Duygu Akın ile çevirmenlik kariyerindeki yolculuğunu, kurgu ve kurgu dışı çeviri yaparken dikkat ettiği noktaları, gelecek kitap projelerini konuştuk. Çevirisini yaptığı kitapların yazarlarıyla iletişimini, genç meslektaşlarına tavsiyelerini ve fazlasını söyleşimizde bulabilirsiniz.
“Çevirmenlik bazen tek bir kelimeyi yanlış kullanmamak için bilmediğiniz bir konuyu saatlerce araştırmak, anlayana kadar okuyup öğrenmektir. Konu ne olursa olsun, 1 sayfanın çeviri süresi asla sabit değildir. Sayfada geçenlere göre uzayıp kısalır. Çeviride zaman da görecelidir.”
Duygu Akın’ın geçenlerde yazdığı bir tweet ile başlamak istedim çünkü bu işi hakkını vererek yapan tüm çevirmenlerin (ve editörlerin) olayı bu. Akın yaklaşık 17 yıllık çevirmenlik kariyerinde yüzün üzerinde projeye imza atmış. Hem eğitim hem de tecrübe adına işinin en iyilerinden. Kendisine kurgu ve kurgu dışı kitapların çeviri sürecindeki deneyimlerini, birlikte çalışmanın daha rahat olduğu yazarları, yeni dönem elindeki projeleri ve genç meslektaşlarına tavsiyelerini sorduk. Uzun ve keyifli bir söyleşi oldu.
Okurlarımız için kısaca kendinizden, mesleğe başlama serüveninizden bahseder misiniz?
Lise boyunca edebiyatım ve yabancı dilim iyiydi, Boğaziçi İngiliz Dili ve Edebiyatı’nı kazandım ve çok severek okudum. Öyle ki sonrasında British Council’in başlattığı, İngiliz Kültürel Çalışmaları master programına katıldım ve burs kazanarak eğitimimi İngiltere Warwick Üniversitesi’nde tamamladım. Bu konuda bana inanıp bende bir ışık gören, bana rehberlik eden hocam rahmetli Cem Taylan’ı sevgiyle anıyorum. Master bitince dil alanında ilerlemektense maddi şartlar yüzünden şirketlerde çalışmaya başladım. Çevirmenliği amatör düzeyde zaten üniversiteden beri sürdürüyordum. Filmler, tezler, akademik metinler çeviriyordum.
Geçiş döneminde eski eşimin annesi Sevin Okyay bana yol gösterdi ve çevirmenliği zorlukları ve güzellikleriyle anlattı. Ona minnettarım. Sadece bu işi yapacaksam, disiplin gerektiğini söyledi. Tabii maddi sorunlarla ilgili de uyardı. Disiplin benim göbek adım olduğu için mesleğe çok da korkmadan girdim. İlk deneme çevirimin ardından Okuyan Us Yayınevinden ilk çevirim çıktı. Arkası hızla geldi. Bu dönüm noktasından sonra popüler bilime yıllardır duyduğum ilgi, yetişkin edebiyatına yakınlığım ve çocuk edebiyatına merakım sayesinde bu üç alanda çeviriler yaptım.
Kitaplar tüm bu yolculukta benim sığınağım, bazen kurtarıcım bazen başvuru kaynağım, yer yer dert yoldaşım ve daima gelişimimin en güzel araçları oldu.
Çevirmenliğin ilk yılları geciken telifler, düşük telifler, güvencesiz çalışma şartları yüzünden çok zorlu geçti. Çok küçük ücretler için çok sayıda telefon açmak bana ağır geliyordu, hayatımı idame ettirmekte zorlanıyordum. Ancak ilk baştan, belki de şirket hayatının getirdiği bir disiplin ve anlayışla, çalışma şartlarımı net biçimde belirledim ve yeni baskılarda telif vermeyen yayınevleriyle çalışmamaya kısa süre içinde karar verdim. Teslim ettiğim çevirilerin nitelikli olduğunu düşünen, çevirileri daima vaktinde ve olabildiğince temiz teslim ettiğimi gören yayınevleri bana yeni işler, yeni çeviriler önerdiler. Kısa sürede ne tür eserleri çevirmeye yatkın olduğumu, hangileriyle daha çok ilgilendiğimi anladılar ve karşılıklı güzel çalışmalar yaptık.
