Bookinton

Avukat, siyasetçi, aktivist, şair, çevirmen, yazar… Yazarlığa diğer uğraşlarından daha sonra başlamış olsa da son on beş yılda edebiyat dünyasına kendine has bakış açısı ve derinlemesine insan hikâyeleri ile damga vurmuş bir yazar. Altıncı romanını geçtiğimiz günlerde yayımlayan Burhan Sönmez’in kitapları kırkın üstünde dile çevrildi, Uluslararası PEN Başkanlığı’nı üstlendi ve son olarak kazandığı sayısız ödüle, Dublin Literary Award adaylığını ekledi.

Yasemin Kaya-Utku Özer

Burhan Sönmez’in eserleri yaşam öyküsüyle çok iç içe, çok bağlı. Bu öyküden derinden besleniyor ve onunla zenginleşiyor. Sönmez, 1965 Haymana doğumlu. Anadili Kürtçe. Türkçeyi ilkokulu okuduğu Ankara’da öğrenir. Sönmez’in iki dilliliği romanlarına da yansıyan önemli bir zenginlik. Küçük bir köyde büyümenin ve bu ikili yapının üzerindeki etkisini şu sözlerle ifade ediyor:

“Küçük bir köyde büyümek bana iç dünyanın zenginliğini hissettirdi… Hayal gücümüzü kullanmayı öğrendik… Sanki dış dünyanın yaşamı ile hayal gücünün yaşamı farklı ama aynı derecede güçlü boyutlarda yan yana var oluyordu. Bu anları yakalamak ve paylaşmak istedim… Bu ikili gerçeklik duygusu -dış ve iç, dünya ve hayal gücü- çocukluğumun dilsel parçalanmasından da besleniyordu. Köyde Kürtçe konuşur ve düşünürdük ancak bu dilin kamusal hayatta kullanılması yasaktı, bu yüzden Türkçe öğrenmek ve çalışmak zorundaydık. Böylece Türkçe gerçekliğin dili haline gelirken -pazarda, okulda ve işyerlerinde geliş gidişlerimiz- Kürtçe, köy hikayelerimiz, efsanelerimiz ve şarkılarımızla bir tür hayal dili olarak hizmet etti. Bu çifte varoluş duygusu daha sonraki kalem darbelerime rehberlik etti.”

Ankara’da okul hayatına din eğitimi de eşlik eder. Bu ikinci eğitimin izlerini romanlarında görmek mümkün. Ankara’da başlayan eğitim hayatı, din eğitimiyle zenginleşmiş ve bu eğitim, üniversite eğitimi için İstanbul’a kadar devam etmiştir. Sönmez’in eserlerinde, din eğitiminin etkileri; karakterlerin iç dünyalarını, toplumsal değer yargılarını ve bireysel inanç mücadelelerini anlatırken gözlemlenebilir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde aldığı akademik eğitim, onun edebiyatındaki hukuki ve etik temaların üzerine de derinlemesine düşünmesine olanak tanımıştır.

Aktif siyasi hayata atılması da üniversite yıllarında başlamış, bu dönemde edindiği deneyimler, yazılarında sıkça ele aldığı adalet, özgürlük ve bireyin toplumdaki yeri gibi temalar üzerinde etkili olmuştur. Hukuk fakültesini bitirdikten sonra avukatlık yaptığı dönemde çeşitli davalardan yargılanır ama hüküm giymez. 1996’da Özgürlük ve Dayanışma Partisi Genel Başkan Yardımcısı olur, aynı yıl Ankara Kızılay’da uğradığı polis saldırısı hayatını değiştirir. Geçirdiği beyin travması sonrası çalışamadığı ve geceleri uyuyamadığı dönemde yazmaya başlar. Bu zor dönemle yazarak baş ettiğini fark eder. Tedavi için 1998’de Londra’da Medical Foundation İşkence Mağdurları Tedavi Merkezi’ne gider. Böylece Sönmez’in hayatına Haymana, Ankara, İstanbul hattından sonra yeni bir durak eklenir. Kendisinin de dediği gibi artık bazen bir araya gelen bazen de ayrılan bu farklı mekânları; küçük köy, büyük İstanbul ve sonra Avrupa’yı birleştirebilir. İki ayrı yeminli tercümanlık diploması alacak kadar iyi öğrendiği İngilizce, kültürler arası bir köprü kurma yeteneğini ve edebi eserlerindeki dil becerisini daha da pekiştirir.

