Bookinton

Ayfer Tunç çok sevdiğimiz ve çok beğendiğimiz bir yazar. Önümüzde ona karşı olan derin hayranlığımızı yazıya dökmek ve adlarımızın aynı cümlede geçmesi fırsatı belirdi ve tabii ki kaçırmadık. İşte o cümle: Ayın Yazarı Ayfer Tunç yazısı Yasemin Kaya ve Utku Özer tarafından hazırlanmıştır.

Yasemin KayaUtku Özer

ayfer tunç - kuru kız

Ayfer Tunç, üçlemesinin son romanı Osman’dan üç yıl sonra yeni romanı Kuru Kız ile geçtiğimiz aylarda yeniden okuyucularıyla buluştu. Eserleri pek çok dile çevrilen modern Türk edebiyatının bu önemli isminin her yeni kitabını heyecan ve sabırsızlıkla bekleyen büyük bir okuyucu kitlesi var. 

Neyse ki kendisi aynı zamanda oldukça üretken bir yazar ve okuyucularını kendisinden uzun süre mahrum bırakmıyor. Yazmasa deli olacaklardan çünkü o da. Uzun, dolu ve çok yönlü bir yazın kariyeri Ayfer Tunç’unki. 

Öyküleri ve romanlarının yanı sıra anı, yaşantı, inceleme ve senaryo da yazıyor. Bu türlerin hepsi birbirini besliyor. Ayfer Tunç’u besleyen asıl kaynak ise okumak. Çocukluk günlerinden bahsederken okumaktan aldığı hazzın çok büyük olduğunu ve “keşke onlar gibi yazsam” dediği yazarları okudukça hem yazma hem de okuma isteğinin arttığını söylüyor. 

Genç yazarların bazılarının hoşlanmayacağını düşündüğü bir öğüdünü de yazalım yeri gelmişken: “İyi okur olunmadan iyi yazar olunmaz.” Dostoyevski’nin Rus edebiyatının gelişimine ilişkin “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık.” cümlesi meşhurdur. Buna benzer biçimde üniversite yıllarında Ayfer Tunç’un yazarlık kumaşını oluşturan ipliklerin dokunmasında çok etkili olacak Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay okumaları ekleniyor lisede okumaya başladığı Leyla Erbil’in yanı başına. Yabancı yazarlar da var elbette bu listede. 

Ayfer Tunç edebî hayatının başından itibaren özellikle Orta Avrupa edebiyatından etkilendiğini söylüyor. Sevdiği yazarlar arasında Thomas Bernhard, Max Frisch, Milan Kundera, Walter Benjamin, J.M.Coetzee, Lawrence Durrell, Ingeborg Bachmann gibi dünya edebiyatının önde gelen isimlerini sıralıyor. Sonuçta ortaya hepimizin o çok sevdiği edebî eserlerin yazarı ortaya çıkıyor; Ayfer Tunç.

Ayfer Tunç Kimdir?

1964’te Adapazarı’nda doğan Ayfer Tunç’un okurluğu ile yazarlığı neredeyse eş zamanlı başladı denebilir. İlk romanını ilkokul ikinci sınıfta yazdı. Kemalettin Tuğcu okuyordu ve yazdığı kitabın konusu yoksulluktu. Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarında hepimizi etkileyen merhamet duygusu küçük Ayfer’i de etkilemiş olsa gerek. Yazmak ona öylesine müthiş bir zevk veriyordu ki en sevdiği oyun haline geldi. O nedenle sokakta oynayan değil evde okuyan bir çocuk oldu. İlkokul 3. sınıftayken bütün Orhan Kemal kitaplarını okumuştu bile. Bir yandan yazmaya da devam etti. Aynı zamanda apartman komşuları olan müzik öğretmeninin ailesini teşvik etmesiyle 14 yaşında İstanbul’daki Erenköy Kız Lisesinde ailesinden uzakta yatılı okumaya başladı. Lisede bir yandan ileride yazacağı kitaplara sızacak anılar birikiyor bir yandan da kitap okumayı hız kesmeden sürdürüyordu. Sonraki yıllarda yazacağı Yeşil Peri Gecesi romanı bu ortamdan ve bu dönemde tanıştığı kişilerden oldukça etkileniyor. Onu çok etkileyen yazarlardan Leyla Erbil’i de lise yıllarında okumaya başlıyor. Mezun olduğu Erenköy Kız Lisesinin kütüphanesine 3 Aralık 2021’de Ayfer Tunç’un adı verildi. Ancak Mayıs 2022’de hiçbir gerekçe gösterilmeden değiştirilerek yerine Erenköy Kız Lisesi mezunu olmayan bir yazarın (Alev Alatlı) adı konuldu.

