Bookinton

Türkçe edebiyatta polisiye dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri şüphesiz A. Ömer Türkeş. “Türkiye’de iyi okuyucu krizi var,” diyen eleştirmen, yazar Türkeş ile yayın dünyasının durumunu ve polisiye türünün yayıncılıktaki yerini konuştuk. 

Günnur Aksakal Baykan

Kristal Kelepçe Ödülleri, 2017 yılında kurulan POYABİR tarafından veriliyor. 2022 Kristal Kelepçe Ödülleri’nde kazananlar arasında “Polisiye Edebiyata Katkı Ödülü” ile A. Ömer Türkeş de yer alıyor. Usta eleştirmen ile POYABİR’i ve yayınevlerinin polisiye edebiyata bakışını konuştuk.

Türkiye Yazarlar Birliği (POYABİR) kuruluşunda Sevin Okyay, Metin Celâl, Osman Aysu ve Erol Üyepazarcı ile “Onursal Üye” olarak yer aldınız. Polisiye türünde eserler veren yazarların bir araya geldiği bu yapılanmada Onursal Üye olmak sizin için ne ifade ediyor?

Elbette sevindirici. Bu ödülün pek çoğunu kariyerlerinin ilk basamaklarından, ilk romanlarından beridir izlediğim polisiye yazarlar tarafından verilmesini ayrıca önemli buluyorum. Birlikte yaptığımız uzun yolculuğun mükâfatı gibi algıladığımı söyleyebilirim.

Kristal Kelepçe Ödülleri’nde polisiyeye katkılarınızdan ötürü ödüle layık görüldünüz. Polisiyeyle tanıştığınız zamanlardan bugüne geçen zamanı ve aşamaları düşündüğünüzde neler hissediyorsunuz? Türkçe edebiyatta polisiye ve hatta bilim kurgu, fantastik gibi türlerin tabir caizse üvey evlat muamelesi gördüğü bir dönem vardı. Bu anlayışta sizce ilerleme oldu mu?

Bu soruların yanıtı çok uzun bir zaman dilimini kapsıyor; başlı başına bir yazı konusu olabilecek kadar uzun bir zaman. Babam sayesinde 12-13 yaşımdan beri polisiye okuyorum. Yaklaşık 50 yıl diyelim. 25 yıldır da polisiye edebiyat hakkında yazıyorum. Çok kısaca şunu söyleyebilirim; yerli üretimin az olduğu, sadece –çoğu çalakalem– çevirilere dayalı bir türdü. Romanı büyük meselelere açılan kapı olarak gören yüksek edebiyatın ilgi alanının dışındaydı. Üstelik çok satmalarına rağmen diğer popüler türler de –aşk romanları, tarihî romanlar, bilim kurgular, korkular da– edebiyatın gayrimeşru çocuklarıydılar. Edebî değerleri gerçekten parlak sayılmaz ama varlıkları, okunma/yazılma/yayımlanma süreçleri edebiyat sosyolojisi açısından çok önemli ve bu dev külliyat 2000’li yıllara kadar görmezden gelinmişti. 

Bugün edebî anlamda kalitesi yüksek çok sayıda yerli polisiyeler, dünyanın dört bir yanından yapılan titiz çeviriler okuyoruz. Böylelikle polisiyelerin dünyanın kirine pasına nüfuz etme potansiyeli sonunda Türkiye’de de kabul görüyor. Bunun yanı sıra popüler kültür alanına giren edebî üretim her bakımdan inceleme konusu oluyor. 

Bu çerçevede POYABİR’i ve Kristal Kelepçe’yi nasıl konumlandırıyorsunuz?

POYABİR ve Kristal Kelepçe değişimin başlatıcısı değil sonucudur ama söz konusu değişimin daha sağlıklı gelişmesine, daha kaliteli eserler üretilmesine katkıda bulunmak anlamında çok önemli bir potansiyele sahiptir. 

“Yerli polisiye roman üretimiyle yayını arasında uçurum var. Pek çok kaliteli polisiye dosyası yayınevleri tarafından geri çevriliyor.”

Polisiye öykü, roman ya da senaryo yazarları için sektör daha zorluymuş gibi görünüyor. Hem bu konuya bakışınızı hem de bu duvarı yıkmak için polisiye yazarlarına tavsiyelerinizi paylaşabilir misiniz?

