2023 seçimlerine az bir zaman kala, Sabancı Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü hocalarından Doç. Dr. Berk Esen’den demokrasi ve oy verme davranışı hakkında görüş aldık.
Mukaddes Yılmaz
Demokrasi kavramından ne anlamalıyız?
Demokrasi en basit tanımıyla vatandaşların serbest ve adil koşullarda yapılan düzenli seçimler aracılığıyla kendi yöneticilerini belirlemeleridir fakat, bu kriter tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda, siyasi partilerin adil koşullarda mücadele edebilmeleri için basın ve sivil toplum alanlarının asgari ölçekte özgür olması ve bürokrasinin siyaseten tarafsız kalması gereklidir.
Demokrasinin sıfata sahip olması (sıfatlı demokrasi) ne demek?
Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde birçok ülkede seçimlerin düzenlenmeye başlaması demokratik rejimlerin dünya genelinde yayılmasına imkân sağladı fakat, bu ülkelerin kimisinde serbest ve adil koşullarda seçimler yapılmasına karşın demokrasinin işleyişiyle bağdaşmayan bazı uygulamalar görüldü. Siyaset bilimciler bu ülkelerin demokratik rejimlerin minimal kriterlerini karşıladığını belirtmekle birlikte yapısal eksikliklerini sıfat ekleyerek açıklar. Sıfatlı demokrasi kavramına şöyle örnek verebiliriz: Azınlık gruplarının bazı haklarını kullanmakta zorlandıkları ve çoğunluğun baskısına maruz kaldıkları rejimler illiberal demokrasi, seçim yoluyla iktidara gelen partilerin meşruiyetini sandıktan almayan bazı aktörler tarafından kısıtlandığı rejimler vesayetçi demokrasi olarak adlandırılır.
Yönetime eşit-demokratik katılım hakkı olan seçim sisteminin, basit bir “oy verme” algısına indirgenmesinin seçmen ve siyasal partiler için olumlu/olumsuz etkileri neler?
Bu durum vatandaşın siyasal alana katılımını düşürür. Toplumun önemli bölümü sivil toplum kuruluşları ve toplumsal örgütlerin çalışmalarına katılmayı ve siyasi partilere üye olmayı tercih etmez. Sonuçta aktif siyaset, çok dar bir toplumsal kesimin profesyonel hedeflerle katıldığı ve seçmenlerin de siyasetçileri ancak seçim dönemlerinde sandıkta denetlediği bir alan haline gelir. Vatandaşların politika yapım süreçlerine etkisi azaldıkça siyasetçilerin kendi şahsi çıkarlarına uygun şekilde politikalar belirleme ihtimalleri artar. Seçmenlerin günlük meselelerinden uzaklaşan siyaset, ekonomik gücün ve çeşitli aidiyet ilişkilerinin siyasi nüfuza çevrildiği bir alan haline gelir.
Kimlik politikaları (seçmenin ya da siyasetçinin cinsiyet, din, etnisite vd. özellikleri) sadece gelişmekte olan ülkelerde mi gözlemlenir?
Güçlü siyasi kurumlara ve ekonomik istikrara sahip ülkelerde seçmen davranışları büyük oranda ekonomi (refah seviyesi, işsizlik ve enflasyon gibi sorunlar) ve iç siyaset (eğitim, çevre politikaları, göç) alanlarındaki somut meseleler üzerinden şekillenir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası siyaset ve dünya ekonomisinde yaşanan değişimler nedeniyle kimlik politikaları sadece gelişmekte olan değil, birçok gelişmiş ülke siyasetinde bile büyük önem kazandı.
Aidiyetleri yüzünden bazı siyasetçiler toplumun bir kesimine ulaşmakta zorlanabilirken azınlık grupları da çoğunluğun desteklediği iktidar tarafından benzer saiklerle dışlanabilir. Bunun sonucunda, toplumda kimlikler üzerinden siyasi ayrışma ve kutuplaşma seviyeleri artabilir.