Sosyal bilimlere meraklı olduğu için seçtiği İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bir yazar için ideal bir okul olarak görüyor. Okulda aldığı sosyoloji, tarih, siyaset, hukuk ve ekonomi gibi dersler onun yazarlığı için mükemmel bir altlık oluşturuyor ve tabii okuyor, okuyor. Bu yıllarda aynı zamanda edebiyat ve kültür dergilerinde yazmaya başlıyor. Sokak dergisinde, Güneş ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde çalıştıktan sonra 1999-2004 yılları arasında Yapı Kredi Yayınlarının yayın yönetmenliğini üstleniyor. Uzun yıllardır pek çok projede çalıştığı yakın arkadaşı Murat Gülsoy’la da Yapı Kredi Yayınlarında çalıştığı dönemde tanışıyor. Murat Gülsoy’un teklifiyle Hayalet Gemi dergisinde düzenli yazılar yazıyor. İkili (Yekta Kopan’la birlikte) ismini Oğuz Atay’ın öykü kahramanı Ubor Metenga’dan alan ve hikâye çözümü yaptıkları programdan sonra Diyaloglar adlı farklı yazarların eserlerine yer verdikleri büyük ilgi gören edebiyat buluşmalarına hâlen devam ediyor. Bu buluşmaların video kayıtları derlenerek Dünya Edebiyatı Üzerine Diyaloglar adıyla kitap olarak okuyucuyla buluştu.

ayfer tunç - diyaloglar

Kendisinin senaryo yazımı, Murat Gülsoy’un da yaratıcı yazarlık dersleri verdiği “yazmak/okumak/düşünmek/sormak/merak etmek atölyesi” olan Yazmak Atölyesi’ni kuruyor. Yazmak Atölyesi’nde alanlarının uzmanları tarafından verilen editörlük, düzeltmenlik, yazma, okuma atölyelerinin yanı sıra edebiyata, sanata, topluma dair farklı konularda da eğitimler düzenleniyor.

Öykü, roman, senaryo, anı, yaşantı, inceleme: Ayfer Tunç’un çok yönlü kariyeri

Ayfer Tunç çok üretken bir yazar. Okurlarını asla hayal kırıklığına uğratmadığı gibi çok uzun süre bekletmiyor da. Yalnızca çok yazmıyor aynı zamanda farklı türlerde de yazıyor. Tunç’un öykü, roman, yaşantı, anı, inceleme, senaryo türlerinde eserlerlerine gelin biraz yakından bakalım.

Öyküler:

“İyi bir öykü iyi bir romandan daha büyük etki bırakır insanda, çıkamazsınız etkisinden.” 

Ayfer Tunç kendisini romancı-öykücü gibi kalıplara hapsetmeyen ama öyküye çok önem veren, kendi deyimiyle “öykünün kıymetini bilen” bir yazar. Edebiyat türlerinin kesin çizgilerle öykü, roman, novella, şiir gibi ayrılmasına karşı çıkıyor, metnin etkileme gücünü kıymetli buluyor. Ancak çok kısıtlı bir okur kitlesi dışında romanın öyküye tercih edilmesinden üzüntü duyuyor. İlk öykü kitabına da ismini veren Saklı adlı hikâyesiyle kadın temalı tek bir öykü istenen yarışmaya katılarak 1988-1989 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazanıyor. Saklı kitabını basılması için önce Can Yayınlarına götürüyor ama Erdal Öz “daha iyi bir dosya bekliyordum” diyerek kabul etmiyor. Akabinde Saklı kitabı Cem Yayınevinden çıkıyor. Kitap daha sonra EvvelOtel-Saklı adıyla basılıyor. Bu kitapta Saklı’da yer alan öykülerini yeniden ele alıp “Şimdi olsa böyle yazardım” diyerek ikinci kez kaleme alıyor. Öykülerdeki temayı ve kişileri yeniden kuruyor, elindeki malzemeyi daha çok işliyor, öyküleri daha kıvamlı bir anlatıma taşımak istiyor, temize çekiyor kendi deyimiyle. Çok karşılaştığımız bir yöntem değil. Ayfer Tunç eserlerdeki kahramanlar ölmedikçe her zaman yeniden ele alınabileceğine inanıyor. Kimi söyleşilerinde EvvelOtel’in en başarılı olduğu kitabı olduğunu söylüyor aynı zamanda en az satan kitabı olduğunu da ekleyerek. 

