Bookinton

José Saramago… Eleştirel bakış açısını kuşanan aykırı kalemiyle, var olan her şeye meydan okumaktan çekinmeyen, tüm kalıpları büyülü bir incelikle yıkan Nobel Edebiyat Ödüllü Portekizli yazar. “Tolstoy’un Bisikleti” kavramının en iyi örneklerinden biri. Neden mi?

Betül Özden

Hiç satırları arasında gezinirken merak ve hayranlıkla bağlandığınız, içten içe önünde saygıyla eğilme ihtiyacı duyduğunuz ve zihninizin bir köşesinde onu masasının başında şimdi okumakta olduğunuz kelimeleri yazarken düşlediğiniz bir yazar oldu mu? Olmadıysa henüz José Saramago ile tanışmamışsınız demektir. Hadi onu yakından tanıyalım.

Yokluk içinde bilgeliğe dokunmak

José Saramago, Portekiz’in başkenti Lizbon’un kuzeydoğusunda Ribatejo eyaletindeki ve küçük bir köy olan Azinhaga’da 16 Kasım 1922 tarihinde dünyaya geldi. Topraksız köylülerden olan ve yokluğa karşı savaş veren bir aileye doğdu. Babası José de Sousa ve annesi Maria da Piedade’di. 

Sarhoş bir nüfus memuru sayesinde kaderin ironik tarafıyla belki de daha bebekken tanıştı. Memur ona bir soyadı daha ekleme gereği duymuştu; Saramago. Saramago, Azinhaga köyünde yetişen ve fakirlerin besin kaynağı olan yabani otsu bir bitki adıydı. İlkokula kadar kimse onun bir başka soyadı olduğunu fark etmemişti. Okul çağında resmi makamlarla sorun yaşayan baba çareyi Saramago soyadını kendine de almakta buldu. 

Babası 1924’te daha rahat yaşam koşulları için çiftçiliği bıraktı ve Lizbon’a taşınarak polis oldu. Bu onları bir nebze rahatlattı ama yeterli olmadı. Başkente taşınmalarının ardından birkaç ay sonra abisi Francisco öldü. Saramago’nun ailesi Lizbon’a yerleştikleri ilk zamanlar maddi olarak zorluk yaşadıkları için odaları başka ailelerle paylaştıkları ortak evlerde kalıyorlardı. Bu nedenle Saramago reşit olana ve tek başlarına oturacakları bir eve yerleşene kadar çoğunlukla dedesi Jerónimo Meirinho ve anneannesi Josefa Caixinha ile vakit geçirirdi.

İleride yapacağı Nobel konuşmasında dedesinden “Hayatım boyunca tanıdığım en bilge adam okuma yazma bilmiyordu,” diye bahsedecek ve ekleyecekti “Bazen, sıcak yaz gecelerinde, akşam yemeğinden sonra, büyükbabam bana, ‘José, bu gece ikimiz incir ağacının altında uyuyacağız’ derdi. Uyku vakti geciktikçe büyükbabam hikâyeler anlatmaya başlardı. Efsaneler, hayaletler, hikâyeler, eski ölüler, küçük kavgalar, atasözleri, bitmek bilmez dedikodular, bir yandan beni uyanık tutarken bir yandan da ninni gibi gelirdi. Ben uykuya daldığımda susar mıydı yoksa anlatmaya devam mı ederdi, bilmiyorum. Uzunca bir sessizlik olduğunda ‘Sonra ne oldu?’ diye sorardım; hikâyeyi belki kendi için, belki unutmamak için, belki de her seferinde daha zenginleştirmek için yeniden anlatırdı. O yaşta, büyükbabam Jeronimo’nun dünyada her şeyi bilen tek kişi olduğunu düşünürdüm.”

Böylece Saramago’nun ileride filizlenecek ve art arda meyve vermesini sağlayacak tohum, okuma yazma bilmeyen, bilgeliği hayata basitçe uyum sağlayarak ve akışta kalarak öğrenen dedesi ve anneannesi tarafından atılmıştı.

Nobel’e giden yol

“Mühim olan varış değil, gidiştir.” (Bilinmeyen Adanın Öyküsü)

İlkokulda oldukça başarılı olan ve öğretmenleri tarafından fark edilen Saramago, geçim sıkıntısı nedeniyle eğitimine teknik okulda devam etti. Ders kitaplarını bile okumaktan zevk alıyor, onları edebî meyve vermeye açılan kapılar olarak görüyordu. O dönemde kitap alacak parası olmadığından halk kütüphanesine sık sık giderek okuma zevkini geliştirdi. Eğitimi bittiğinde teknik ressamlıktan redaktörlüğe, editörlüğe ve çevirmenliğe kadar birçok işte çalıştı. 

1944’te İlda Reis ile evlendi. O yıllarda Sosyal Yardım Hizmeti’nde idari memur olarak çalışıyordu. 1947’de İlda Reis’ten bir kızı oldu ve ilk kitabı olan Dul, editöryal nedenlerle Günah Ülkesi adıyla yayımlandı. Birkaç proje üzerine daha çalıştıysa da söyleyecek değerli bir şeyi olmadığını fark ederek ve iç sesini dinleyerek çalışmalarını durdurdu. Devamında tam 19 yıl boyunca yazı yazmadı.