Kimlik politikasının seçmen davranışları üzerindeki etkileri neler?
Kimliklerin siyasi tercihlerde belirleyici ana faktör haline gelmeleri durumunda seçmen davranışları sabitleşir ve siyasi partiler arasında oy geçişkenliği azalır. Oy tercihlerinde seçmenler siyasi partilerin program, vaat ve performanslarından ziyade kendi kimlik ve aidiyetleri üzerinden değerlendirmede bulunur. Bu durum siyasetçilere seçmenlerle kimlik politikaları üzerinden güçlü bağlar kurmaları karşılığında, diğer konularda serbest şekilde hareket etme imkânı sağlar. Böylece, seçmenlerin oy verdikleri siyasetçileri denetleme kapasitesi azalır. Siyasi alanda hesap verebilirliğin düşmesi kamu hizmetlerinde kaliteyi düşürmenin yanında, yolsuzluk vakalarını da arttırır. Ancak, kimlik politikasının bazı azınlık gruplarına kamusal alanda görünürlük kazandırması gibi olumlu yanları da vardır.
Seçmenler, siyasi partilere ya da bağımsız adaylara ilişkin değerlendirmelerinde hangi kriterleri göz önünde bulundurmalı?
Temsili demokrasilerde, seçmenlerin siyasi ve ideolojik tercihlerini en iyi yansıttığını düşündükleri siyasi partileri desteklemesi beklenir. Yani, hayattan beklentilerini ve temel isteklerini karşılayacağını düşündükleri siyasi aktörlere yönelmeliler. Fakat, en ileri demokratik rejimlerde bile, seçmenlerin görüşlerini bütünüyle temsil eden aktörlere denk gelmeleri mümkün değil. Bu nedenle, siyasi partilerin vaatleri ve programları somut olarak incelenmelidir. Ulusal veya yerel ölçekte iktidarda olan siyasi partilerin performansları değerlendirilmelidir. Siyasetçilerin ise görevlerinde kazandıkları başarılar veya başarısızlıklar ileriki dönem performansları hakkında fikir verecektir. Son olarak, seçmenler kendilerine en yakın gördükleri siyasi parti veya adayın kazanma şansının düşük olduğunu düşünürlerse, tercih etmedikleri siyasi aktörlerin seçilmesini engellemek için görece daha az tercih ettikleri adaylara stratejik destek verebilirler.
İlk kez oy kullanacak gençler, seçmen davranışlarını belirlemek için neler yapmalı?
Siyasi kutuplaşmanın yüksek seviyelerde cereyan ettiği toplumlarda seçmenler tepkisel ve anlık kararlar almaya meyilli olur. Bu da onları, kendilerini en iyi temsil edecek partilerden ziyade iktidarda görmek istemedikleri veya kızgın oldukları partilerin karşısında yer alan seçeneğe yöneltir. Oysa gençlerin siyasi görüşlerini netleştirmeleri gerekir. Önemsedikleri konuları gündeme getiren ve görüşlerini savunan partilere yönelebilirler. Partilerin vaatlerini birbirleriyle karşılaştırdıktan sonra bu vaatleri yerine getirme ihtimali yüksek olanları tercih etmeliler.
Demokrasi bağlamında Türkiye’nin geçmişini ve bugününü değerlendirdiğinizde nasıl bir değişim izliyorsunuz?