Ayfer Tunç günlük tutmayan bir yazar, iki kez çok kısa süreli denemelerini saymazsak, özel denebilecek mektuplaşmaları da yok, sıklıkla otobiyografi yazmayı düşünmediğini de ifade ediyor. Kimi yazarlar malzemelerini kendi içinden çıkararak yazarken bazıları ise bir nevi toplayıcı gibi dışarıdan, hayattan alır. Ayfer Tunç kendini bu kategoride görüyor. Bunun istisnası üç yaşında kaybettiği babasının ölümüne ilişkin yazdığı, Saklı’da yer alan “Su” ile EvvelOtel’de yer alan “Yanık Taşlar” öyküleri. Bu iki hikâyeyi en kendinden olan eserleri olarak görüyor. 

Mağara Arkadaşları, Ayfer Tunç’un Saklı’dan sonra yazdığı öykü kitabı. Bu Tunç’un edebiyatının başlangıcı olarak görülmesini istediği kitap aynı zamanda. Bu öykü kitabını Yapı Kredi Yayınları basıyor. Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas öykü kitaplarıyla yazarımızın öyküdeki yetkinliği artıyor. Bu kitaplarında yer alan Suzan Defter ve Aziz Bey Hatırası öylesine öne çıkan öyküler oluyor ki her biri yer aldığı kitaptaki diğer öyküleri deyim yerindeyse gölgeliyor ve sonrasında Can Yayınları tarafından -isteyen uzun hikâye isteyen novella diyebilir- ayrı kitap olarak basılıyor ve önemli bir okur kitlesine ulaşıyor. Kalan öyküler de Kırmızı Azap öykü kitabında toplanıyor. Ayfer Tunç öykülerine yapılan “sıkıştırılmış roman” nitelemesine katılıyor. Bizler de onun öykülerindeki karakterlerle daha uzun zaman geçirmekten mutlu oluyoruz. Özellikle Suzan Defter ayrı kitap olarak basıldıktan sonra pek çok okuyucunun favorisi oldu ve şu ana kadar kitap 28 baskı yaptı. Kitap alırken hikâye kitaplarına genelde üvey evlat muamelesi yapıp roman almayı tercih eden Türk okuru Suzan Defter’i çok sevmiş görünüyor. Suzan Defter’de aynı anı yaşayan iki karakterin günlükleri üzerinden okuduğumuz eş zamanlı bir anlatı var. Kitabın sol sayfasında erkek, sağ sayfasında kadın karakterin günlüğü akıyor. Çok farklı bir okuma deneyimi sunan ve klasik anlatının dışına çıkan kitap aynı zamanda Can Yayınlarına gelen okuyucu şikâyetlerinin büyük bölümünü oluşturuyor: Suzan Defter yanlış basılmış.

Romanlar:

ayfer tunç romanları

Ayfer Tunç’un ilk romanı daha sonra bir üçlemeye (Kapak Kızı Üçlemesi) dönüşecek olan Kapak Kızı. Bir ilk roman olmanın dışında bir başka önemli özelliği daha var Kapak Kızı’nın. Ayfer Tunç pek çok yazarın cesaret edemeyeceği bir şey yaparak bu ilk romanını sonraki basımlarında elden geçiriyor. Kendi ifadesiyle “zemin aynı zemin, inşa aynı inşa” olan bu elden geçirmede yayınevi deneyimini kullanarak bir nevi kendi kendisine editörlük yapıyor Ayfer Tunç. 