İngiltere’de bulunduğu sürede Cambridge Üniversitesi’nde roman incelemeleri üzerine bir yıllık bir programa katılır. Bundan sonra hayatı bambaşka bir yönde ilerler ve yazmaya başlar. Öyle ki yaşadığı polis kazasına bir açıdan minnettar olduğunu bile söyler: “Hayatımda dönüm noktası, o polis kazası! Bir açıdan minnettarım onlara. Hani gülerek söylüyorum ama polisler öyle yapmasaydı belki başka bir şey olacaktım.”

İlk romanı Kuzey 2009 yılında yayımlanır. Bunu 2011 yılında Masumlar, 2015 yılında İstanbul İstanbul, 2018’de Labirent, 2021’de Taş ve Gölge ve 2024 yılında ilk Kürtçe kitabı olan Franz K. Âşıkları izler.

Dünya Yazarlar Birliğine (PEN) bağlı Türkiye PEN, Kürt PEN ve English PEN’e üye olur. 2016 yılında uluslararası PEN yönetim kurulu üyesi olur. 2021 yılında bu kurumun başkanlığına seçilir.

Burhan Sönmez’in Edebiyatı: Kayboluşlar ve Keşifler

Her yazar gibi Burhan Sönmez de edebiyat dokusunu örerken çeşitli yazarlardan etkilenmiştir. Bu etkilenmeler, Sönmez’in özgün sesini ve tarzını gölgelemeden, eserlerine derinlik ve zenginlik katan unsurlar olarak karşımıza çıkar. Dostoyevski’den Borges’e, Márquez’den, Melville’e, Aragon’dan Yaşar Kemal’e kadar birçok büyük yazarın eserlerinden ilham alan Sönmez bu etkileri kendi özgün anlatımıyla harmanlayarak yeni bir edebi dil geliştirmiştir.

Burhan Sönmez’in edebiyatında, zaman ve mekân ilişkisi, halk hikâyeleri, bellek, unutmak ve hatırlamak gibi temalar geniş yer tutmakta. Şimdi, bu zengin temaları mercek altına alarak, Sönmez’in edebiyatının derinliklerine dalalım ve onun eserlerinde nasıl yeni anlam katmanları açığa çıktığını birlikte keşfedelim.

İlk yazmaya başladığı zamanlar, gece geç saatlerde ve sabahın erken saatlerinde, dünyanın sessizliğinden ilham alarak yazar. Bu dönemdeki sağlık sorunlarının neden olduğu uykusuzluk Sönmez’i bu sessiz saatleri yazarak değerlendirmeye yönlendirir. İstanbul İstanbul romanıyla birlikte gündüz saatlerinde yazmaya başlayan Sönmez, bu sefer İstanbul’un kalabalığından ilham alarak genelde kafelerde yazmayı tercih eder. Bugünlerde, evdeki küçük oğlunun varlığıyla tekrar geceleri yazıyor. Burhan Sönmez, yazma sürecinde en zorlandığı kısmın bir projenin başlangıcı olan ilk sayfaları olduğunu ve bu aşamanın genelde bir yıl sürebildiğini belirtiyor.

Burhan Sönmez’in eserlerinde ilk dikkati çekenlerden biri zaman ve mekânın belirsizliği. Bu belirsizlik bazı romanlarında Türkiye’nin farklı kuşakları arasındaki ortak acıları ve deneyimleri vurgulama aracı olarak ön plana çıkar. Yazar, geçmişi bir hikâye, geleceği ise bir rüya olarak nitelendirerek, kitaplarında bu iki zaman dilimini bir araya getirmekte ve okuyucularına anın ötesine geçen perspektif sunmaktadır. Bu yaklaşım sayesinde eserlerinde kuşaklar arası etkileşim ve anlayış derinleşir.