1949’da siyasi nedenlerden dolayı işsiz kaldı. Eski öğretmeni sayesinde bir metal şirketinde iş buldu. 1950’lerin sonunda bir yayıncılık şirketi olan Estúdios Cor’da üretim müdürü olarak görev aldı. Bu görev sayesinde farklı yazarlarla tanışma fırsatı yakaladı. 1955’te çeviri yapmaya başladı. Colette, Pär Lagerkvist, Jean Cassou, Maupassant, André Bonnard, Tolstoy, Baudelaire, Étienne Balibar, Nikos Poulantzas, Henri Focillon, Jacques Roumain, Hegel, Raymond Bayer gibi yazarların eserlerini çevirdi. 1966’da Os Poemas Possíveis (Olası Şiirler) kitabını yayımlayarak edebiyata geri döndü. 1967’de kısa bir dönem edebiyat eleştirmenliği yaptı. 1970’te Belki de Neşe kitabı yayımlandı.

1970 yılında boşandı ve Portekizli yazar Isabel da Nóbrega ile uzun süreli bir ilişki yaşadı. 1977’ye kadar farklı gazetelerde yöneticilik ve editörlük yaptı. 1977’de Ressamın Günlüğü adlı kitabı yayımlandı. 1978’de kısa öykülerden oluşan kitabı Kısırdöngü yayımlandı. 1980’de Toprağın Uyanışı, 1982’de Baltasar and Blimunda, 1984’te Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl, 1986’da Yitik Adanın Öyküsü, 1989’da Lizbon Kuşatmasının Tarihi yayımlandı. 

1986’da İspanyol gazeteci Pilar del Río’ya âşık oldu ve 1988’de onunla evlendi. 1991 yılında İsa’ya Göre İncil yayımlanınca Katolik Kilisesi’nin ve İsa’nın bugüne kadar aktarılmış hikâyesine inanan insanların tepkisini çekti. Portekiz hükümeti tarafından baskı gören ve Avrupa Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmesi engellenen Saramago, eşi ile birlikte Portekiz’i terk edip Kanarya Adaları’nda bulunan Lanzarote Adası’na yerleşti. Ömrünün geri kalanını bu adada geçirdi.

1993’te Lanzarote Günlükleri adlı beş ciltlik günlüğünü yazmaya başladı. 1995’de Körlük, 1997’de Bütün İsimler, yine 1997’de Bilinmeyen Adanın Öyküsü, 2000’de Mağara, 2002’de Kopyalanmış Adam, 2004’te Görmek, 2005’te Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş, 2006’da Küçük Anılar, 2008’de Filin Yolculuğu, 2009’da Kabil yayımlandı. Kitaplarının yanı sıra yazarlık kariyeri boyunca birçok deneme, günlük, oyun, şiir kitapları yazdı.

Nobel ve sonrası 

José Saramago, Körlük kitabının ardından, 1995’te Camões Edebiyat Ödülü’ne, 1998’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık gösterildi.

Nobel Ödülü sonrası kamu faaliyetlerini arttıran José Saramago, beş kıta dolaşarak konferanslar verdi, akademik dereceler aldı, edebî, sosyal ve siyasi nitelikteki toplantı ve kongrelere katıldı. 

2007 yılında Lizbon’da kendi adına çağdaş edebiyatın savunulması ve yaygınlaştırılması, İnsan Hakları Şartı’na uyulması ve savunulması gerekliliğini hedefleyen bir vakıf kurmaya karar verdi. José Saramago Vakfı, Temmuz 2008’de Lizbon’daki Casa dos Bicos’un hibe edilmesiyle kapılarını ziyaretçilerine açtı.

Tolstoy’un Bisikleti 

Hedefe giden yolda, yol ne kadar dolambaçlı olursa olsun hiçbir zaman geç kalınmış değildir. “Tolstoy’un Bisikleti” kavramı da bize bunu anlatır. En başta söylediğim gibi José Saramago, bunun en iyi örneklerinden biri. Saramago, iyi bir yazar olma hedefini gerçekleştirmek ve fark yaratmak istiyordu, ileri yaşına rağmen bu idealini hem gerçekleştirdi hem de 76 yaşında Nobel Edebiyat Ödülü alarak perçinledi. İyi bir eğitim olanağına sahip olamamıştı ama bu onun kitaplara ve yazmaya olan tutkusunu söndürmedi. 

Heykelden Taşa ve Nobel Konuşması adlı kitabında “Ne mutlu hayır diyenlere çünkü dünyanın hükümranlığı onlara aittir.” der. Saramago’yu Saramago yapan da hayatının toplamındaki tüm hayırlarıydı. O, tüm hayatıyla her anlamda her şeyi ters yüz etmekten ve baş kaldırmaktan çekinmeyen bir kişiliğe sahipti. 