Bugün geldiğim yerden memnunum ama yürüdüğüm yol taşlarla, engellerle döşeliydi. Defalarca tökezledim, bir noktada mesleğimi tamamen bırakmayı düşündüm. Ek gelir sağlayan başka hiçbir iş yapmadığım için büyük maddi sıkıntılar çektim. Aradan geçen on yedi yılda çevirmenlerin güvencesi adına da çok az şey değişti.
Çevirmenliğini üstlendiğiniz hem kurgu hem de kurgu dışı eserleri görüyoruz. Kurgu ve kurgu dışı eserlerde çeviriye yaklaşım sürecini bize biraz anlatır mısınız?
Kurgu metinler daima dönemin, dilin, terimlerin, göndermelerin, alt metnin çözümlenmesi için araştırmalar yapmayı gerektirir ama kurguda esas mesele dilde lezzeti, anlamdan mümkün olduğunca kayıp vermeden yakalamak. Kurgu dışı eserlerin en büyük zorluklarından biri, özellikle bilim çevirileri ve teknik çevirilerde, hiç bilmediğiniz konularda karşınıza çıkan kavramlar, terimler, anlatımlar ve açıklamaları en doğru şekilde anlayıp aktarma sürecidir.
Kurgu dışı çeviri yapmak benim için en az edebî çeviriler kadar doğal bir tercihti. Aslına bakarsanız kimi zaman bilim beni edebiyattan çok daha fazla heyecanlandırıyor. Edebiyatı hâlihazırda içinde yaşadığım dünya, bilimi ise hayranlık ve heyecanla izlediğim, kıyısından köşesinden dâhil olabildiğim bir dünya olarak görüyorum. Kendimi bildim bileli Bilim ve Teknik dergisini okuyor; astronomi, parçacık fiziği, kuantum fiziği, tıp gibi alanlardaki gelişmelerle sadece merakımdan dolayı yakından ilgileniyordum. Bu merakım söz konusu alanlarda terimlere hâkim olmamı, konulara aşina olmamı sağladı. İlk başta National Geographic Dergisi’ne çeviriler yaptım. Çevirilerimi orada beğenen editörler beni NTV Yayınları kurgu dışı editörlerine önerdi. Böylece Ölçüler Kitabı, Bilimin Serüveni, Şifreler Kitabı gibi ansiklopedik boyutta kitapları büyük bir aşkla, heyecanla, her birinden yepyeni şeyler öğrenerek çevirdim.
Size gelen teklifleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana gelen teklifler zaman içinde karşılıklı iletişimle, benim yatkınlıklarıma göre şekillendi. Sanırım yayınevleri gotik, distopik, feminist, klasik ya da sıra dışı üslubu ve dili olan modern eserleri çevirmeyi sevdiğimi fark ettiler. Bir de editörlere haklarını daima vermeliyiz. Bana gelen hemen her teklifte editörler çevirilerimi okuduklarından, hangilerini neden sevdiklerinden bahsediyorlar ve bu çok hoşuma gidiyor. Hepsi donanımlı, bilgili, meraklı insanlar. Çoğu editör bana zaten ilgileneceğimi düşündüğü kitapları öneriyor. Onlara minnettarım. Çevirmenleri, çevirileri, sektörü iyi takip ediyorlar. Gelen teklifin ardından hemen araştırma sürecine başlıyorum.
Projeyi kabul ettikten sonra nasıl bir süreç işliyor?
Metnin kendisine göz atmadan önce yazarı bilmediğim biriyse olabildiğince araştırıyorum. Dönemini, hatta dönemin eserlerini gözden geçiriyorum. Sonra metne genel bir göz atıyorum. Dediğiniz gibi hiçbir zaman hemen romanı okumuyorum. Okursam önceden bildiğim bir roman olsun olmasın çeviri sürecim daha sancılı geçiyor. Okumadığımda çok daha heyecanlı, ilgili, meraklı ilerliyorum.