Üçlemenin diğer kitapları Kapak Kızı’nın hemen ardından gelmiyor. Bunun yerine yalnızca Ayfer Tunç külliyatının değil Türk edebiyatının da en özel kitaplarından biri olan Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi’ni yazıyor Ayfer Tunç. “Yazma maceramın en zevkli dönemi” diye tanımladığı bu yaklaşık 100 karakter ve onların birbirine bağlanan hikâyelerinden oluşan kitap, okurlar için de çok değişik ve zevkli bir okuma deneyimi sunuyor. Bu kitap aynı zamanda Tunç’un genel olarak melankolik diye tanımlanan diğer romanlarından farklı olarak, çok sevdiğini söylediği kara mizahın da eserlerindeki en belirgin örneği.

Ayfer Tunç üçlemesinin ikinci kitabı olan Yeşil Peri GecesiBir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi’nden hemen sonra geliyor. İlk kitaba adını veren kapak kızı Şebnem, bu kitabın anlatıcısı. Aşağıda değineceğimiz gibi kitaplarını genelde erkek karakterler ağzından yazıyor Ayfer Tunç. Kapak Kızı ise bunun istisnalarından biri. Tunç’un Kapak Kızı ve Yeşil Peri Gecesi’nde anlattığı hikâyenin arka planındaysa 1970’ler ve 80’ler Türkiye’si var. 

Tunç’un en çarpıcı kitaplarından biri olan Dünya Ağrısı, 2014 yılında yayımlanıyor. Romanın zemininde Tunç’un ifadesiyle “taşra boğuntusu ve linç” var. Kitap adını Almanca bir sözcük olan weltschmerz’den alıyor. Dünya ve ağrı, dert, ıstırap kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşan bu kelime tam olarak dünya ağrısını ifade diyor ya da romanda geçtiği biçimiyle sebepsiz kederi ama Tunç’a göre bu keder sebepsiz değil. Yalnızca ana karakter “Ağrıyı sebepsiz kılarak, adlandırmayarak insani sorumluluk duygusunu da bertaraf etmiş oluyor.” Çünkü kitabın arka planında önemli toplumsal sorunlar bulunuyor. “Dünya Ağrısı her yerde geçebilirdi” diyor Tunç bu kitap için çünkü ona göre “yeryüzü çok büyük oranda haksızlık, adaletsizlik, zalimlik demek.” 

Âşıklar Delidir ya da Yazı Tura yine iki farklı anlatıcısı olan bir roman. Sadece anlatıcılar değil mekânlar da çift; İstanbul ve New York. Anlatıcıları ve mekânları birleştirense bir hastalık. Yazarken notlar alan Ayfer Tunç, bu kitabı yazarken “hayattan niye korkuyoruz, ölmekten niye korkuyoruz” diye iki ana başlık altında notlar almış. Dolayısıyla her ne kadar ismi aksini düşündürtse de bir aşk romanı değil aslında bu kitap. 

2020 yılında Ayfer Tunç üçlemesinin üçüncü kitabı olan Osman yayımlanıyor. Ayfer Tunç bu kitapta Yeşil Peri Gecesi’inde karşımıza çıkan Osman karakterinin 1990-2020 yılları arasındaki hayatını anlatıyor ama aslında bu dönemin Türkiye’sinin de resmini çiziyor. Bu kitap vesilesiyle Ayfer Tunç edebiyat-politika-yazar konusundaki görüşlerine de açıklık getiriyor. Tunç’a göre edebiyat, günlük politikayla değil tüm zamanları ilgilendiren evrensel bir sorun olan iktidar meselesiyle ilgilenmeli. 