Sönmez’in romanlarının bir diğer karakteristiği farklı hikâyelerle ve anlatılarla örülmüş olması. Zaman ve mekân kullanımındaki belirsizlik bazı farklılıklar içerse de değişik coğrafyalarda yüzyıllardır anlatılan hikâye ve masalların, ana hikâyeye yedirilmesini kolaylaştırıyor. Roman kahramanlarının ağzından dinlediğimiz hikâyelerin kimi ana hikâyeye doğrudan bağlanırken bazılarının bağlantısı kolayca görülemiyor. Ama her durumda kendimizi masallar, söylenceler, halk hikâyeleriyle dolu bir dünyada buluyoruz. Sönmez, verdiği röportajlarda hikâye anlatıcılığının temellerinin çocukluğuna dayandığını söylüyor. Elektriğin olmadığı küçük bir köyde annesinin geceleri anlattığı masalların hayal gücünü ve kelimelerle resim çizme yeteneğini geliştirdiğinden bahseder. Sönmez, bu anlatıları kullanarak zaman ve mekânın sınırlarını aşarken büyülü gerçekçilikle harmanlanmış bir edebi evren yaratıyor. Bu da bizi Burhan Sönmez romanlarının bir diğer ortak noktasına getiriyor: Bellek.

Sönmez’in eserlerinde karşımıza sıkça çıkan temalardan biri bellek ile hatırlamak ve unutmak arasındaki karmaşık ilişki. Romanlarını “belleğin dürtülmesi” olarak tanımlayan yazarın kitaplarında karakterlerin geçmişle olan bağları, hafızanın gücü ve unutmanın getirdiği kayıplar üzerinden kurulan hikâyeler, derin bir duygusal ve psikolojik katman oluşturuyor.

Bütün bunları üst üste koyduğumuzda Burhan Sönmez’in kitaplarının okuyanları başka dünyalara götüren ve düşündüren zenginliği daha iyi anlaşılıyor. Ancak aynı sebeple bu kitapları anlatmak oldukça güç. Yine de dilimiz döndüğünce Burhan Sönmez’in ruhumuza değen kitaplarına –sürprizbozansız- bakalım istedik.

Kuzey

Burhan Sönmez’in ilk romanı Kuzey, hiç görmediği babası Asem’in öldüğünü öğrenen Rinda’nın onu tanımak için giden kimsenin dönmediği Kuzey’e yaptığı yolculuğun masalsı ve felsefi hikâyesini anlatıyor. Sönmez Kuzey’de masalla felsefe dilini birleştirmesini şu şekilde açıklıyor:“Kurguda klasik yöntem masal masal içindedir. ‘Binbir Gece Masalları’nda bir zarf açarsın, içinden bir masal çıkar. Ama bir masal en fazla bir öncekiyle bağlantılıdır. Ben bu hikâyede çok farklı olayları iç içe geçirip, hepsini felsefi derinliğinde bağladım. Bir tür bilimkurgu dünyasını, fantastik olmaktan öte gerçekçi bir tarihsel bilim kurguya taşıdım.”

Kuzey karakterleri açısından oldukça zengin bir roman ve Sönmez her karakteri bir düşünürü ve onun felsefesini temsil edecek biçimde kurgulamış. İslam felsefesi de burada kendine yer bulmuş. Kitapta kuzeyin seçilmesi ise Kürt masallarında kuzeyin yasak yön olmasıyla ilgili. Masalla felsefenin birlikteliği kitabın her satırına sinmiş durumda. Kuzey’de karşımıza çıkan bir diğer unsursa rüyalar. Sönmez için rüyalar da kitabın felsefi boyutuyla iç içe. Hayat ile ölüm arasındaki tek bir ara form olarak tanımladığı rüyaların, gerçeği bilme arzusunun geçtiği en önemli labirent olduğunu söylüyor. Böylece masallar, rüyalar, söylenceler, efsaneler, mitler ve felsefenin ustaca bir araya getirildiği büyülü bir kitap çıkmış ortaya. Burhan Sönmez edebiyatının bütün özelliklerini daha bu ilk romanda görmek mümkün.