Çevirinin ilk otuz-kırk sayfası benim için yazarla ve üslupla tanışma süreci. O ilk kırk sayfa çok uzun bir zamana yayılıyor. O kısımda kendimce âdeta deneme çevirisi yapıyorum. İlginçtir bazı yazarlara elim o kadar yatkın oluyor ki, hiç zorlanmadan dillerinin, dünyalarının, stillerinin içine girebiliyorum ve su gibi akıyor. Bazı yazarlarda ise çevirip çevirip siliyorum. İngilizcesindeki tadı, atmosferi, akıcılığı, üslubu yakalayamadığımı, yansıtamadığımı düşünüyorum ve o ilk sayfaları kimi zaman üç beş defa değil, ondan fazla baştan alıp çevirdiğim oluyor.
Kitabı okusam bu süreç belki kısalır ama ben sanırım kısalmasını istemiyorum. Ben bu alışma sürecini daha yaratıcı ve heyecanlı buluyorum. Baştan verilmiş bir kararla değil, yazıp bozarak ilerlemek, ilerledikçe ve yeni şeyler keşfettikçe başa dönüp düzeltmek bana göre daha yaratıcı çözümleri tetikliyor. Zorluğuna rağmen bunu tercih ediyorum.
Rutinim, doğrusu disiplin üstüne kurulu. Hemen her sabah sporumu ve kahvaltımı yaptıktan sonra işimin başına oturuyorum. Çevirinin son haftası tek kelimeyle korkunç geçiyor. Artık sona varmanın stresi, bitsin ve göndereyim duygusunun insanı boğan gerilimi üstüme abanıyor. Eşime hayatı zehir ediyorum, beni beslemekten sorumlu insan hâline geliyor ve bir de asabiyetimle uğraşmak zorunda kalıyor. Ancak artık bu son haftayı da daha insancıl geçirme kararı aldım. Elimden geleni yapıyorum.
Keyifli bir kısım ise çeviri bittikten sonra editöre onlarca notla birlikte gidecek olan dosyasını “gönder” tuşuyla havale etmenin ardından geliyor. Eşim o günleri bildiği için çikolatalı pastayı hazır ediyor. Çeviri somutlaşıp kitaba dönüştüğünde ve o kitabı elime aldığımda ise galiba dünyada benden mutlusu olmuyor.
Gerek dili kullanımı gerekse anlatım tekniği adına varsa sizde “yeri ayrı” olan o yazarlardan bahseder misiniz?
Anna Burns’ün Sütçü’sünde zorlansam da çevirisinden keyif aldım. Bir meydan okuma gibiydi ve bence beni çok geliştirdi. Bunun yanında Julie Otsuka’nın Tavan Arasındaki Buda’sını hiç unutamıyorum. Şiir gibi bir kitaptı ve ben de o şiirselliği korumaya çalıştım. İşin güzel yanı bunda çok zorlanmadım. Kitabı yazarken yazarın yanındaymışım, nasıl çevirmem gerektiğini baştan biliyormuşum gibi çevirisini yaptım. Koro halinde konuşan kadınların acısını içimde hissettim ve çevirirken de sanki elimi onlar tuttular. Jhumpa Lahiri’nin Saçında Gün Işığı romanı, Lauren Groff’un Florida’sı bu eserler arasında.
Viet Thanh Nguyen’in Sempatizan’ı ise neredeyse ağlayarak çevirdiğim halde “yine olsa yine yaparım” diyeceğim bir çeviriydi. Yazarın sayısız göndermeyle dolu, alt metinden, metafordan, heyecanlı ve zorlayıcı olay örgüsünden yana zengin eseri, bazı sayfalarda çeviriyi bırakıp birkaç gün ara vermeme neden oldu ama bence ortaya en iyi çevirilerimden biri çıktı. Hep söylüyorum, bu çağda yaşayıp, edebiyatı sevip de Nguyen’i okumamak olmaz.
