Hepimizin hayatında ruhumuza işleyen, okuduğumuzda heyecanlandığımız ve önermek istediğimiz kitaplar vardır. Bizden sonra okuyanlar da aynı duyguları hissetsin kitaptan aynı zevki alsın isteriz. Editörlerimiz unutamadıkları kitapları anlatmaya devam ediyor. Şubat ayı için kitap önerileri listemize buyrun.
Kaplumbağalar – Fakir Baykurt
Yayınevi: Literatür Yayınları
Öneren Editör: Fatma Doğru
Fakir Baykurt’un, Anadolu’da imkânsızlıklar içindeki sayısız köy çocuğunu eğiten Köy Enstitüsü çıkışlı bir öğretmen olduğu yıllar. Ankara’da görevliyken civar köyleri dolaşıp gözlemler yapar, notlar alır ve nihayetinde Burdur’daki köyüne, annesinin yanına gider. Yazar kendisini ziyarete gelen köylülere coşkuyla Kaplumbağalar romanının taslağını anlatır. Köylülerden Haçça kadın ayağa kalkıp “Sivrelt halam kalemini sivrelt de yaz!” diye bağırır. Yalnızca bu söz için bile bu kitap okunur. Dönüp dönüp o dört sayfalık girişi okudum, yüzyıllar ötesine gittim, geldim. Aslında ben bu kitapta gerçek bir aydından köy romanını okudum.
Köylü neden milletin efendisidir sözünü iliklerimize kadar hissedebilmek, betonun tarım arazilerini hızlıca yutup köylüyü şehre sürüklediği dönemlerde kaplumbağa imgesinin temsil ettiği manayı bugünün bakışı ile anlamak için de bu kitap okunur. Sonra da betonun yuttuğu sokaklarımızda denk gelirsek eğer gördüğümüz her kaplumbağaya şapka çıkarırız…
Yalnızlık Paylaşılmaz – Özdemir Asaf
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Öneren Editör: İnci Okumuş
Bir dosta verilecek en güzel armağan, belki de hayat telaşından hiç de fark etmediği kendi kalbinin hazinesini yine kendine sunabilmek olmalı. Her birimizi ruhundan yakalayacak olan bu harikalığı başarabilecek en iyi güçse bana göre şiirin içinde saklı.
Şiir kitapları diğer bütün türde yazılmış olan edebiyat eserleri içinde aşka en yakın olan kitap olarak hatırı sayılır bir yere sahiptir benim nazarımda. Çünkü aşkın, yalnızlığa ve hüzne iyi gelen, sevinci ve mutluluğu sindire sindire tattıran yanını, şiir bohçasına sakladığını düşünürüm hep…
Kalabalıklar içinde hiç durmaksızın çalışarak geçirdiğimiz yıllarımızda kendimize itiraf edemediğimiz şey tam da şudur: Hepimiz yalnızız… İyi ama bütün işleri kotarırken hepimiz hep birlikteyiz aslında. Nasıl yalnız oluyoruz ki biz? Şair Özdemir Asaf, içine benim kattığım kelime olan çünkü’den sonra bir köşeden şöyle fısıldıyor kulağıma. Çünkü: Yalnızlık Paylaşılmaz. Kitabın ismini gördüğüm an yaşadığım his şuydu: Nasıl da paylaşmış yalnızlığımızı! Şair işte! Anlar halden. Şiir işte, güzel bir kucaklayış. Kalpten öpüş. Sarılış, şöyle sımsıcak…
Yalnızız – Peyami Safa
Yayınevi adı: Ötüken
Öneren Editör: Gamze Göktürk
Yalnızız kitabı, yazar kimliği yanında ayrıca bir düşünür de olan Peyami Safa’nın yalnızca Türkiye’de değil dünya edebiyatında da ses getiren eseridir. Kitapta, doğu- batı meselesi işleniyor gibi görünse de aslında Batı ile Batı’nın çarpışmasını görürüz. Ah bir de “Simeranya” vardır ki -yazarın ütopik ülkesi- sancılar, buhranlar ve bitmek bilmeyen egolar içinde yaşadığımız bu dünyanın aksine o ışıl ışıl parıldar ve sonra yazar kalbimize bir cümleyle bıçak saplar “Tarihin hiçbir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmadın”.
