Bookinton

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü 2023’te de ağız tadıyla kutlayamıyoruz. Eşitliği, itibarı geçtik afetlerde kadın olmak konusunun işsizlik, bakım sorumluluğu, şiddet, istismar, namus gibi katlanan dertlerine düştük bu sefer de… Savunmasızlık karşısında kadın-erkek ortak dayanışmasına, kadınların toplumun yüklediği kimlikten sıyrılma, hak arama gerçekliğine ve cinsiyet eşitliğine kafa yormanın afetlerde daha da fazla sırası. 

İlknur Akgül Ardıç

“Keşke ölseydim ve yeniden dirilebilseydim ve dünyanın başkalaştığını, dünyanın bu denli acımasız olmadığını (…) görseydim.” Furûğ Ferruhzâd 

Yeni dünya düzeninin hani çok gelişmiş olduğunu zanneden biz, ekonomi, sosyoloji, insan hakları ve ekoloji açısından ele alırken felaketlerle can derdine düştüğümüz bir düzene geriledik. Felaket diyorum çünkü doğal afet başka insan eliyle oluşan felaketler bambaşka. En az son yüz yıldır yaşadığımız çoğu afet aslında insan eliyle yaratılan yani doğal olmayan felaketler. Salgın hastalıklar, iklim krizine bağlı ekolojik felaketler, kötü ve kontrolsüz yapılaşma, doğal kaynakların sanayi, HES, madencilik, nükleer enerji gibi yıkıcı enerji-kapital düzene teslim oluşu sonrasında deprem bile doğal afetten çıkalı çok oldu. Önceden Dünya’ya yaklaşan bir göktaşını ta uzayda imha edecek güçte olduğunu iddia eden sistem şimdi can çekişiyor. Neredeyse dinozorların canlanması kaldı beklenecek. Son yaşadığımız deprem acısı ile 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü afetlerde kadın olmanın zorluğuna adadık…  

Salgın hastalıklarda kadın

UNDP raporları afetlerde kadın ve çocukların ölüm oranının erkeklere göre 14 kat fazla olduğunu ortaya koyuyor.

Pandemi gibi hastalık kaynaklı etkenlerde kadın-erkek ayrımı gözeten araştırmalar, 20 yaş üstü kadınların virüse yakalanma oranının erkeklerden fazla olduğu, 40-59 yaş gruplarında yüzde 58’e, 80 yaş üstü için ise yüzde 68’e çıktığına işaret ediyor. Buna karşın kadınlar arasında hastalık sonucu sağ kalma oranı daha yüksek. Ölümlü vakaların yüzde 60’ı erkekler, yüzde 40’ı kadınlar arasında görülüyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadınların temasın kaçınılmaz olduğu bakım işlerini yüklenmeleri bulaş oranını artırıyor. Yoksul kesimlere mensup kimlikler arasında ölüm oranlarının arttığını ortaya koyan araştırmalar da var. Örneğin İngiltere’de siyahi bir kadının koronavirüsü nedeniyle ölme riski beyaz bir kadına göre 4 kat fazla! Pandemide ön cephede mücadele eden sağlık çalışanlarının yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor. Onların yaşadıkları, karşı karşıya kaldıkları ölümcül risk, ailelerinin baskısı ve stresin etkileri güncel tahribatın ötesinde, pandemi sonrasında da uzun yıllar sürüyor. Karantina döneminde işten çıkarma yasağının istisnası sayılan “ahlaksız davranış gerekçesi”nin kadınlara karşı kullanıldığı, tazminat ve işsizlik ödeneği haklarından mahrum bırakıldıkları dahi görülüyor. Saha araştırmaları kadınların yüzde 52’sinin gelir kaybına uğradığını ortaya koyarken kadınlar ve erkekler arasındaki yoksulluk farkının derinleştiği söyleniyor. Hâlihazırda dünyadaki 1,3 milyar yoksulun yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor. Pandemi ile 47 milyon kadının ve kız çocuğunun daha yoksulluğa itildiği tahmin ediliyor. 

Sadece pandemi değil, deprem ve diğer afetlerde de kadınların ortak diğer sorunları, şiddet görme risklerinin artışı, zaten güvencesiz olan evlerinin bu yüzden olağanüstü riskli mekânlara dönüşmesi, kız çocuklarının “evlilik” adı altında istismarı… Çocukları Kurtarın (Save The Children) Vakfı’nın yayımladığı rapora göre her yıl 15 yaşından küçük evlendirilen 12 milyon kız çocuğuna 500 bin çocuğun daha eklenmesi, 2025’e kadar da toplam sayının 61 milyona tırmanmasından endişe ediliyor.

Ekolojik kriz ve kadın

Ekolojik kriz insan eliyle yapılmış, doğal olmayan bir afet türü. Kadınlar ekolojik krizin mağdurları olduğu gibi krize karşı mücadele özneleri olarak da öne çıkıyor.