Masumlar

Sönmez’in ikinci romanı Masumlar, çok mekânlı, çok zamanlı bir roman. Hikâyenin günümüzde geçen kısmının mekânı Cambridge, ana kahramanı Brani Tawo ise siyasi bir sürgünde. Yalnız bu iki detay bile kitabın karakterinin Sönmez’in kendisi olduğunu düşündürmeye yetiyor. Ancak paralellikler bununla sınırlı değil. Brani Tawo uyuyamıyor, uyumakta güçlük çekiyor. Tıpkı yaşadığı beyin travması sonrasında Burhan Sönmez’in de yaşadığını ifade ettiği gibi. Kitabı anlatırken Sönmez’in dile getirdiği, Geçmişimden, Haymana ovasında çocukluğumun geçtiği yerlerden hikâyeler anlatmak istedim ve bunun için bir karşıta ihtiyacım vardı; Cambridge’in rolü bu,” sözleriyle romanın otobiyografik niteliğini vurguluyor görünüyor.

Eski bir fotoğraftaki fotoğraf makinesini arayan Brani Tawo, gittiği antikacıda kendisi gibi siyasi nedenlerle ülkesinden ayrılıp Cambridge’e gelmiş olan İranlı Feruzeh’le tanışıyor. Brani Tawo kitabın açılış cümlesi olan “Benim vatanım çocukluğumdu ve ben büyüdükçe uzaklaştım ondan, uzaklaştıkça da o büyüdü içimde”yi açıklamak istercesine Feruzeh’e geçmişinden hikâyeler anlatmaya başlıyor. Günümüzdeki hikâye devam ederken, Brani Tawo’nun anlattığı geçmiş hikâyeler ve bu hikâyelerin kahramanları da yavaş yavaş birbirine bağlanıyor. Bir anlamda yine hafıza başrolde. Hem Brani Tawo’nun, hem de ondan geriye doğru üç neslin hafızası. Anılar ve anlatıla nlarla, masallar, söylenceler, efsaneler iç içe geçiyor. Dolayısıyla aynı zamanda bir toplumsal hafıza söz konusu olan.

Sönmez Masumlar’da, Marquez’in, Benim Hüzünlü Orospularım ile Salinger’in, Çavdar Tarlasında Çocuklar romanlarındaki teknikten ilham alarak 20 ayrı hikâyeyi tek bir merkezde buluşturduğunu ifade ediyor. Geçmişe ve geleceğe gidip gelerek hikâyeyi zenginleştirmiş. Kitap Sönmez’e Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazandırdı ve yazar bu ödülü alan en genç yazar oldu.

İstanbul İstanbul

İstanbul İstanbul, İstanbul’da bir yeraltı hapishanesinde tutulan ve işkence gören dört hücre arkadaşını, Doktor, Öğrenci Demirtay, Berber Kamo, Küheylan Dayı’yı anlatıyor. 10 bölümden oluşan kitabın her bölümünde anlatıcı değişiyor. Tıpkı  Boccaccio’nun Decameron kitabındaki gibi.  Böylece farklı anlatıcılarla hikâyenin farklı yönlerine hâkim oluyoruz. Sırayla işkenceye götürülen tutuklular hücrelerinde yalnız kaldıklarında zaman geçirmek birbirlerine hikâyeler anlatmaya başlıyor. Anlatıcı tutuklulukların hikâyesine, tutukluların birbirlerine anlattıkları hikâyeler eşlik ediyor. Böylece Burhan Sönmez’in alametifarikası olan masalsı hikâyeler İstanbul İstanbul’da karşımıza çıkmış oluyor.  Romanın hangi dönemde geçtiği belirsiz. Zamandan bağımsız bir hikâye anlatılıyor ama mekân kitaba adını verecek kadar tanımlı. Kitabın başrolünde İstanbul var. Sönmez zaman ve mekân konusundaki bu tercihini şu sözlerle açıklıyor:

İstanbul İstanbul’da, şehri zaman ve mekânın birleşme noktası ve yaşamdaki karşıt eğilimlerin erime potası olarak resmetmek istedim. … Romanımda mekân ve zaman, yerin üç kat altındaki bir hapishane hücresinde birleşiyor. Yeraltında olduğunuzda önemli olan tek bir yön vardır: yukarıya, gökyüzüne doğru. Zaman yeraltında farklı hareket eder. Yüzeyde zaman doğrusaldır- geçmiş ve gelecek diğer her şeyi gölgede bırakır ve önemli olan nerede olduğunuzdan ziyade nereye gittiğinizdir. Yeraltında ise geçmiş ve gelecek hiçbir şey ifade etmez. Sadece ebedi, çoğu zaman acı veren şimdi vardır. Romanımı yeraltındaki bir hücrede, yukarıdaki şehri tartışan mahkûmlara odaklayarak zamanı ve mekânı, umudu ve umutsuzluğu, karanlığı ve aydınlığı birleştirmek istedim. Hepsi bir arada ve birdir. İstanbul bu bütünlüğün adıdır.

Labirent

Labirent Boğaz Köprüsü’nden atlayarak intihar etmek isteyen ama şans eseri kurtularak hafızasını kaybeden müzisyen Boratin’in bir hastane odasında uyanmasıyla başlıyor. Bellek, hatırlamak ve unutmak romanın neredeyse başrolünde. Üstelik kahramanımız sadece kendi hayatıyla ilgili şeyleri unutmuyor, zaman algısını da kaybediyor. Bir olayın dün mü yoksa yüzlerce yıl önce mi yaşandığını da hatırlamıyor. Böylece aslında kişisel bellekle toplumsal bellek ve bunların yitimi de birbirine karışıyor. Böylece Sönmez’in diğer romanlarında da olduğu gibi zaman ve mekân belirsizleşiyor. Bununla birlikte Sönmez bu romanında bir anlamda zamana ve mekâna gönderen bir açıklama da yaparak insanlığın en büyük üç icadından birinin şimdiki ânın anlamını öğrettiği için saat, ikincisinin dışındaki ve içindeki dünyayı topladığımızda bizi varlığın tekliğine götürdüğü için ayna olduğunu yazıyor. Üçüncü icadın ne olduğunu ise söylemiyor. (Biz de hala merak ediyoruz.)

Arkadaşları, ablası, hayranları Boratin’in hayatına teker teker yeniden girerken biz de Boratin’in hikayesini onunla beraber öğreniyoruz. Kitapta Boratin’in müzisyen olması da tesadüf değil, Sönmez’in dil ve hafıza ilişkisi üzerinden yaptığı bilinçli bir tercih. Sönmez şu şekilde açıklıyor:

“Fikir daha baştan müzisyenle birlikte geldiği için bunun dışında bir yolu, olasılığı düşünmedim. Bellek dil ile oluşur, onunla yaşar. Müzik ise bildiğimiz dilin sözcüklerine bağlı olmayan bir sestir, kendi içinde başka bir dildir. Belleğini yitiren Boratin’in müzisyen olması, onun hayata tutunma çabasında farklı bir iç sese veya tersine aşırı bir sessizliğe bürünmesine yol açar. Rüyada çığlık atmaya ama sesin hiç çıkmamasına benzer bu. Bu karşıtlık, aynı zamanda varoluşun bir şartı gidi bir modern hayatta. Boratin sıfırdan yola çıkarak yeniden hayatı keşfetmeye çalışır.”

Taş ve Gölge

1938’den 2000’lere uzanan geniş bir zaman dilimini kapsayan Taş ve Gölge romanı, mezar taşı ustası Avdo’nun yaşam öyküsü üzerinden Türkiye’nin ve dünyanın çalkantılı bir yüzyılını ele alıyor. Roman, tarihi olayları ve Türkiye’nin yanı sıra dünya tarihindeki önemli dönüm noktalarını ustalıkla işleyerek derin bir tarih bilinci ve keskin bir sosyal eleştiri sunuyor. Hikâyenin merkezinde, adeta bir mikro kozmos işlevi gören Merkez Efendi Mezarlığı yer alıyor. Bu mezarlık, sadece yatan ölülerin değil Avdo gibi orada yaşayan dirilerin hikâyelerine de ev sahipliği yapıyor. Geçmişin ve geleceğin, yaşamın ve ölümün kesiştiği bir mekân olarak, sosyo-kültürel dinamiklerin ve insan ruhunun derinliklerinin keşfedildiği bir alan yaratıyor.