Bir Kol Hikâyesi – Ricardo Sumalavia
Yayınevi adı: Holden
Öneren Editör: Özgü Altındağ
Üçüncü kolu (kolcuk) olan bir babanın ölümü ile anılarını oğlunun ağzından okuduğumuz Bir Kol Hikayesi, 2022 yılı Ekim ayında Holden Yayınevi’nden ilk baskısını yaptı. Babanın böbrek kanseri sebebiyle hemodiyaliz tedavisi görürken ölümü sonrası, oğlunun e-posta kutusuna babasının katil olabileceği şüphesini uyandıran bir not düşer. Bu şüpheli durum karşısında yapılan araştırmalar, hatırlanan anılar aktarılıyor okura. Anlatılanlar gerçek mi kurmaca mı bunu anlamak ise okurun işi…
Kitapta, Peru’nun siyasi ve sosyal durumu çok güzel yansıtılırken, zaman ve mekanların gerçekliği hikâyenin içine girmemizi sağlıyor. Felsefi ve psikolojik bir yanı olan kitabın dikkat çekici kapağı ise cabası…
Jane Eyre – Charlotte Bronte
Yayınevi: Can Yayınları
Öneren Editör: Cahide Gürkaplan
Jane Eyre, yazıldığı dönem olan 19.yy’ın ötesinde bir roman. Hacimli ancak dili oldukça akıcı olan bu kitap, okumaktan en çok keyif aldığım kitapların başında geliyor. Viktorya dönemi İngiltere’sini gerçek bir yüreklilikle kaleme almış olan yazar dönemin erkek üstünlüğünü, sınıf ayrımını ve eşitsizliğini kendine has üslubu ile anlatıyor.
Yazarın hayatından izler taşıyan kitapta öksüz kalan Jane Eyre, yatılı bir okulda öğrenim görür. Çocukluğunun yanı sıra bu katı disiplinli okulda da zorluklarla karşılaşır. Yaşadığı toplumun kadınlar için biçtiği rolü reddeder. Mezun olduktan sonra okuldan ayrılır. Edward Rochester’ın malikânesinde mürebbiye olarak çalışmaya başlar. İki farklı sınıftan insanın yaşadığı olağanüstü aşk kitaptaki romantizmi destekler niteliktedir. Jane bir kadın olarak haksızlıklarla mücadele eder. O denli gururludur ki ne kadar âşık olsa da o şaşaalı hayat yerine mütevazi hayat tarzına sadıktır.
1847 yılında yayımlanan Jane Eyre’in en önemli özelliği kadın hakları ve özgürlükleri konusunda yazılan eserlerin başında gelmesidir. Bu feminist romanı okurken bir yandan dönem toplumunun baskıcı- acıklı tarafını diğer yandan da yalnız bir kadının hayat mücadelesini göreceksiniz.
Ben de tıpkı bugün yaşasa Jane’in dileyeceği gibi, bilhassa kadınlar için yaşanılabilir, eşit ve özgür bir toplum diliyorum.
Bir Mahkeme Öyküsü – Cenap Güven
Yayınevi: Mavi Nefes
Öneren Editör: Sanem Güven
Kemal Sunal’la Savaş Yurttaş’ın oynadığı Davacı filmini izlediniz mi? Bir zamanlar televizyonda çok sık gösterilirdi. Köyde yaşayan iki komşunun arasındaki “tavuğuma kışt dedin” türünden küçük bir sorunun, olmadık şekilde yedi yıl süren bir davaya dönüşmesini ve dava sürecini konu ediyordu. Türk yargı sistemi üzerine çekilmiş en gerçekçi filmlerden biri olan ve muhteşem bir mizah içeren Davacı filmi, Cenap Güven’in yazdığı “Bir Mahkeme Öyküsü” eserinden uyarlanmıştı. Ancak yazarının bu uyarlamadan hiç ama hiç haberi yoktu!
Film vizyona girdikten sonra Attila Dorsay’ın filmle ilgili eleştirisini okuyan Cenap Güven, “Allah Allah, ne kadar da benim öyküme benziyor” diye düşünmüş, şaşırmıştı. Ancak kendisinden habersiz böyle bir şey yapılacağına inanamadığından, filmi bulup izlemesi için bir arkadaşından telefon gelmesi gerekti: “Senin öyküyü film yapmışlar”.
Sonrası açılan davalar, beklenen kararlar, geçen yıllar… Hayatın içindeki mizah, kitaptakiyle yarışıyor, hikâyenin de hikayesi doğuyordu.
Bu, hikayesi de bir mizah öyküsü olan kitabın üçüncü baskısı, Mavi Nefes Yayınlarından çıktı. Bir Mahkeme Öyküsü, hem bu davanın öyküsünü anlatıyor, hem de içinde filme konu öyküyle birlikte toplam on üç harika mizah öyküsü yer alıyor.