Douglas Stuart’ın Shuggie Bain’i ise başlı başına bir maceraydı ve evet, bende “yeri ayrı”.
Sizi zorlayan, uzak durduğunuz türler ya da yazarlar var mı?
Uzak durduğum tür biyografi sanırım. Çevirdiğim tek biyografi Leonard Cohen’i anlatan, Sylvie Symmons’ın yazdığı I’m Your Man’di ama bir daha biyografi çevirmeyi düşünmüyorum. Bunun nedeni, tek bir insanın hayatının inceliklerini, kimi zaman özelini anlatan, bazen o kişiye bakışımızı değiştiren kurgu dışı bir eserle (hiçbiri kısa olmaz biyografilerin) aylarca yatıp kalkmanın beni biraz sarsması, biraz da dengemi bozması. Biyografi çevirisinde bir süre sonra dünyaya, söz konusu kişinin gözünden bakmaya, tuhaf biçimde onun gibi düşünmeye ya da düşündüğünüzü sanmaya başlıyorsunuz. Kulağımda hep onun müzikleri, aklımda onun ruhsal arayışları, başına gelen felaketler, verdiği tepkiler… Çeviriyi teslim ettikten sonra bile uzun süre zihnimin kıvrımlarından Cohen’i çıkaramadım. Dolayısıyla büyük konuşmayayım ama artık biyografiye “hayır”.
Güzel iki haber okuduk Kasım ayı içinde. Önce Shuggie Bain’in TV uyarlaması için BBC/A24 ile anlaştığı ve senaryosunu da Douglas Stuart’ın yazacağı haberi geldi. Hemen arkasından da Viet Thnh Nguyen’in yazdığı Sempatizan’ın dizi projesi haberi. Sempatizan merak ettiğim ama maalesef ulaşamadığım bir kitap oldu, baskısı kalmamış. Her iki eserin de çevirmeni olarak bu kitaplarla ilişkiniz nasıldı, nasıl bir çalışma süreci geçirdiniz?
Evet, sözünü ettiğiniz iki habere de çok sevindim. Bir kitabın illaki dizisi, filmi olsun diye bir tutkum yok ama her ikisi de sahne sahne insanın gözünde canlanan, sinema perdesinde izleniyormuş hissi yaratan, dramatikliği, sarsıcılığı, karakterlerin derinlerine inip, izlerini iyi sürmesi, insanı içine çeken olaylar silsilesi açısından görselleştirilmeye çok elverişli.
Shuggie Bain’in macerası gerçekten anlatmaya değer bir macera. Douglas Stuart bu harika romanı okurlara sunduktan ve çevirmenler işe bir bir el atmaya başladıktan sonra (ben dâhil) ani bir şok yaşandı. Elimizdeki metinde hayatımızda duymadığımız görmediğimiz bir ağızla, dille yazılmış sözcükler, deyişler vardı. Bizim bu toplu isyanımız yazarı Facebook’ta Shuggie Bain çevirmenleri için açılan özel bir sayfada, bizden gelecek tüm soruları yanıtlama mecburiyetinde bıraktı. Yazarımız da harika bir insan olduğu için sorularımıza sabırla yanıt verdi. Hatta kimi zaman araştırınca yanıtı kolayca bulunabilecek sorulara bile. Ama kimi şeyler vardı ki, ancak bir İskoç bilebilirdi. Evlerin girişinde kullanılan özel bir boncuk perde türü, sahanlıklara verilen özel ad, İskoçça kısaltmalar, küfürler, deyişler… Stuart sağ olsun bizlere açıkladı. Ben çeviriye diğer birçok çevirmenden geç başladım çünkü elimde başka metinler vardı. Ben başladığımda soruların hemen hepsi yanıtlanmış, yanıtlama süreci hemen hemen bitmişti. Dolayısıyla kolay ilerledim. Ancak benim takıldığım bazı yerleri kimse yazara sormamıştı. Bu konuda sonradan gelip zorluk çıkarmak istemediğim için, delice bazı araştırmalar, çalışmalar sonucu metni çevirebildim. Gerçi yazarla sonradan yaptığım söyleşide bana, tüm kibarlığıyla, “Keşke sorsaydın, seve seve yanıtlardım,” dedi ama olan olmuştu artık.
