8. Kara Hafta İstanbul Festivali, İstanbul’da Pera Palas Oteli’nde gerçekleşti. Ben de yıllardır katılmak için yanıp tutuştuğum bu festivali sonunda izledim ve izlemekle kalmayıp aynı atmosferi sizin de yaşamanız için detaylı olarak anlattım. İşin magazin kısmını da es geçmedim ama en çok polisiye edebiyat şöleni peşinde olanlar, koşun; bu yazı size iyi gelecek. Ayrıca benden size bir tavsiye: Seneye mutlaka Pera Palas Oteli’nin kapısından içeri girin, tarihi asansörün yanından geçin, söyleşileri dinleyin ve zihninize bir ziyafet çekin.
“Yeni nesil polisiye, yazarları zorluyor, her yer mobeselerle dolu!”

Tema: Yeni Nesil Polisiye
Konuklar: Armağan Tunaboylu, Aras Gençtürk
Moderatör: Nazlı Berivan Ak
Armağan Tunaboylu: Polisiye edebiyat yirmi yılda bir değişime uğruyor.
Armağan Tunaboylu yazma serüvenini esprili bir dille şöyle anlatıyor: “Galatasaray Lisesi’ni bitirdiğimde Fransızca bilmiyordum. Öğrenmek için James Bond’ları Fransızca okumaya başladım. Bir yandan da sinema ve dizi sektöründe çalışıyordum. Yirmi yıl boyunca polisiye okuduktan sonra ‘Ben daha iyisini yazarım,’ diyerek Metin Çakır’ı yarattım.”
Metin Çakır için Karakol Cinayetleri kitabının arka kapağında şöyle yazıyor: “Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız… Yok canım, nerdee! O, tarihin en ahlaksız, sahtekâr, korkak, yalancı, maço vb karaktersiz karakteri. Ama insan gene de onu sevmeden edemiyor.”
Karakol Cinayetleri, Dünya Kitap tarafından 2016 yılında “Yılın Telif Polisiye Kitabı” ödülüne değer bulunmuş. Armağan Tunaboylu, bu ödülün tam zamanında geldiğini ve kendisini çok motive ettiğini söylüyor. İlk beş kitaptan sonra Metin Çakır’la vedalaşmış, Berkun İstanbullu’yu yaratmış. Tunaboylu, Metin Çakır için, “Onun en önemli karakter özelliği bir karakterinin olmaması” derken (karaktersiz demek istiyor), Berkun İstanbullu’yu yaratırken Metin Çakır’dan esirgediklerini âdeta “yağdırmış”. Bu kez karşımızda halası tarafından yetiştirilen, ince zevklere sahip, sinemayı, kitapları, müziği seven, üstelik yakışıklı ve ciddi bir adam var. Neden böyle bir karakter yarattığını ise şöyle anlatıyor: “Adaleti sağlayan tipler hep maço tipler, akla, entellekte düşman tipler. Bu tiplerden biraz uzaklaşmak istedim”.
Derken “Yeni Nesil Polisiye” başlığına geliyor konu. Armağan Tunaboylu için “Yeni Nesil”, 2000’li yıllarmış. “Polisiye edebiyat her yirmi yılda bir değişime uğruyor. 2000’lerde her yer Mobese’lerle kaplandı. Suç Yeri İncelemesi önem kazandı. Bunlar polisiyeyi de değiştirdi.”diyor. Anladığım kadarıyla bir yazar olarak etrafta bu kadar Mobese olmasından hiç memnun değil. “Artık katilin yakalanmamasını sağlamak daha zor, “’Mobese bozukmuş meğer’ bahanesine kaç kere başvurabiliriz ki!” diye de yakınıyor.
Aras Gençtürk: Suçların çözülmesine yarayan teknolojik gelişmeleri takip ediyorum.