Yıkım ve talana karşı doğal varlıklara sahip çıkma mücadeleleri, genel olarak kadınların özgürleşme-politikleşme süreçlerine olumlu katkı sunuyor. Diğer yandan “ekolojik kriz” kadınların iş yükünü artırıyor. Örneğin dünyanın geri kalanından bir buçuk kat daha fazla ısınacağı öngörülen Afrika’da kadınlar eve su taşımak için günde 3 saat yerine 6 saat yol yürümek zorunda kalıyor; gün içinde besinlerden alabildikleri enerjinin yüzde 80’ini su taşımak için harcıyor. Ekolojik kriz kadınların sağlığını da tehdit ediyor. Dünya nüfusunun yüzde 91’i kirli hava solumak zorunda kalırken 3-4 milyon insan sağlık yitimi nedeniyle ölüyor. Yaşlı ve gebe kadınlar ise kirli havadan en olumsuz etkilenenler arasında. Ekolojik kriz kadınların güvenli gıdaya erişimini de kısıtlıyor: Kadınlar için gıda güvencesizliği hâlihazırda erkeklerden yüzde 40 daha yüksek. Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre açılık ve beslenme yetersizliği “kadın görünümünde.” 2007’den beri yüzde 50 artış gösteren aşırı iklim olayları kadınların can güvenliğini orantısız şeklide tehdit ederken tecavüz, kaçırılma ve satılma riskini yüzde 30 artırıyor. Kısaca her bir afet kadınlar için ikinci bir şiddet felaketini birlikte getiriyor. Sel baskını sonrası kadına yönelik şiddettin ikiye katlandığı, kuraklık dönemlerinde kız çocuklarının evlendirilme olaylarının hızla arttığı gözlemleniyor. İnsani yardım kurumlarına göre ekolojik krizin göçü tetiklemesiyle kasırga ve sellerle geçici, kuraklık sonucu kalıcı olarak zorunlu göç eden 26 milyon insanın da yüzde 80’i kadın… 

Gözyaşlarımızı bitti mi sandın?

Bir afetten sonra, kadınlar muhtemelen günlük işlerini sürdürürken hasta ve yaralıların bakımından da sorumlu! Ana geçim kaynağını sağlayan kişi felaket sırasında ölürse, kadınların dışarıda iş araması gerekiyor, özellikle uluslararası bağlamda, kızlar ev işleriyle ilgilenmeleri için okuldan alınıyor. Yakın Partner Şiddeti (IPV) perspektifinden bakıldığında, mali kaygılar, afet-travma nedeniyle artan zihinsel sağlık sorunları, artan madde kullanımı da kadınlar arasında çoğalıyor ya da kadınları dolaylı da olsa etkiliyor.

Dünya Bankasının resmî sitesinde yer alan küresel bir araştırmaya göre, kadınların afetlerden ölüm oranı, kadınların daha düşük sosyoekonomik statüye sahip olduğu ülkelerde erkeklere kıyasla daha yüksek olma eğiliminde. Hamilelik ve doğum, doğum sonrası yaşamı tehdit eden komplikasyonlar yaşama olasılığı kadınları felaketlerden sonra özellikle savunmasız hale getiriyor. Tahliye ve afet sonrası barınaklarda anne adayları ve emziren anneler için üreme sağlığı hizmetleri bu yüzden önem taşıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yoğun olduğu toplumlarda kadınlar bir de “patriyarka” sorununa takılıyor. Erkeklerin soyun devamı olarak algılanması, ölüm oranlarının kadınlar aleyhinde seyretmesinin bir diğer sebebi. Bu algılanıştan ötürü aile bireyleri afet anında erkek çocuklarını kurtarmaya, kız çocuklarından daha fazla öncelik veriyor. 

Gelelim bir de “namus” ve “eksik etek sayılma” belasına… 

Kadınlar yetiştirilme tarzları, edindikleri beceriler, cesaretleri gibi toplumsal cinsiyet rollerinden doğrudan etkileniyor. Sivildüsün.net’te örneklendirildiği üzere, kadınların yüzme ya da ağaca tırmanma becerisinin erkeklere göre oranla az olması, evi terk etme, kendini ve çocuklarını güvenli bir yere götürme kararını kendi başlarına verme becerisini daha az edinmeleri, giysilerinin daha fazla hareket kısıtlayıcı olması ya da gece olan bir afette evi terk etmeden önce ev dışında kabul görecek bir kıyafet giymeye kendilerini mecbur hissetmeleri gibi tamamen yetiştirilme ve kadına yüklenen roller, daha fazla aleyhlerine işliyor.

Oxfam tarafından yapılan bir araştırmada Hint Okyanusu’ndaki tsunaminin etkilediği bazı köylerde, kadın ölümlerinin erkek ölümlerinin birkaç katı olduğu saptanmış ki bu, kadınların ağaca tırmanma, yüzme bilme gibi becerilerden yoksun olmaları ile ilişkilendiriliyor. Marmara depreminde ölenlerin cinsiyetine dair bir veri olmasa da kadınların evden çıkmadan giyinmeye çalıştıkları, çevreden gecelikle çıkma konusunda çekindikleri ve bu yüzden de ölümler, yaralanmaların yaşandığı, kendi tanıklıkları ile anlatılıyor.

“75 yaşlarındaki Nezihe teyze çıkmam ben böyle deyip duruyordu. Çıkmam. Çok ayıp. Gecelikle sokağa çıkılmaz. Ne derler sonra, giyineyim diyordu. Üstünde pijamaları ve sabahlığı vardı. Giyinmesini bekledi Zahide. Bu arada karşı dairedeki yaşlı kadının ziline basmıştı eşi. O da giyineyim bekleyin beni diyordu. Onu da alarak indiler aşağı.” (Pincha, 2009: 42.)

Savunmasızlık karşısında kadın-erkek ortak dayanışması, kadınların toplumun yüklediği kimlikten sıyrılma ve hak arama gerçekliği ve cinsiyet eşitliğine kafa yormanın afetlerde daha da fazla sırası… Cinsiyet eşitsizliğine karşı duran, hakkını arayan güçlü kadınlar daha dirençli toplumları oluşturur. Bir sonraki 8 Mart’ta cinsiyet eşitsizliği uçurumunu daha fazla kapatabilmiş olmamız dileğiyle. Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun! 

Kaynaklar:

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.