2023 yılında yayımlana Kuru Kız,  taşranın karanlığından kurtulup dünyanın sonundaki şehir Ushuaia’ya yerleşen bir kadının öyküsünü anlatıyor. Kitap kahramanın Ushuaia’ya kadar geçen hayatı üzerinden ilerliyor. Aile baskısı, toplumsal önyargılar, erkek egemen ailede ve toplumda kadın olmanın zorlukları, özgürlük arayışı, kimlik sorunları yani hepimizin dertlendiği konular kendine yer buluyor kitapta. Bölümlerin kısalığı, dilin sadeliği kitabı kolay okunur kılıyor ve yazarın kendi ifadesiyle en umutlu kitabı oluyor. Hikâyenin kaldığı yer düşünülürse kitabın devamı gelebilir. Belki yeni bir üçleme?

Anı-Yaşantı:

Ayfer Tunç’un en sevilen kitaplarından biri türü yaşantı olarak tanımlanabilecek Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı eseri. Bu kitapta Tunç, 1970’li yılların başından itibaren Türkiye’nin de 30 yılına ait gündelik hayatı hafızasında kalan anılar, dönemin siyasi, sosyal ve kültürel olaylarıyla birlikte aktarıyor.  Kitapta 1970’li yılları 162 esprili başlık altında anlatan yazar o yıllara özgü adetler, alışkanlıklar, eğlenceler, moda, müzik, sinema ve televizyon gibi konulara da yer veriyor. Kitabın kapağında yazarın Mardin’de çekilmiş çocukluk fotoğrafı kullanılmış. 2001 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan ve büyük ilgi gören kitap, 2003 yılında altı Balkan ülkesi arasında düzenlenen Balkanika Ödülü’nü kazandı ve birçok yabancı dile çevrildi.  2007 yılında yayımlanan Ömür Diyorlar Buna, her ne kadar belli bir kategoriye yerleştirilmesi zor olsa da Ayfer Tunç tarafından “öyküleşmiş söyleşiler ya da söyleşilmiş öyküler” olarak tanımlanıyor ve yaşanmış, tanık olunmuş insan hikâyelerini anlatıyor. Bu kitapta yazar, gazetecilik yaptığı dönemde karşısına çıkan insan hikayelerini, yaptığı söyleşilerden doğan yazıları yeniden ele alıyor. Tunç’a göre Ömür Diyorlar Buna, “hayatın sanata kafa attığını gösteren bir kitap.” Tunç’un bitmemiş olarak tanımladığı, yaşadıkça yeni hikayeler ekleyeceğini dile getirdiği 2012 tarihli Memleket Hikâyeleri, Refik Halid Karay’ın aynı adla eserine bir gönderme. Ayfer Tunç Memleket Hikâyeleri’ni “Bugüne kadar gittiğim yerlerden, bana anlatılanlardan, okuduklarımdan, dinlediklerimden, bölük pörçük hatırladıklarımdan çıkan bir kitap oldu” diye tanımlıyor. Kitabın ilgi çekici yanlarından biri de Ayfer Tunç’un bu kitapta kendi çektiği fotoğrafları kullanmış olması.

Ayfer Tunç’un yazdığı senaryolar:

Senaryo yazarlığı da yapan ve hatta bunun eğitimini de veren Tunç’un Sait Faik’in öykülerinden hareketle TRT için yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu 2002’de 4 bölümlük bir dizi olarak yayımlanıyor. Havada Bulut’un senaryosunu yazarken Sait Faik’in yaklaşık 200 öyküsünü konuları, mekânları, karakterleri ve temel duygularıyla analiz ederek önce sökerek parçalara ayırıyor sonrasında akrabalıklarına göre birbirine birleştirip teyelliyor deyim yerindeyse. Gerçekten çok özgün bir çalışmayla yazılan senaryodan çekilen dizi de büyük beğeni topluyor. Bunlar dışında Kızlar Yurdu (1992), Aliye (1994), Binbir Gece (2006) Sessiz Fırtına (2007) dizilerinin senaryo ekiplerinde yer alıyor. Senaryosunu, Aykut Tankuter ile beraber yazdığı Düş, Gerçek, Bir de Sinema filmi 1995 yılında Ankara Uluslararası Film Festivali ve Adana Altın Koza Film Festivali’nden ödüllerle ayrılıyor. Reşat Nuri Güntekin’in Bahçeli Lokanta öyküsü, Mahmut Şevket Esendal’ın Ev Ona Yakıştı öyküsü ve Muzaffer Buyrukçu’nun Sinema Düşleri öyküsünden uyarlanan üç bölümden oluşan filmle Ayfer Tunç bir kere daha edebiyatla sinemayı bir araya getiriyor. Senaryosunu Bahadır Karataş’la birlikte yazdığı Usta filmi 2009 yılında, Orhan Kemal’in aynı adlı romanından uyarladığı 72. Koğuş adlı senaryosu ise 2010’da filme çekiliyor.