Nazlı Berivan Ak, aynı soruları diğer konuğu Aras Gençtürk’e de soruyor. Aras Gençtürk,1992 doğumlu genç bir yazar. TÜRVAK Sinema ve Televizyon Eğitim Merkezi Spikerlik/Sunuculuk bölümünün ardından Haliç Üniversitesi İngilizce Mütercim Tercümanlık bölümünü bitirmiş. 2020 Kara Hafta İstanbul Öykü Yarışması’nda Delilik isimli öyküsü dereceye girmiş, 2021 Zehirli Kalem Polisiye Öykü Yarışması’nda İkisinin Arasında Bir Yerde isimli öyküsü altıncı olmuş.Derken ilk romanı Kabus ile Kristal Kelepçe Teşvik Ödülü’nün sahibi olmuş. Yazmaya nasıl başladığını anlatırken iyi polisiye yazarlarından, özellikle Norveçli polisiye yazarı Jo Nesbo’dan etkilendiğini vurguluyor. Önceleri fantastik türde yazmış ancak yazdıklarındaki ağırlıklı gizem unsurunu fark edince polisiyeye dönmüş. “Ödül almak güzel” diyor ve bu ödüllerin diğer genç polisiye yazarlar arasından sıyrılmasında büyük etkisi olduğunu söylüyor.
Aras Gençtürk’ün karakteri Ogün, eski bir gazeteci ve şizofrenmiş. “Şizofren insanlar çok tehlikeli gibi algılanıyor ama aslında şizofreninin çeşitleri ve dereceleri var. Bazı şizofrenler gündelik hayatlarını aynı bizim gibi sürdürebiliyorlar, biraz da buna dikkat çekmek istedim,” diyor. Yeni kitabında Kabus romanındaki polis Alpay ön plandaymış. O da kusurları olan, sadece işini iyi yapan bir adam. Derken “Yeni Nesil polisiyelerde kusurluluk hâlinin öne çıktığı, daha önce konuşulmayan hastalıklara yer verildiği” tespiti yapılıyor ortaklaşa.
Ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadan süre doluveriyor. Sıra ikinci oturumda.
Edebiyat ile Psikolojinin Buluşması: Kitapla Terapi

Tema: Bibliyoterapi – Yeni Polisiyeler
Konuşmacılar: Aslı Perker -Tuna Kiremitçi
Bibliyofil, kitapsever demekmiş, bibliyoman ise kitap düşkünü. Bibliyoterapi ise, kişinin sorun çözerken ya da kişisel gelişimini sağlarken kitaplardan yararlanması anlamına geliyormuş.
Aslı Perker ile Tuna Kiremitçi, bu yılın başında edebiyat ile psikolojiyi buluşturan bir podcast serisine başladı. Tuna Kiremitçi’nin 8 Ocak 2022’de attığı tweet aynen şöyle: “Haftalık podcast’imiz ‘Bibliyoterapi’ başladı. Şu çılgın zamanlarda kitapların ruhu iyileştirici gücüne inananlara, şifa niyetine.”
Salonda hummalı bir çalışma var, ses sistemi yerleştiriliyor, kocaman mikrofonlar kuruluyor. Podcast kaydı canlı yapılacak, biz de canlı canlı dinleyeceğiz. “Bir ilki deniyoruz” deyip sohbete başlıyorlar.
Dört harika kitap öneriyorlar bize.
1- Karanlık Yüz: Olof Palme cinayetinden etkilenerek yazmaya başlayan Henning Mankell, aktivist ve sosyalist olan İsveçli bir yazar. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık üzerinden İsveç kurumlarının içinde barınan Nazi unsurları eleştiren bu roman, aynı zamanda ilk Kurt Wallander macerası.
2-Ejderha Dövmeli Kız: Stieg Larsson, sağ hareketler üzerine uzmanlaşmış bir gazeteci ve sosyalist.Millenium Üçlemesi’nin bu ilk kitabının karakteri Lisbeth Salandar, Asperger sendromlu bir genç kız. Kitap tüm dünyada ünlü oluyor ve filme de çekiliyor. Hatta Asperger Sendromu konusunda farkındalık yaratıyor.