Gerçekten de çok zorlu. Dizi senaryoları hakkında konuşmak istemem, zira üretim ve tüketim süreçleri çok farklı. Az önce bir gelişmeden söz ettim ama hâlâ emekleme sürecindeyiz. Yerli polisiye roman üretimiyle yayını arasında uçurum var. Pek çok kaliteli polisiye dosyası yayınevleri tarafından geri çevriliyor. Beğenilmedikleri için değil, satış şansları az olduğu için. Aslında yerli romanların çoğuna reva görülen bir muamele. Ne yazık ki kitap üretimi de kapitalist üretim sürecinin bir parçası ve yerli edebiyat –belli başlı bir avuç yazar dışında– okuyucunun ilgisini çekmiyor. İşte bu anlamda POYABİR ve benzeri oluşumlar etkinlikleri ile görünürlüklerini arttırmayı önlerine koymalı. Yerli yazarların eserlerinin gazete ve dergilerde daha çok yer alması için stratejiler geliştirilmeli.

“İyi polisiyeler türün meraklılarına hitap ediyor ama ne yazık ki satmıyorlar.”

Dünya çapında okuma alışkanlıklarını ve çok satan listelerinde polisiyenin yerini düşündüğümüzde Türkiye’deki yayınevlerinin polisiye eserlere mesafeli duruşunu nasıl yorumluyorsunuz?

Az önce söylediğim gibi; edebiyat, polisiye, korku, bilim kurgu gibi türler arasında yayınevlerinin yaptığı ayrım tamamen satış potansiyeli ile ilgili. Polisiye edebiyat dizileri yönetmiş birisi olarak söylüyorum; iyi polisiyeler türün meraklılarına hitap ediyor ama ne yazık ki satmıyorlar. Bu konuları tartışırken kitap endüstrisinin görünmez ama en etkili bileşeni olan “okuyucu”yu gözden kaçırmayalım. Genelde iyi edebiyat –özelde iyi polisiye– iyi okuyucuyla mümkündür. Açıkçası Türkiye’de iyi okuyucu krizi var. Bu kriz okuyucu talepleriyle şekillenen piyasayı olumsuz etkiliyor.

Ayfer Kafkas, Elçin Poyrazlar ve adını anmadığımız pek çok kadın yazar olmasına rağmen polisiyenin erkek egemen bir tür olduğunu söyleyebiliriz. Konuyla ilgili siz ne düşünüyorsunuz? Kadın yazarların bu türde tutunması daha mı zor, yoksa yeterince duyurulmadığı için mi böyle bir algımız var?

Dünya ölçeğine baktığımızda, türün gerek klasikleşmiş gerek çağdaş kadın yazarlarını aklımıza getirdiğimizde, böyle bir genelleme yapamayız ama Türkiye’de erkek yazarların bariz bir üstünlüğü olduğunu kabul ediyorum. Nedenlerini bir çırpıda söylemem zor; okuyucu algısından ziyade kadın yazarların farklı türleri tercih etmelerine bağlayabilirim ama dayanıksız bir çıkarım yapmış olurum. Tam da bu noktada başka bir eksikliğimiz, edebiyat sosyolojisinin edebiyat dünyasına neredeyse hiç katkısı olmadığı çıkıyor ortaya. Edebî alanının pek çok bileşeni Batı’daki kurumsallıktan çok uzak, daha doğru bir deyişle genel olarak edebî alan kurumsallaşmış değil.

Popüler dergi ve gazetelerden teorik edebiyat dergilerine kadar çok sayıda mecrada eleştiri yazılarınız yayımlandı, yayımlanmaya da devam ediyor. Bugünlerde ülke ekonomisindeki malum durum yüzünden kültür-sanat mecraları ve emekçileri zor günler geçiriyor. Sizce bu durumun eleştirmenlik üzerindeki mesleki etkisi ne?

