için ne diyor?

Evet, kesinlikle çevre duyarlılığı konusunda bilinç kazandıklarını düşünüyorum fakat karşılarında onları eve mahkûm eden, doğayla ilişkilerini kopartan ya da bu ilişkiyi bir bedele tabi tutan bir güç söz konusu. Dolayısıyla bir çocuğun evinde, odasında oturduğu yerden bir bilgiye bakarak çevre ile ilgili duyarlılık geliştirmesi biraz zor. 

Çocukların doğayı hissetmesi, doğayla ilişki kurması gerek, bunun için de evin dışına çıkmaları lazım. Günümüzde doğa ile faaliyetler profesyonelize olmuş durumda; dağcılık gibi, koşu gibi… Bu durumda endüstrileşmiş büyük şirketlerin hegemonyası altında yaşayan çocuklar ve yetişkinlere dönüşüyoruz. Bu büyük bir sorun. Burada, şirketlerin eleştirilmesi önemli. Üretimin ve kullandığımız kavramların eleştirilmesi çok önemli. Kendimizi kandırmamalıyız.

Dünyanın gidişatı ile ilgili umudunuz var mı? Bir yandan çocuklar için yazıyorsunuz. Umutsuz, karanlık dönemlerde yazmak mümkün oluyor mu?

Umudumu hiçbir zaman kaybetmiyorum. Zaten yazmak ve çizmek faaliyetleri hep umut içeren şeyler. Ben umutluyum ve herkesi umutlu olmaya çağırıyorum. Elbette insanları içinde bulundukları -ve bazen mutluluk gibi de görünebilen- o karanlıktan çıkarmak her zaman kolay değil. Bir insanın kendi konfor alanından çıkarak mücadele etmesi gerek, bu olmadığı durumda hem o insan hem toplum bundan etkileniyor. 

Çocuklarımızın bize yönelttiği “Dünya bu hale gelirken siz ne yapıyordunuz” sorusuna bir yanıtımız olmalı. İklim kriziyle mücadele etmeyi bir alışkanlık haline getirmemiz gerekiyor. Masada bu konu hep olmalı.

Çocuk dünyası bambaşka bir yer ama bir yandan da korkutucu bir dünya değil mi burası? Kitaplarınızda yaş grubunu yakalayamama ya da olumsuz eleştiri almak gibi kaygılarınız var mı?

Yaş grubu hakkında kalıp bir düşüncem yok. Hikâyelerimde tahmini bir yaklaşımda bulunuyorum. Ama, bu konuda şunu söyleyebilirim, 3, 5 ya da 10 yaşında da olsa çocuk kitabının entelektüel bir şey olduğunu bilmek gerekiyor. Çocuğa da böyle davranmak gerekiyor. Ona bir birey olarak davranırsanız çocuk da kitapla iyi bir ilişki kurar. Ama ona birtakım olanakları henüz gelişmemiş bir yetişkin gibi davranırsanız çocuk bunu hissedip okumaktan uzaklaşır. Çocuk kitabındaki en önemli şey, çocuğun okumaktan zevk alması. Kitabın çocukta şevk uyandırması gerek. O kadar çok sevmeli ki bir kitap daha okumak istemeli. Okumayı sevmediğini düşündüğünüz bir çocuk aslında henüz istediği, zevk aldığı kitabı bulamamıştır.

Çocuk kitaplarının basit görülmemesi gerek, biz yetişkinler istemeden okumaya alışkınız. Bir şeyi öğrenmek için elimize bir kitap alıp okuyabiliriz, çocuğun kitapla ilişkisi daha hassas. Kitap, onun için yeni bir şey, bu nedenle kitabın ona keyif vermesi her şeyden önemli.

İmzanızın olduğu her kitap birbirinden farklı tatlar taşıyor. Bu üretkenliği nasıl canlı tutuyorsunuz? Bir noktadan sonra yazmak su içmek kadar doğal bir şey hâline mi geldi?

Yazdığım hikâyelerde çocuklar ve büyükler eşitleniyor. Benim hikâyelerimde çocuklar da büyükler de başrolde. Büyük ve çocuk arasındaki sınırın kaldırılması, okurda bir özgürleşme yaratıyor. Bir çocuk hikâyesinde yetişkinlerin de özgürce dolaşabilmesi, çocukların, yetişkinlerin de “anne” “baba” olmanın yanında birer ayrı birey olduğunu anlaması için bir kapı açıyor. 

Sadece çocukların olduğu bir hikâye düşünmüyorum; benim hikâyelerime yetişkinler, hayvanlar da girebilir çıkabilir, üstelik bunların her yaptıklarının doğru olması gerekmez. Duygunun hissedilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir hikâyeyi yalnızca çocuklarla sınırladığımız zaman ortaya çok “çocuksu” bir şey çıkıyor. Oysa büyükler de aslında büyük taklidi yapan çocuklardır. Çocuk, metni okuduktan sonra kendisini özgür hissediyor; babasıyla, annesiyle daha eşit olduğunu, anne babasının da yanlış yapabileceğini düşünüyor. Çocuk edebiyatı çocuksu davranılan bir edebiyat değil.

Deneyim konusuna gelince, deneyim bana göre sanata katkısı olan bir şey değil. Çok deneyim kazandım artık ben çok iyi bir yazarım, dediğiniz noktada deneyimlerinizin esiri olmuş olabilirsiniz. Hem yetişkin hem çocuk edebiyatında deneyimsizliğin çok etkili olduğunu düşünüyorum. Düşünsenize bütün dünyanın yaptığı bir şeyi siz ilk defa yapıyorsunuz ve bu tüm dünyanın yaptığı şeyden farklı. Deneyim sahibi olmak, buna zarar verebilir. Sanatı en çok zedeleyen şeylerden bir diğer şey de yetenek gösterisine dönüşmesidir. Başkasını etkilemek için sanat yapamazsınız, kendinizle ilgili bir meselenin peşinden koştuğunuz için sanatsal bir faaliyet içinde olursunuz. 

Deneyimsizliğe dönme çabası, baştan başlamak, yaptığınız hiçbir şeyi beğenmeme, bence peşinde olmamız gereken şeyler bunlar. Yazarlık diye bir meslek var ama gerçek yazarlık, sanatsal bir uğraştır. Bunları birbirinden ayırmak gerekir.

Diğer yazar röportajlarını okumak için tıklayın.

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.