3-Sis ve Gece: Ahmet Ümit’in bu ilk kitabı için Fethi Naci, “Bu kitap fazla polis yanlısı. Bir yazarın böyle taraflı davranmaya hakkı yok” minvalinde bir eleştiri yazdığı için Ahmet Ümit Yeni Yüzyıl’daki köşesinde Fethi Naci’nin hunharca öldürüldüğü Kitap Katili adlı bir öykü yazıyor. Fethi Naci’nin “zekice” bulduğu bu cevap sonrasında dost oluyorlar.
4-Islak Balık: Büyük bir tarih araştırmacısı olan Volker Kutscher, 1929 yılında başlayan bu kitabında, Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Weimar Cumhuriyeti’nin yerini Nazi iktidarına nasıl bıraktığını, Nazizmin yükselişini anlatıyor. Cinayet şubesinden ahlâk masasına sürülmüş olan Komiser Gereon Rath’ın ilk vakası. Gereon Rath’ın vakaları, tüm dünyada ilgiyle izlenen Babylon-Berlin isimli diziye de ilham kaynağı oldu.
Size burada kısaca özetlediğim sohbeti, podcast platformlarında “Bibliyoterapi” diye aratarak dinleyebilirsiniz.
Edebiyat seksten daha güçlü

Tema: Masaldan Polisiyeye
Konuk: Ahmet Ümit
Ahmet Ümit, o akıcı üslubuyla salondaki dinleyicileri hemen esir alıyor. Jest ve mimiklerini bol bol kullanarak ve platformda dolaşarak önce Tevrat’taki hikâyelerden, Robin Hood ve Köroğlu’ndan, Keloğlan’dan, sonra Binbir Gece Masalları’ndan bahsediyor. Ahmet Ümit, Binbir Gece Masalları’nın prensesi Şehrazat’ın hayatta kalma nedeninin seks değil, edebiyat olduğunu söyleyerek bana ara başlığımı vermiş oluyor. 🙂
İlk polisiye yazarının Edgar Allan Poe olduğunu, son kitabı Bir Aşk Masalı’nda beş krallık olma sebebinin, 2’nin dişiyi, 3’ün erkeği temsil etmesi sebebiyle (3+2=5) kadınla erkeğin birlikteliğini temsil etmesi olduğunu, aşkın tek kişilik olduğunu ve âşık olanın tıpkı bir yazar gibi kafasında bir karakter yarattığını, onun için en özel kitabının Masal Masal İçinde olduğunu çünkü o kitapta annesinden dinlediği masalları yazdığını, Kar Kokusu romanına bir cinayet daha ekleseymiş iyi olacağını düşündüğünü, insanın iyi ki akıl dışı bir varlık olduğunu, aksi halde robota benzeyeceğimizi, Başkomiser Nevzat’ın dizi olacağını, kast dâhil her konuda fikrinin alınacağını, Nevzat’ın fiziksel özelliklerini pek anlatmadığını ama onun ruhunu bildiğini, editörlerle arasının iyi olduğunu, eşinin “Editörler edebiyat dünyasının gizli kahramanlarıdır. İyi bir editörü olan yazar çok şanslıdır, ” dediğini öğrendiğimiz şahane bir söyleşi oldu. Keyifle dinledik.
Sonunda okurlardan biri, Ahmet Ümit’e “Silivri Cezaevi’nde en çok sizin kitaplarınız okunuyormuş” dediğinde, inanıyorum ki buna salondaki kimse şaşırmadı.
“Vedat Kurdel geldi ve ‘Beni yaz’ dedi.”

Tema: “Kavgaz, Bir Karakter Yaratmak”
Konuklar: Algan Sezgintüredi – Mesut Demirbilek
Moderatör: Metin Celal
Algan Sezgintüredi’nin Katilin Şeyi kitabını alırken ister istemez gülümsemiştim. Tüm “Katil” serisini keyifle okudum. Meğer bizim bu kitapları keyifle okumamız için yazarının önce bir dizi başarısızlık yaşaması gerekmiş.