Avdo’nun gözünden, köyden şehre, geçmişten geleceğe uzanan bir yelpazede ve doğrusal olmayan bir zamanda akan bu kitapta Burhan Sönmez, tarihi ve sosyal eleştiriyi bireyin iç dünyası ve toplumsal hafıza üzerinden veriyor.

“Onlar bu topraklarda konuşulan her dili bilir. Geçen gün kuzenimden gelen bir mektup Süryanice başlıyor, Türkçe devam ediyor, Kürtçe bitiyordu. Burayı çok özledikleri anlaşılıyor. Geçmişlerini özlüyorlar.”

Türkiye’nin yanı sıra dünya tarihindeki önemli dönüm noktalarına da değinirken Jung’un gölge kavramını kullanarak her insanın içinde barındırdığı karanlık tarafı ve bu karanlıkla yüzleşmeyi sorguluyor. Kitapta, sayıca az olan iyi ve masum karakterlerin aksine, kötülerin baskınlığı ve örgütlenmiş halleri, bizi geçmişin ağırlığını ve karanlık yönlerimizi nasıl taşıdığımıza dair düşünmeye ve iyilikle kötülük arasındaki sürekli mücadeleyi sorgulamaya itiyor.

Evîndarên Franz K. (Franz K.’nin Âşıkları)

Burhan Sönmez’in anadili Kürtçe’de yazdığı ilk kitabı Evîndarên Franz K. Diyarbakır merkezli Lis Yayınevinden çıktı. Kitabın yine Burhan Sönmez tarafından yazılan Türkçe baskısı Martta İletişim Yayınlarından çıkacak. Yazar kitabın kendisi için “nostos” anlamı taşıdığını belirtiyor: “Kürtçe ile büyüdük. Çocukluğumuzda bu dili annemiz ve büyüklerimizden öğrendik. Sonrasında okulda Türkçeyi öğrendik. Çünkü resmi dil Türkçeydi. Devlet anadilimiz olan Kürtçeyi ilerletmemize müsaade etmedi tabii. Ama biz büyüdük ve yurtdışına çıktık. Kitapları Türkçe okudum ve hep Türkçe yazdım. Bana, ‘Kürtçe yazmak senin için daha rahat değil mi?’, ‘bu dilde şarkılar söyleyip, yazıp, konuşabilirsin’ diyorlar. Buna Kürtçe nostalji diyoruz. Şimdi nostalji kelimesinin kökeni Yunanca olan ‘nostos’tan geliyor. Nostalji, eski zamanları özlemek demek. Nostos ise eskiye dönme arzusu değil; eve dönme arzusudur. Buna nostos denilir. Biz anadilimiz olan Kürtçeye özlem duyuyoruz. Artık benim Kürtçe olan evime dönme zamanıydı. Kürtçe yazmak benim nostosumdu. Yaklaşık üç, dört yıl önce kendime şunu demiştim: “Tamam, artık Kürtçe yazmalıyım.”

Evîndarên Franz K. romanı, farklı kimliklere sahip karakterlerin deneyimlerini, İstanbul, Paris ve Berlin gibi şehirlerin geçmiş ve bugünkü görüntülerini, savaş ve siyasi krizlerin izlerini ve Ferdy ile Amalya’nın aşk hikayesini bir cinayet etrafında buluşturuyor. Sönmez, romanda Franz Kafka’ya olan hayranlığını farklı açılardan ele alıyor. Sadakat ve dostluk paradoksu, şöhret ve ölümsüzlük arzusu gibi temalar romanın ana eksenini oluşturuyor.

Kaynaklar ve daha fazlası için:

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.