İsteseydi ilk kitabından sonra maksat yazmak olsun diyerek yazmaya devam edebilirdi. Ama o anlatmaya değer bir derdinin olmaması nedeniyle yazmaya ara verdi. O arada dahi hedefinden sapmadı. Editörlük ve çeviri yaptı. Böylece iyi bir kitabın nasıl yazılması gerektiğini ve hatta nasıl yazılmaması gerektiğini öğrenerek kendi değerlerine değer kattı. Yazma ve okuma pratiğini geliştirdi. 1976’da işsiz kaldığı bir dönemde Alentejo Eyaletindeki Lavre köyüne yerleşerek ileride yazacağı romanların karakteristik özelliğini belirleyecek anlatım biçimini saptamak üzere kafa yordu. 

Yazma stilini belirlerken virgül ve nokta haricinde başka noktalama işareti kullanmaya gerek görmedi çünkü kendini hep sözlü bir hikâye anlatıcısı gibi gördü. Bu yüzden aynı konuşurken olduğu gibi eslere yer verdi ve noktalama işaretlerine ihtiyaç duymadı. 

Anlatmaya değer bir amacı olduğunu anlayınca içindeki asi komünist ruh devreye girdi. Okuyucusunu yanına alıp âdeta elini omzuna koyarak bir de böyle bak dercesine onu çarpıcı gerçeklerle yüzleştirdi. Tüm çabası buydu aslında; insanları insan yapmaya çalışmak ve çeldiricilerden kafalarını çevirmelerini sağlayarak uyandırmak. Hatta bu uğurda kılıç kuşanan Don Kişot gibi Tanrı’ya bile kafa tuttu. Hep görünenin ardındaki görünmeyen gerçeklerle ilgilendi ve dengeleri büyük bir zevkle ters yüz etti. Yetmedi ironiyi en iyi şekilde kullanarak algılarla oynadı. Ancak en karamsar tablolarda bile okuyucusuna göz kırpmayı ve onun elinden tutmayı ihmal etmedi. Ona göre her şeye rağmen hayat güzeldi. Sonunda ölüm olsa da…

Aşkın Pilar hâli

Sanırım José Saramago’nun hayatını Pilar del Río’dan önce ve sonra olarak ikiye ayırmak yanlış olmayacaktır. Saramago’nun kitaplarını okuyan Pilar’ın kendisiyle şahsen tanışmak istemesi üzerine Pilar del Río ile yolları kesişen Saramago, son nefesine kadar ondan hiç ayrılmadı. Bu aşk öyle ilham verici ve merak uyandırıcıydı ki 2010 yılında Miguel Gonçalves Mendes tarafından José & Pilar adlı bir belgesel çekildi. 

Saramago, Pilar’a güçlü bir aşk ile bağlıydı. Pilar del Río hayatına girdikten sonra Saramago tüm kitaplarını birbirinden güzel cümlelerle ona ithaf etti. Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığını katıldığı bir fuardayken öğrenen Saramago’nun ilk cevabı ise “Bırakın beni karıma gideyim.” oldu. Pilar, onun her şeyiydi.

Ölüm bir varmış bir yokmuş

2005 yılında yayımlanan Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş kitabını yazarken kendine ölümün tatile çıktığı bir evren yaratmıştı Saramago çünkü o da biliyordu ki tüm kokmuş sistemlere, kaosa, cahilliğe, caniliğe, kötülüğe rağmen bu dünya güzeldi ve yaşanılası bir yerdi. Burada hayat; dostluk, neşe, huzur ve aşk vardı. Burası zıtlıklar dünyasıydı ve ikiliği birleyip kabule geçtiğinde bu dünyadan ayrılmayı düşünmek zordu. Pilar’dan ayrılmak daha da zordu. Ancak ölüm gerekliydi.

Uzun bir hastalıktan sonra çoklu organ yetmezliği ile savaşan José de Sousa Saramago 18 Haziran 2010 günü geldiğinde Lanzarote’deki evinde çok sevdiği Pilar’ından, sevenlerinden ve bildiğimiz dünyadan ayrıldı. Kim bilir belki o da bir kelebek olmuştur şimdi.

“Peki kendisini kozasına hapseden ve kapıyı ören ipekböceğinin ölüm anı hangisiydi, bir ölümden yeni bir yaşamın doğması nasıl olabiliyordu acaba, kelebeğin yaşamı böceğin ölümünden mi doğmuştu, yoksa kelebekte yaşadığına göre ipekböceği hiç ölmemiş miydi.”

(Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş) 

Kaynaklar:

https://www.kirmizikedi.com/jose-saramago?ps=6

https://www.josesaramago.org/en/biography/

https://www.nobelprize.org/prizes/literature/1998/saramago/facts/

https://parsomenedebiyat.com/2013/10/29/jose-saramagonun-nobel-edebiyat-odulu-konusmasi-1998/

https://oggito.com/icerikler/jos-saramago-aslinda-kotumserim-ama-kendimi-kafamdan-vuracak-kadar-degil/28929

Diğer yazar dosyalarını okumak için tıklayın.

https://ciberduvidas.iscte-iul.pt/artigos/rubricas/idioma/saramago-o-escritor-que-brinca-com-a-pontuacao/1691

3 Yorum

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.