Algan Sezgintüredi Grafik Tasarım bölümünden mezun olup reklamcılık sektörünün ona hiç uygun olmadığını anlayınca eşinin babasının yanında ticarete atılmış. Ticaret de ona uygun değilmiş fakat ihracat ithalat derken İngilizce öğrenmiş. Bu İngilizce onu çevirilere, çeviriler de yazmaya götürmüş. Gerçi büyük aşkı bilim kurgu türünde yazdığı romanını Metis Yayınevi reddetmiş ama hemen her konuda vasatın bir tık üstü olan dedektif Vedat Kurdel karakteri gelip “Beni yaz” deyince, bu yazma işi de rayına oturmuş. Hatta öyle oturmuş ki, emekli polis komiseri Mesut Demirbilek ile yeni seriye başlamışlar: Kavgaz.
“Olanın olmayana, bilenin bilmeyene borcu vardır”
En büyük hayali İstanbul Cinayet Büro’ya girmek olan ve artık şans mıdır, evrene mesaj mıdır, yoksa tesadüf müdür bilinmez; bu dileğine sıra dışı biçimde çok genç yaşta ulaşan Mesut Demirbilek, on yıl cinayetlerle uğraştıktan sonra Emniyet Müdürü iken emekli olmuş. Çalıştığı dönemde hiç içki içmemiş çünkü suçluları aradığı gece hayatına tümüyle uzak olması gerektiğini düşünmüş. Olay yeri incelemelerinde eldiven giyilmesine ön ayak olmuş. Emekliliğinde de “olanın olmayana, bilenin bilmeyene borcu vardır” diyerek bildiklerini paylaşmayı seçmiş. Teknik bilgilerini, deneyimlerini yazarlarla ve soranlarla paylaşmış. Önce Onur Akhan ile birlikte Cinayet Sohbetleri ve Hepimiz Katiliz’i yazmışlar. Cinayet Sohbetleri THY’de en çok okunan kitap seçilmiş. Sonra Okan Bayülgen’in programında Algan Sezgintüredi ile tanışmışlar.
Ne demek bu “Kavgaz”?
On iki kitap olarak planlanan Kavgaz serisinin ilk kitabı Çantacı, 80’li yıllarda geçiyor ve gerçek olaylardan ilham alıyor. Çantacı, İstanbul’dan Anadolu’ya kuyum taşıyanlara denirmiş. Kavgaz ise devedikeni demekmiş, aynı zamanda Edirne’de bir semt adıymış. Algan Sezgintüredi’nin haritadan bulduğu ve Mesut Demirbilek’in hayatından yola çıkarak yaratılan, kitabın başroldeki genç polisi Mutlu’ya verdiği Kavgaz soyadı, bu ortaklığın daim olacağının işareti gibiymiş çünkü tamamen tesadüf eseri, Kavgaz semti Mesut Demirbilek’in çocukluğunun geçtiği yermiş.
Kavgaz serisinde arka plandaki olaylar, hayatın akışı ve emniyetin prosedürleri tamamen 80’li yıllara ait. O yılları polisiye tadında şöyle bir hatırlamak isteyenler buraya buyursun!
“Bu romanda çok vahşet var!“

Tema: Norveç Polisiyesi
Konuk: Silje Ulstein
Moderatör: Ayşe Erbulak
Bir Sürüngenin Anıları kitabının yazarı ile, aynı zamanda kitabın çevirmeni olan Ayşe Erbulak sohbet ediyor. Çevirirken zorlandığını söylüyor ve bizi baştan uyarıyor: “Kitapta çok vahşet var”.
Norveç’te yılan beslemek serbestmiş. Ölü hayvanlarla beslenen bir yılanı başka şeylerle beslerseniz ve bu bir polisiye roman olursa? Yazarı vahşet konusunda ne kadar ileri gidebileceğini görmek istediğini ama vahşeti tasvir etmek yerine gerilimi adım adım yükseltmeyi tercih ettiğini söylüyor.