Bizde kurumsallaşanlar edebî üretim pastasından payını alanlar oluyor; yayınevleri, dağıtımlar, kitap satış noktaları… Çok satmayan yazarlar, çevirmenler, redaksiyon yapanlar, bağımsız dergiler ve eleştirmenler alanın aktörleri olmasına rağmen bunu bir meslek olarak tanımlayamazlar. İnsan hayatını kazanmadığı bir faaliyeti meslek olarak görebilir mi? Bugün pek çok yazar, çevirmen, eleştirmen edebî alandaki varlığını sürdürebilmek için başka işlerde çalışıyor; o işten kalan zamanda yazıyor, çeviriyor, eleştiriyor. Sonuç kaçınılmaz biçimde değer, kalite ve derinlik kaybı olacaktır. 

Eleştirmen adaylarının bir noktada kendilerini bütçe karşılığı tanıtım yaparken bulma tehlikeleri var mı?

Hiç kuşkunuz olmasın. Hele ki şu anda maruz kaldığımız vahşi kapitalizm koşullarında ayakta kalmak için eli kalem tutan pek çok genç, eleştiri değil yayınevleri için kitap tanıtım yazısı yazıyor. Dergiler telif ödemedikleri için yayınevlerinden gelen reklam yazılarını tartışmasız kabulleniyor, okuyucular bu yazıları eleştiri yazısıymış gibi algılıyor. Tekrar ediyorum; sonuç kaçınılmaz biçimde değer, kalite ve derinlik kaybıdır.

“Yıllara dayalı emeğin ürünü olan bir kitabın basılıp depoya kaldırılmasını görmenin hayal kırıklığını yaşamak istemiyorum.”

Katkıda bulunduğunuz çok sayıda derleme var. Yine de polisiye okurları sizden Hoş Cinayet gibi bir eser bekliyor. Ne dersiniz, okurlarınıza bir müjde verebilir miyiz?

Hayır. Yukarıda sözünü ettiğim karanlık tablo nedeniyle bir inceleme kitabı yayımlama hevesimi çoktan yitirdim. Verdiğiniz örnekten gideyim; Ernest Mandel gibi bir ustanın elinden çıkan Hoş Cinayet gerçekten de heyecan verici bir çalışma. Bu kitap polisiye türün meraklıları arasında çok saygın ve önemli bir başvuru kaynağı ama okuyan sayısı o kadar az ki kitaplar yıllardır yayımcısının deposunda yığılmış hâlde duruyorlar. Demek istediğim okuyucu bu tarz çalışmalara ilgi göstermiyor. Bense çok yıllara dayalı emeğin ürünü olan bir kitabın toplam 1000 adet basılıp depoya kaldırılmasını görmenin hayal kırıklığını yaşamak istemiyorum. Bu nedenle içerikleri nerdeyse hazır olduğu hâlde ne edebiyatın geneli ne de farklı türleri hakkında kitap yayımlamayı düşünmüyorum. 

Çağdaş polisiye yazarlarından hangilerini takip ettiğinizi sormak isterim. Son zamanlarda okurken en çok keyif aldığınız beş yazarı öğrenebilir miyiz?

Öncelikle söylemek gerekir ki son yıllarda gerçekten çok iyi, önemli ve etkileyici polisiye roman okuma fırsatı bulduk. Siyasi ve toplumsal meseleleri polisiye kurguya yediren yazarları daha çok sevdiğimi sıklıkla ifade ediyorum. Böyle bir perspektiften bakıldığında İskoçya’nın “tartan polisiyeleri”, İskandinav ülkelerinin karanlık atmosferli polisiyeleri, Latin Amerika’nın “kirli gerçekçileri”, Camilleri’nin başını çektiği İtalyan polisiyeleri favorilerim. Beş isim yetersiz, listeyi biraz genişletelim; öncelikle yitirdiğimiz ustalardan Henning Menkell, Andrea Camilleri, Georges Simenon, Jim Thompson, Philip Kerr isimlerini öne çıkarmak isterim. Şimdilerde Ian Rankin, Hakan Nesser, Karin Fossum, Arnaldur Indridason, Paco Ignacio Taibo II, Rubem Fonseca, Petros Markaris, Donna Leon, Wolfgang Schorlau, Adrian McKinty, Parker Bilal severek okuduğum yazarlar.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

2022 Kristal Kelepçe Ödülleri kimlere verildi? Merak ediyorsanız haberimizi okuyabilirsiniz.

Diğer uzman görüşü röportajlarını okumak için tıklayın.

3 Yorum

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.