Bu kitaptaki öyküler, Türk insanının mahkemelerde, hastanelerde, vergi dairelerinde neler çektiğini, ne acılar yaşadığını öyle bir anlatıyor ki; sayfaları hüzünle değil, adeta mutlulukla çeviriyoruz. Sonra da bu halimize gülüyoruz.
Ben arkadaşlarıma, kapak arkasını yazdığım “Bir Mahkeme Öyküsü”’nü öneriyorum. Hem de yazarından imzalı… Çünkü Cenap Güven benim babam.
Arkadaşlarıma diyeceğim ki, bunu okuduktan sonra Davacı’yı da mutlaka izleyin. İzleyin ve görün bakın, izinsiz de olsa, ne güzel uyarlanmış!
Bütün Günlerin Akşamı – Jenny Erpenbeck
Yayınevi: Can Yayınları
Öneren Editör: Utku Özer
Bütün Günlerin Akşamı tek bir kitap olarak da geçişlerle birbirine bağlanan beş farklı kitap olarak da okunabilir. Her kitap, bir önceki kitap öyle bitmeseydi ne olacağı üzerinden ilerliyor.
Hayatın nasıl farklı zamanlarda ve biçimlerde sonlanabileceğini anlatırken aslında yine aynı hayatın nasıl farklı yaşanabileceğini de gösteriyor. Bu anlamda Bütün Günlerin Akşamı bir “ya öyle olmasaydı” romanı olarak okunabilir. Ama Jenny Erpenbek’in kitabı bunun çok ötesine geçiyor. Erpenbeck bölümleri zamansal olarak birbirini takip edecek biçimde kurgulayarak bizi savaşlar, devrimler, çöküşlerle dolu 20. yüzyıl Avrupa’sında bir yolculuğa çıkarıyor. Böylece kitabın kahramanı isimsiz kadının hayatı ya da hayatları üzerinden, bu olayların sıradan insanların hayatlarını nasıl etkilediğini de görüyoruz. Dolayısıyla Bütün Günlerin Akşamı aynı zamanda tarihi ve politik de bir roman.
Bütün Günlerin Akşamı’nın öne çıkan bir diğer özelliği ise dili. Çağdaş Alman edebiyatının önemli temsilcilerinden Erpenbeck’in aynı zamanda bir opera yönetmeni olması, kitabın neredeyse müzikal olarak tanımlanabilecek bir anlatıma sahip olmasını sağlamış. Oldukça akıcı bir okuma sunan bu anlatımla kitabın kurgusunun uyandırdığı merak birleşince karşımıza çabuk okunan ama etkisi uzun süren bir kitap çıkıyor. Erpenbek’e, daha sonra Uluslararası Booker ödülüyle birleşen Bağımsız Yabancı Kurgu Ödülünü kazandıran Bütün Günlerin Akşamı’nı, çağdaş edebiyatı takip eden, farklı kurgu ve anlatım biçimleri okumak isteyen, tarihi ve politik romanları seven herkesin beğeneceğini düşünüyorum.
Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın – Cuniçiro Tanizaki
Yayınevi adı: İthaki Yayınları
Öneren Editör: Aysun Karaahmet
Bir adam Şozo, iki kadın eski eş Şinako ve yeni eş Fukuko ve aralarında gidip gelen, bu aşk üçgeninin içinde savrulan kedi Lili… Aşk üçgeni gibi kurgulansa bu kalabalığın içinde ortada tek bir aşkın varlığını görüyoruz. O da Şozo’nun kedisi Lili’ye duyduğu sevgi. O yüzden Şozo’nun kurduğu bütün ilişkiler Lili’nin varlığı ya da yokluğuyla şekillenebiliyor. Lili ne Şozo’nun kendisine olan sevgisinin ne de iki kadının bu sevgi etrafında şekillenmiş planlarının farkında değil tabi. Hayatta olduğu gibi kedi varlığını sürdürüyor. Cuniçiro Tanizaki, aşkın çoğunluk tarafından normal görünen kısımlarını anlatmaktan çok uzak bir yazar. Her kitabında olduğu gibi bu kitabında da karakterlerine yaşatmayı seçtiği ilişki şekliyle şaşırtıyor. İlişkiyi yaşayan karakterleri sorgulatıyor, okuru bazen kızdırıyor, bazen karakterlere anlayış göstertebiliyor. Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın’da kendinizi hikâyenin içinde hissediyorsunuz. Gidişata tanıklık ediyorsunuz. Böylelikle Tanizaki’nin sizi içine aldığı romanda duygusal olarak tepki vermeniz olası oluyor.