Silje Ulstein, çocukluğundan beri yazar olmak istermiş, çocukken bir daktilosu varmış. Liseyi bitirince bir yıl yazı kursuna gittikten sonra edebiyat okumuş, sonra Bergen’de iki yıllık bir yaratıcı yazarlık kursuna devam etmiş ve nihayet Oslo Üniversitesi’nde Edebiyat dalında master yapmış. Henüz sadece yazarak para kazanamıyormuş, bir üniversitede idari bölümde çalışıyormuş ama ikinci kitabını yazmaya başlamış bile. “Sizin kadar mutlu insanların olduğu bir ülkede nasıl böyle bir roman yazabildiniz?” sorusu geliyor. “Şiddet, korku, vahşet, gelecek kaygısı, bunlar gündelik hayatımızda pek yok, o nedenle yazarak deneyimlemek istedim,” diyor. O an bütün salon kısacık süreyle dalıp gidiyor, muhtemelen hepimiz şu temenniyle daldığımız yerden gerçek hayata, salona dönüyoruz: Darısı başımıza
Kara Hafta İstanbul Festivali Nedir?
Kara Hafta Festivali, polisiye edebiyatı merkezine alarak bu türe katkı sunan yazarlar, çevirmenler, editörler, adli tıp uzmanları ve hatta polisler ile polisiye okurunu buluşturan, dünyanın farklı şehirlerinde de benzer adlarla kutlanan bir etkinlik. Barcelona ve Buenos Aires şehirlerinde “Novela Negra” ismiyle bilinen festival, ülkemizde ilk kez 22-24 Ekim 2015 tarihleri arasında, Agatha Christie’nin 125. doğum günü anısına gerçekleştirildi. Agatha Christie’nin ünlü romanı Doğu Ekspresi’nde Cinayet’i, Pera Palace Oteli 411 numaralı odada yazdığı rivayet olunur. Köklü geçmişi boyunca pek çok yazarı ağırlayan bu tarihi otel, her yıl belirli bir tema üzerinden, yazarları anarak polisiye tutkunlarını ve edebiyat severleri ağırlamaya devam ediyor.
Konusu İstanbul’da geçen iki ayrı kitap yazan ünlü polisiye yazarı Georges Simenon, James Bond’un yaratıcısı olarak bilinen Ian Fleming, Amerikalı dedektif karakteri Mike Hammer, dahi yönetmen Alfred Hitchcock, casusluk romanları yazarı İngiliz John le Carre (asıl adı David John Moore Cornwell), Edgar Allen Poe ve son olarak Norveç Polisiyesi temaları üzerine gerçekleşen Kara Hafta İstanbul Festivali, bugüne kadar Erol Üyepazarcı, Ahmet Ümit, Metin Celal, Adnan Özer, Sevin Okyay, Celil Oker, Algan Sezgintüredi, Armağan Tunaboylu, Ercan Akbay, Cenk Çalışır, Tuna Kiremitçi, Verda Pars, Suat Duman, Çağatay Yaşmut, Mesut Demirbilek, Ömer Erdem, Taner Ay, Nazlı Berivan Ak, Ayşe Erbulak, Elçin Poyrazlar, Hakan Günday, Onur Saylak, Amerikalı yazar David Walton, Güney Afrikalı yazar/yönetmen Sam Wilson, huysuz Atinalı polis müfettişi Kostas Haritos’un yaratıcısı Petros Markaris, Arne Dahl takma ismiyle yazan İsveçli romancı (asıl adı Jan Arnald), Danimarkalı yazar Michael Katz Krefeld, İspanyol suç kurgu yazarı Teresa Solana ve burada yazamadığımız daha pek çok kişiyi ağırladı.
Diğer haberleri okumak için tıklayın.
ANIL ILKAY BOZKURT
Pera Palas atmosferini hissettim, keyifli bir okuma oldu benim için.
Teşekkürler, emeğinize sağlık.