Bookinton

Son dönemlerde felsefe gibi psikoloji de birçok okurun ilgi alanına girmeye başladı. Bookinton okurları için Klinik Psikolog Esat Küçükali ile psikoloji okumaları yapmanın hayatımızda neleri değiştireceğini konuştuk ve kitap tavsiyeleri aldık.

Tezer Beğenmiş

Psikoloji kitapları üzerine olan sorularımıza geçmeden evvel kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

Ben Esat Küçükali, Okan Üniversitesinde lisans eğitimimi, sonrasında Beykent Üniversitesinde yüksek lisansımı tamamladım. Mezun olduktan sonra özel danışmanlık merkezinde çalışmaya başladım. Burada yaygın gelişimsel bozukluğu olan çocuklara özel eğitim desteği veriyor ve ailelerine geri bildirim yapıyorduk. Ardından Yeditepe Üniversitesinde çalışmaya başladım. Dört yıldır da burada hem öğrencilere hem de idari ve akademik personele psikoterapi desteği sağlıyorum.

Psikolojiye olan ilgi ve merakınız nasıl ve ne zaman başladı?

Psikolojiye ilgim lise yıllarında felsefe ile başladı. Felsefi okumalar yaptıkça ilgim psikoloji alanına kaydı. Özellikle varoluş felsefesinden etkilendiğimi söyleyebilirim.

Psikoloji kitapları okumak ve bu alanda kendini geliştirmek okurun hayatında neleri değiştirir?

Öncelikle kendilerine farkındalık ve iç görü sağlamak, çeşitli kapasitelerini geliştirmek adına psikoloji kitapları okuyabilirler. Örneğin dinleme, anlama ve anladıklarını yorumlama kapasitelerini geliştirebilir ve daha etkili iletişim kurabilirler. Kısaca psikolojik sağlamlıklarını kuvvetlendirebilirler. Şu an deneyimlerimizi yalnızca tecrübelerimizle değerlendirebiliyoruz fakat psikoloji tecrübe etmediğimiz deneyimleri de algılamamıza yardımcı olur.

Psikoloji aynı zamanda bazen zorunlu ve sorumluluk duyduğumuz eylemlerimizi hayatımıza katma noktasında da farkındalık kazandırır. Kendimizi tanıma, ilgi alanlarımızı belirleme ve kendini gerçekleştirmede farkındalık kazanma ve bunun sonucunda bilinçli seçimler yapmamızı destekler.

Başlangıç seviyesinde kurgu dışı anlamda hangi kitapları önerirsiniz?

Başlangıç seviyesinde kendi faydalandığım kuramcıların eserlerini önerebilirim.

  • Carl Gustav Jung – Dört Arketip
  • Eric Fromm – Sevme Sanatı
  • Alfred Adler – İnsan Tabiatını Tanıma

Kurgu dışı kitaplar okumakta zorlanan okurlar için roman türünde psikoloji alt yapısı olan eserler de tavsiye edebilir miyiz?

Bu kategoride daha çok yazar tavsiye edebilirim. Önerdiğim yazarların kitaplarını da belirtebilirim fakat mutlaka başka eserlerine de bakılmasını öneririm. Bu yazarlar genellikle psikolojik alt yapısı olan ve karakterleri üzerinden psikolojik yapmanıza olanak sağlarlar.

  • Fyodor Dostoyevski – Yeraltından Notlar
  • lrvin D. Yalom – Günübirlik Hayatlar / Bağışlanan Terapi
  • Herman Hesse – Siddartha
  • Dino Buzatti – Tatar Çölü
  • Thomas Mann – Büyülü Dağ

Özellikle ebeveynlere hem kendileri hem de çocuklarına okumaları için tavsiye etmek istediğiniz psikoloji kitapları var mı?

Ebeveynlere Bahar Eriş’i mutlaka öneririm. Eserlerinde çeşitli bilimsel çalışmalara da değiniyor. Doğan Cüceloğlu’nun ebeveynlik üzerine yazdığı eserleri okuyabilirler. Gary Chapman’ın Beş Sevgi Dili ve Don Miguel Ruiz’in Dört Anlaşma adlı eserleri de ebeveynlerin ilgisini çekebilir.

Bakış açılarından etkilendiğiniz ve tüm eserlerini severek okuduğunuz yazarlar hangileri?

Aslında önceki sorulara verdiğim cevaplarda tamamen kendi etkilendiğim isimlerden bahsettim. Bunlara ilave olarak Engin Geçtan, Irvin D. Yalom, Carl Gustav Jung ve Eric Fromm severek okuduğum isimler arasında diyebilirim.

Okurun gözünden bakınca psikolojik rahatsızlıkların ve kavramların karşılığı çok büyük değişime uğruyor. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz neler? Özellikle bu konu üzerine tavsiye edebileceğiniz bir eser var mı?

Böyle bir karmaşanın olduğunun farkındayım ama aslında böyle bir karmaşaya hiç gerek yok. Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından hazırlanan DSM-5 adlı bir el kitabı var. 2013’den itibaren yayımlamaya başladılar. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatiksel El Kitabı diye geçiyor. Bu kitapta tüm tanımların karşılığını bulabilirler.