Ancak burada da bitmiyor. Aksanları dile gündelik konuşma dilini kullanarak aktarmanın yanında, İskoççanın vurgulu sesini yansıtması için “r” harflerini bazı yerlerde çift yazarak çevirmeyi düşündüm. Ancak editörüm Cem Alpan bunun okurun gözünü yorabileceğine karar verdi ki haklıydı. Sonuçta bunu eledik ve gündelik konuşma vurgusunu arttırdık. Sanırım fena da bir iş çıkarmadık.
Şimdi yazarın kendi eliyle uyarlayacağı diziyi izlemeyi heyecanla bekliyorum. Bu roman tüm karakterleriyle hayatımın bir parçası, belki her gün aklıma gelen bir eser oldu ve onu (belki de çok sevdiğim oyuncuların) canlandıracağını düşünmek beni çok mutlu etti.
Sempatizan ise okuyanlar bilir, insanı yerden yere vuran, akla durgunluk veren, acıtıcı, üzücü, sarsıcı olayları alaycı, ironik bir dille anlatan bir eser. Vietnam asıllı bir Amerikalının çift taraflı ajan olarak yaşadıklarını anlatan romanda yazarın göçmenliğe, aidiyetsizliğe, dava insanlarının mücadelesine ve o mücadelenin kişisel yaşamlara kattığı ya da o yaşamlardan eksilttiği şeylere yaklaşımı bence eşsiz ve muhteşem. Kafka Yayınları’ndan çıkan kitabın baskısı tükendi, yayınevine ben de sordum, yeni baskı için bilgi bekliyoruz. Umarım bu eşsiz kitap yeni okurlarla buluşur.
Bu eserin de diziye uyarlanması, hem bilmeyenlerin yazarı ve hikâyeyi öğrenmesini sağlayacak hem de umuyorum ki eseri farklı bir mecrada da kalıcı hale getirecek. Umarım her iki uyarlama da güzel olur ve umarım kitapların okunmasına katkı sağlar. Kitap daima başkadır, ekranda izlediklerimiz başka. Bana göre ikisine ayrı gözle bakmalı. Duyguları, düşünceleri, tasvirleri kitaptan ekrana aktarmak kolay değil. Ekranın görkemini yadsımak da keza öyle.
Cem Alpan, uzun süre önce bir söyleşisinde yine sizin çevirmenliğinizde Can Yayınları’ndan çıkacak olan Douglas Stuart’ın Young Mungo devam kitabından bahsetmişti. İlerleyişine dair bir müjde okurlarımıza verebilir miyiz? Tabii önümüzdeki diğer projelerinizi de sormak isterim.
Young Mungo bana çoktan geldi. Ancak henüz ona sıra gelmedi. Yine de okurlar üzülmesinler, Cem Alpan’ın dediğine göre 2023 içinde kitap yayımlanacak. Ben de birkaç aya teslim etmiş olacağım. Yine okumadım, göz attım ama şu kadarını rahatlıkla söyleyebilirim, Shuggie’yi sevenlerin hayal kırıklığına uğrayacağını hiç sanmıyorum. Aksine belki bu romanı daha da çok sevecekler.
Hazırda bekleyen dört çevirim ve devam ettiğim başka çeviriler var. Teslim ettiklerim arasında Disappearing Earth (Julia Phillips, İthaki Yayınları) Bear (Marian Engel, Harfa Kitap), The Swimmers (Julie Otsuka, Domingo Yayınları) ve Dangerous Ideas ( Eric Berkowitz, Minotor Kitap) yer alıyor.