Ayfer Tunç’tan yazmak ve yazarlık üzerine

 “Bir yazar kitabının okur tarafından nasıl alımlandığını bilmediği ölçüde özgürdür.”

Ayfer Tunç okuru kendine dert eden yazarlardan değil. Hatta okurun taleplerine kulak tıkamak gerektiğini düşünüyor. Etkinlikler dışında imza günü düzenlemiyor. Her kitabında yeni bir anlatı tarzıyla karşımıza çıkarak bizi şaşırtıyor ama edebiyatına ilişkin beklentilerimizle ilgilenmiyor. Bizler de onu okurken kendimizi alıştığımız bir koltuğun konforunda oturuyormuş gibi hissetmiyoruz. Tunç’u yazmaya iten “içini kemirenler” bizim de bir yerlerimize batıyor sanki. Onun edebiyatının ipine tutunarak ona has dilin derinliklerine inmeye çalışıyoruz, duymamızı istediği melodiye kulak kesiliyoruz, ağzımızda Türkçesinin acılezzet tadının akmaya başladığı an da Ayfer Tunç okumanın hazzını yaşıyoruz.  

“Yazar, her an girecek bir beden arayan huzursuz ruhtur, tıpkı Baudelaire’in söylediği gibi, gönlünce kendisi veya başkaları olabilen kişidir. Yazıyorum, çünkü bana bahşedilen tek bir hayatla yetinemiyorum, aynı anda ben ve başkaları olmak için yazıyorum.”

Ayfer Tunç yazı yazarak bir hayatta pek çok hayatı yaşamanın hazzına daha ilk yazmaya başladığı zamanlarda tutulduğunu söylüyor. Ancak yazmayı bir meslek, asla vazgeçemeyeceği bir vazife gibi de görmüyor. Pek çok yazar gibi kendi yazma nedenini de Sait Faik’in cümlesiyle tanımlıyor: “Yazmazsam deli olacaktım.” Bir dize bile şiir yazmamış olmasına rağmen yazmaya başlamadan mutlaka şiir okuyor. Şiir okumanın ona yaratmak istediği derinlikli atmosferde yardımcı olduğunu, yazma arzusunu canlandırdığını düşünüyor. Üniversitede pek şiir okumazken bir arkadaşından aldığı Edip Cansever’in Bezik Oynayan Kadınlar kitabını okumasıyla deyim yerindeyse, çarpılıyor ve arkasından tüm ikinci yeni şairlerinin kitaplarının tutkunu oluyor. Ayfer Tunç bugün de şiiri anlatıların zirvesine koyuyor. 

Ayfer Tunç edebiyatında çoğumuzun (en azından bizim) ilk tutulduğu şey yarattığı atmosfer. Kendisi de yazmanın en çok zevk aldığı kısmının hissettiği atmosferin dilini arama süreci olduğunu söylüyor. Yazmaya her zaman bir meselenin, bir temanın onu dürtmesiyle başlayıp, sonrasında bunu saran atmosferi, duyguyu tasarlıyor:  mevsimi, mekânı ve hava durumunu. Atmosferi bir deniz metaforu gibi düşünürsek içinde kitabın ruh hali salınmaya ve karakterler şekillenmeye başlıyor. Kitaplarının okuyucuda hep bir his yaratmasını istiyor. Birçok yazar kitaplarında ilk kurguyu oluştururken Tunç, kurgunun yazarken genellikle en sonda geldiğinden bahsediyor. Ayfer Tunç için edebiyat yazılan değil çatılan bir şey gerçekten.

“Erkeklerden oluşan edebiyat dünyasıyla en çok mücadele eden Leyla Erbil olmuştu. Erkekler aslında (bu dünyayı) kadınlara kapatmak ya da kadınlara açtıkları dar alanda yer vermek istiyorlardı.”