Ana akım medyada son on beş yıldır artarak devam eden ve gerek gündüz kuşağı programlarında gerekse akşam yayınlanan dizilerde tanık olduğumuz saplantılı ilişkiler, doğrusu buymuş gibi gösterilen narsist kişilikler ve ayrıca karakterleri hep kusursuz ve tek tip insan profiline sığdırılmış hâlleri ile tanımak, bugünün çocuklarında, -örneğin on-on beş yaş aralığındaki çocuklarda- gelecekte nasıl bir sorun olarak ortaya çıkabilir?

Hem görsel medyada hem de yazılı medyada şiddete yönelik çokça haber yapılıyor, haberlerin dışında filmler ve diziler de yapılıyor reyting amaçlı. Bunlar insanların nasıl etkileneceği düşünülmeksizin ticari gelir amaçlı yapılıyor. Ne yazık ki karakterler ve programlar değişse bile senaryo hep aynı. Bu tür programlar özellikle çocukları olumsuz yönde etkiliyor, şiddeti normalleştirmelerine neden oluyor. Gerçek hayatta da bunun normal bir durum olduğunu düşünerek yetişiyorlar.

Zamanında Descartes, “Düşünüyorum öyleyse varım,” demiş fakat bu günümüzde artık “Görünüyorum öyleyse varım,” şeklinde bir dönüşüme uğradı. İnsanlar hayatlarını artık tamamen görünürlük üzerine kuruyor ve bundan mutluluk elde ediyor. Bu şekilde var olacaklarını ve hayatta kalabileceklerini düşünüyorlar. Bu durum insanların bilinçaltında sosyal ilgi ve değer görme ihtiyacını karşılıyor. Bunun sonucunda sanal hayatla gerçek hayatı birbirine karıştırıp sanal gerçekliği kopyalamaya çalışıyorlar. Bu da sağlıksız bir psikolojik yapı oluşmasına neden oluyor.

Psikolojide neredeyse tüm sorunların çocukluğa bağlanması ne kadar doğru?

Bu da çok tartışılan bir konu. Tüm sorunların çocukluğa bağlanması biraz eksik kalıyor çünkü daha fazla dinamik var. Örneğin genetik faktörler, sosyal öğrenme, zaman içerisinde gelişen beceriler var. Bu nedenle sadece çocukluğa bağlamak sağlıklı bir yaklaşım olmaz.

Tüm sorunları çocukluğa bağlayan kuramcılar da var fakat bunun aksi yönde çalışmalar da çok fazla. Kişilik gelişimi tüm hayat boyunca devam ettiği için bu durumu çocuklukla sınırlandıramayız. Bu konuda araştırma yapmak isteyenler varsa Ericson’un “Psikososyal Gelişim Kuramı”nı incelemelerini tavsiye ederim.

Kişiliğimizin oluşumunda çocuklukta yaşanılanları, genetik mirası ve sosyal çevreden aldıklarımızı düşününce bunların hangisinin yüzde kaç etkisi oluyordur?

Yüzdelik dilim üzerinden değil de bazı araştırmalar üzerinden şunu söyleyebilirim. Tek yumurta ikizlerinin bile karakter özelliklerinin yalnızca yüzde ellisi birbiriyle benzerlik gösteriyor, çift yumurta ikizlerinde bu durum yüzde yirmilere kadar düşüyor. Bundan da kısmen bir çıkarım elde edecek olursak genetik faktörler kişiliğin gelişiminde salt etken değil. Elbette etkisi var ama sosyal öğrenme ve aile yaşantısı kadar etkisi olduğunu düşünmüyorum. Jung da eserlerinde bundan bahseder; o da kişiliğin gelişiminde kollektif bilinç dışının atalarımızdan gelen davranış olduğunu söylüyor. Tüm bunları tek bir çerçevede toplarsak eğer her birinin etkili olduğunu düşünüyorum ama sosyal öğrenme ve aile yaşantısının daha fazla etkili olduğunu düşünüyorum.

Kendi kişiliğimizi geliştirmek adına ne yaparsak yapalım bir noktada “Coğrafya Kaderdir” sözünün gerçekliğine takılıyor muyuz? Bunu tamamen kırmak mümkün mü?

“Coğrafya Kaderdir” popüler kültürün bir mottosu hâline geldi. İnsanlar çeşitli başarısızlıklarına ve ulaşamadıklarına bu savunma ile cevap veriyor. Ben bunun karşılığı olan bir durum olduğunu düşünmüyorum. Bu coğrafyada yaşamanın getirdiği zorluklar, eşitsizlikler biraz durum tespiti gibi. Bu tespiti yapıp “Ben kendimi nasıl geliştirebilirim ve bu sorunları nasıl bertaraf edebilirim?” soruları ile çözüm odaklı olmalarını tavsiye ederim. Yine bu coğrafyada kısıtlı şartlarda yaşayıp başarılı olmuş hikâyeleri örnek alabilirler. Bu kişilerin zorluklarla nasıl baş ettiklerini, nasıl başardıklarını ve hayatın doğal akışında karşılaştıkları sorunlara kendilerince nasıl çözümler bulduklarını okumak, bunları örnek almak daha faydalı olur.

Diğer Uzman Görüşü röportajlarını okumak için tıklayın.

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.