Çevirisi devam eden kitapların da bazılarının müjdesini vereyim. Sırada benim de çok sevdiğim, teklif edildiğinde çok mutlu olduğum Mrs. Dalloway var, Can Yayınları’ndan çıkacak. Daha sonra yine beni çok heyecanlandıran, İngiliz Dili ve Edebiyatı’nda okurken belki ancak hayallerimi süslemiş bir Shakespeare çevirisi var. İthaki Yayınlarından çıkacak. Tam olarak kesinleşmediği için şimdilik eser adı vermeyeyim. Bunun dışındaki çevirilerimi de zaman içinde okurlara haber vereceğim.
Genç meslektaşlarınıza tavsiyeleriniz neler?
Genç meslektaşlarıma deneyimlerimden yola çıkarak şunları söyleyebilirim: Her şeyden önce sözleşme mutlaka yapsınlar. Yapmak istemeyen yayınevleriyle çalışmasınlar. Biliyorum, kimi zaman koşullar bunu zorunlu kılıyor ama yanlış yayınevi tercihi zaten telifinizi alamamanızla sonuçlanacaksa önlemi baştan almak daima yararlı.
Sözleşmelerinde makul telif oranlarında, yeni baskılarda ise telif almakta ısrar etsinler. Kendilerini geliştirmeyi hiçbir zaman bırakmasınlar. Bu da kendi dilimizde ve diğer dillerde kitaplar okumakla mümkün. İşlerine daima titizlensinler. Tüm bunları yaparken mümkün olduğunca sosyal hayatlarını ihmal etmesinler. İnsan bazen kendini işe kaptırıyor ve iş daha önemli görünebiliyor ama sağlıktan önemli hiçbir şey yok.
Meslekte birbirleriyle mutlaka dayanışma göstersinler. Biz herkesin dilinden anlarız ama bizim dilimizden ancak biz anlarız.
Son olarak siz nasıl bir okursunuz? Birkaç kitap önerisi de rica ediyorum okurlarımız için.
Hem kurgu hem de kurgu dışı kitaplar okuyorum. Kurguda çağdaş romancıları takip etmeye çalışıyorum, ilgimi çekenlerin peşini bırakmıyorum. Kurgu dışında ise bilim kitaplarına yöneliyorum. Türkçe eserleri okumada biraz eksiğim vardı. Son zamanlarda bunu kapatmaya çalışıyorum. Şimdi öykücüleri, romancıları takip etmeye çalışıyorum.
Kurgu ve kurgu dışından fazla bilinmediğini tahmin ettiğim bir yazar ve iki kitap önereyim. İskoç yazar Ali Smith’in tüm eserlerini okumanızı öneririm. İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış Türkçeye çevrildi, Seda Çıngay Mellor çevirilerine güvenebilirsiniz. İkisi Birden ve Rastlantısal da çevrildi. Kurgusuyla, diliyle, her şeyiyle okuru, sınırları zorlayan ama bir o kadar da unutulmaz eserler üreten bir yazar. Kurgu dışında ise Babil Kitap’tan çıkan Ainissa Ramirez’in Bizim Kimyamız: İnsan ve Madde Birbirini Nasıl Dönüştürdü’yü önerebilirim.
Bu yoğun temponuzda zaman ayırdınız, çok teşekkürler.
Ben size teşekkür ederim. Sorularınıza emek harcamışsınız, yakından takip etmiş, düşünerek hazırlamışsınız. Aklınıza sağlık. Sevgiler.
Diğer çevirmenden röportajlarını okumak için tıklayın.
Günnur Aksakal Baykan
Duygu Akın işlerini merak ettiğim ve ilgiyle takip ettiğim bir çevirmen. Söyleşi vesilesiyle yakından tanıma fırsatı bulduğum için çok mutluyum. Ellerinize sağlık!
Özge Ovalı Karakaya
Bir çevirmenin ne kadar zorlu bir süreçten geçtiği,ne kadar emek verdiği aşikâr.Emeğinize sağlık.Dopdolu bir söyleşi:)
ANIL ILKAY BOZKURT
Samimi, keyif veren, çok güzel bir röportaj olmuş. Duygu Hanım’ın işine duyduğu aşkı satırlar arasında hissettim.
Elinize sağlık.