Ayfer Tunç yazmaya ilk başladığı zamandan itibaren toplumumuzda kadınların birbirine benzeyen, edilgin, sınırlanmış alanlar içindeki sıradan hayatlarının bir yazar olarak onu cezbetmediğini belirtiyor röportajlarında. O daha ziyade etkin (erkek) karakterin edilgin karakter üzerindeki etkisi ve onun yarattığı yıkıcılığı önemsiyor. Kadın bir yazardan –genelde beklendiği- gibi kadınca meseleleri yazmaya, olaylara kadın bakış açısından günümüzün moda deyimiyle düşük profilden bakmaya, Türkiye’de kadınlara ayrılan sınırlı yere şiddetli itiraz ediyor. Erkek edebiyatçıların kadın edebiyatçıları kenar süsü gibi görmek istediğinden yakınıyor. Erkek yoğun (beş dayı, çok sayıda kuzen) bir ailede büyümesi de kitaplarını erkek ağzından yazmasının nedenleri arasında.

“Çağımla ve insanla en büyük derdim kötülük, kötülüğün yaygınlaşması.”

Ayfer Tunç’un kitaplarında kötülüğün doğasını anlamaya çalıştığını, bu konuyu kendisine mesele ettiğini görüyoruz. Nazi Almanya’sından hareketle “kötülüğün sıradanlığı” kavramını ilk kez kullanan Hannah Arendt 20. yüzyılda artık kötülük için ne canavarlara ne de zorba insanlara gerek kalmadığını, kötülüğün “rahatsız edici normal” kişilerce yapılabildiğini anlatır. Ayfer Tunç da pek çok söyleşisinde modern dünyada gitgide erdemin azalmasıyla kötülüğün çoğaldığını, dünyanın neredeyse bir kötülük küresi haline geldiğini; özellikle bizim yaşadığımız topraklarda kötülüğün taraftar bulduğunu, birey yalnızlaşırken inkârın yaygınlaştığını, kötülüklerle ancak unutarak baş etmeye çalışıldığını vurguluyor. Ayfer Tunç’un bu eleştirileri tüm kitaplarında yarattığı karakterlerde özgürlük ve anlam arayışları, yabancılaşma ve ötekileştirme refleksleri, varoluş sıkıntıları, bitmeyen bir suçluluk hissi, aile ve toplumsal rol çatışmaları temalarıyla hayat buluyor. Kalabalık ve yakın ilişki yaşayan bir aile ortamında büyümek aile dinamiklerini çok iyi anlamasına; aile içindeki rol çatışmaları, şiddet, sevgisizlik, birey olma sancıları, suçluluk, terk edilmişlik gibi konuları ustaca işlemesine yardımcı oluyor. 

Karakterleri yaratırken psikoloji okumalarından çok yararlandığını ama yazar açısından karakter yaratmada asıl gerekli olanın çok roman okumak olduğunu vurguluyor. Kitaplarında sadece ana karakterlerin değil yan karakterlerin çok detaylı işlenmesi, bir anlamda karakter fazlalığı, yaratmak istediği atmosferi de kusursuz yapıyor. Çok sayıda esas/yan karakteri bu kadar başarılı yazabilmesi ve bize bu kadar tanıdık hissettirmesi Ayfer Tunç’un empatik bir bakış açısıyla yazmayı ne kadar önemsediğini de gösteriyor. Yarattığı karakterlerle okuyucularına ilham veren, onlara yeni bakış açıları sunan, zaman zaman da meydan okuyan Ayfer Tunç, edebiyatıyla daha empatik okuyucular da yaratıyor. Ayfer Tunç, hayata anlam verme uğraşımızda yazdıklarıyla arkadaş oluyor bize. Umarız uzun yıllar Türkçemizin saçlarını taramaya devam eder.

Kaynakça:

Podcastler: 

Internet Yazıları:

Kitap

  • Ayfer Tunç’la Karanlıkta Kelimeler-Söyleşi: Handan İnci

Diğer yazar içeriklerini okumak için tıklayın.

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.