Türkiye, 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra çok partili parlamenter sisteme geçerek, birçok gelişmekte olan ülkeye nazaran görece daha erken bir tarihte demokratikleşti. Fakat, bu olumlu başlangıca karşın, geçen 75 senelik süre zarfında, demokratik rejimini bir türlü oturtamadı. Bunun bir nedeni ordunun siyaset üzerinde yakın zamana kadar kırılmayan güçlü etkisidir. Çok partili dönemde üç defa (1960, 1971 ve 1980) hükümetlerin darbe yoluyla devrilmesinin yanında, birkaç darbe teşebbüsü (1962, 1963 ve 2016) de hükümetler tarafından bastırıldı. Öte yandan, sivil iktidarlar altında da otoriterleşme süreçleri yaşandı. Seçim yoluyla iktidara gelen bazı hükümetler, bürokrasi ve yargıyı kontrol altına aldıktan sonra muhalif grupları baskı altına alarak demokratik rejimin çökmesine yol açtı. Her iki durumda da siyasi partilerin serbest ve adil koşullarda rekabet etmesini güvence altına alacak ve seçim sonuçlarını tüm siyasi aktörlerin kabul ettiği bir demokratik rejim ortadan kaldırıldı.
Demokratik rejimin önümüzdeki dönemde pekişmesi ancak bazı kronik siyasi sorunların aşılmasıyla mümkün olacaktır.
Bu sorunların başında siyasi partilerin rejimin temel nitelikleri (ulus devletin niteliği ve laiklik politikaları) hakkında görüş ayrılıkları nedeniyle en temel meselelerde bile uzlaşmakta zorlanmaları geliyor. Sistem karşıtı olan partilerin güç kazandıkları dönemlerde merkez siyaseti çökmüş ve siyasi alan kutuplaşmıştır. Bu durumda, siyaset bir tarafın kazancının ancak diğerinin kaybıyla sonuçlandığı bir alana dönüşmüştür.
Türkiye ilk defa demokrasiye geçtiğinde toplumun kalkınma seviyesi ve şehirleşme oranı çok düşüktü. Günümüzde ise en azından orta gelir seviyesini yakalamış, ortalama eğitim seviyesi oldukça yükselmiş ve şehirleşme oranı neredeyse yüzde 90’lara çıkmış bir ülke haline geldi. Dolayısıyla, siyasi katılım seviyesi önceki dönemlere nazaran çok daha yüksektir. Oy kullanma alışkanlığının yaygın olması nedeniyle Türkiye’de siyasi partiler en azından kampanya dönemlerinde seçmenlerle yakın temas kurmak ve onlara kamu kaynak ve hizmetlerini ulaştırmak ihtiyacı duyuyor. Ayrıca muhalif gruplar kitle iletişim araçlarını kullanarak hızlı ve etkin şekilde örgütlenme imkânlarına sahip.
Politik okuryazar olabilmek için başlangıç kitaplarından daha ileriki aşamalara kadar hangi 10 kitabı okumamızı tavsiye edersiniz?
- Karşılaştırmalı Siyaset Temel Konular ve Yaklaşımlar – Sabri Sayarı ve Hasret Dikici Bilgin (ed.)
- Türk Dış Politikası – Baskın Oran (editör)
- Cereyanlar – Türkiye’de Siyasi İdeolojiler – Tanıl Bora
- Türkiye’de Parti ve Seçim Sistemi – Ergun Özbudun
- Otoriter Rejimler, Seçimsel Demokrasiler ve Türkiye – Ergun Özbudun
- Demokrasi Üzerine – Robert Dahl
- Siyaset: Kavramlar, Kurumlar, Süreçler – Yüksel Taşkın
- Siyasal Düşüncelerin Toplumsal Tarihi Seti – Ateş Uslu
- 1960’tan Günümüze Türkiye Tarihi – Suavi Aydın ve Yüksel Taşkın
- Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat- Attila Aytekin ve Gökhan Atılgan (ed.)
Berk Esen Kimdir?
Doktora derecesini 2015’te Cornell Üniversitesi’nden aldı. Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesinde akademisyen. Türk siyaseti, otoriterleşme ve siyasi partiler alanında çalışmalar yürüten Esen, Post-post Kemalizm ve Eleştirel Güvenlik ve Türkiye kitaplarını derledi
Diğer uzman görüşlerini okumak için tıklayın.