Bookinton

Gencölmek kitabını 1964’te yazıp ondan 19 yıl sonra uçak kazasında, henüz 45 yaşında hayata veda eden Ergin Günçe sadece hoca olarak ODTÜ’nün değil, şiirin de efsanevi şairlerinden. Günçe’yi tek bir yazıya sığmayacağı hâlde oğlu Dadal Günçe ile söyleşerek sığdırmaya çalıştık. 

İlknur Akgül Ardıç

“……….

Ölüm alışsın artık bize

Bir dans gibi bahçemize gelsin

Gelsin otursun ılık minderimize

Bence o çocuk öyle gülmemeli

Ay kar gibidir pencerede”

Gencölmek-Ergin Günçe

İkinci Yeni akımına ucundan dokunan ancak akımlara sığmayan çok yönlülüğü ile solcu, muhafazakâr, tüm kesimlerin baş tacı ettiği usta şair, yazar, ekonomist Ergin Günçe, Türkiye’nin en önemli kalemlerinden oldu. Şiir sanatına kattığı övülecek çok yönlülüğüne, İkinci Yenicilerin şiire bakışı ile yetinmeyip bu sanata imgeli bir söyleyiş katmasına rağmen Ergin Günçe, şair arkadaş ve dönemdaşları Cemal Süreya, Sezai Karakoç gibi isimler kadar popülerleşmedi. 1983 yılının 16 Ocak günü, henüz 45 gibi genç bir yaşta, talihsiz bir uçak kazasıyla şiirlerinde sık sık andığı ölüme uçtu. Şiir yazmaya lise yıllarında başlayan Günçe’nin, ilk şiiri Cebrik Şiir 1954’te Onüç adlı edebiyat dergisinde yayımlandı. Sonrası ise yazarlık, şairlik, akademisyenlik, ekonomistlikle geçen 45 kısa yıl… 

Ergin Günçe’yi en içten ve en doğru, müzisyen, eski doktor olan oğlu Dadal Günçe anlatır dedik ve dinledik.

Dadal Günçe

Hoş geldin Dadal. Söyleşimizi kabul ettiğin için Bookinton adına çok teşekkürler. Günçe ailesinin özet hikâyesi ile başlayabilir miyiz sohbete? 

Annem Gülseren Günçe doktor, psikiyatr ve nörologdu. Bir tarafı Orta Anadolu, diğeri Arnavutluk’tan gelen bir ailedendi. Babam Bulgaristan göçmeni; Çerkes, Laz ve Suriyeli var ailesinde. Annem 1931, babam 1938 doğumlu. O dönemin anlayışına göre biraz ters bir durum. 

Küçüklüğünden anılarında kalanlar neler? 

İlk anım iki yaşımdan sonra; Kızılcahamam cezaevine dedemi ziyarete gidişimiz. Dedem milletvekiliydi Demokrat Parti’den ve 27 Mayıs’ta hapse girdi. 1

Babamın beni ODTÜ’ye götürüşünü hatırlıyorum. “Et arabaları” dedikleri Amerikalılardan kalan garip, hurda otobüsler vardı. Onlara binip gidişimizi hatırlıyorum. 1966-67’deki anılarım daha net. 1967’de babamın yanına gittik Fransa’ya. 1968 babamın kırmızı bir arabayla Türkiye’ye gelişi; yavaş yavaş ortalığın karışmaya başlayışı; Taylan Özgür’ün ölüm haberini alışımız akşam ajansından. İlk anılarım bunlar.

 Et Arabaları’nın sonuncusu, şimdi müzelik!

Ergin Günçe’nin siyasi kimliğinin şekillenme süreci nasıl oldu?  

Anne-babası öğretmen olduğu için Anadolu’yu dolaşıyorlar. Orada bir sürü haksızlık görüyor babam. Çok genç yaşta ölümler görüyor. Kızamıktan bütün bir köyün öğrencilerinin öldüğüne şahit oluyor; kendisi ve birkaç kişi aşılı olduğu için kurtuluyor. 14-15 yaşlarında ilaç fabrikasına işçi olarak giriyor; çok küçük yaşta işçiliğe başlıyor ve sömürü ile tanışıyor. Okumaya meraklı. Babası felsefe öğretmeni. Muhtemelen onun yansıması var. Babasıyla ilişkisi çok kötü bu arada. Hem evinde hem hayatta haksızlığa uğruyor; görüyor haksızlıkları. Bunları bir temele oturtmaya çalışıyor. 1950’lerde gizli gizli okumaya başlıyor; muhtemelen de yasaklı kitapları okuyor. Aileye katkı sağlamak için işportacılık yapmaya zorlanıyor. 1948’de, 10 yaşındayken bir geceyi karakolda geçiriyor. Parasızlık, fakirlik, bir yandan babasının yaptığı haksızlıklar, diğer yandan umumi haksızlıklar; 1955’teki 6-7 Eylül olaylarının canlı tanıklığı… Okumaya, öğrenmeye merakı da birleşince kendiliğinden politik kimliği oluşuyor. 

Ergin Günçe’nin efsane akademisyenler arasında yer almasının sebepleri neydi?

Babam efsane akademisyen miydi; evet arkasından böyle diyenler oldu. Ben bunu birebir değerlendiremem; ODTÜ’de hoca iken bir-iki dersine girdim. Yaptığı işe çok özen gösterirdi, çok kaynak kullanırdı. Ölümüne, militanca davranırdı; öğrencilerini eve getirecek ya da gecenin bir yarısına kadar okulda kalacak kadar… 

O gece o uçağa binme sebebi de oydu. (Ergin Günçe’nin hayatını kaybettiği Ankara-Esenboğa uçağı.) Çünkü ertesi gün erkenden dersi vardı ve İstanbul’dan tren ya da otobüsle gelip uykulu uykulu öğrencilerin karşısına çıkmak istemiyordu muhtemelen. Ders anlatmayı bir performans sanatçılığı gibi düşünüyordu. 

Siyasi kimliği yüzünden okuldan uzaklaştırma alan bir öğrencisi Ergin Günçe ile ilgili anısını şöyle anlatıyor: “Hapisten çıkanları disipline veriyorlardı ve Günçe Hoca kuruldaydı. Bana uzaklaştırma verildiğindeki üzgün yüzünü unutamıyorum. Sonra evine gittiğimizde şiirlerimi çoğaltmamı istemişti. Sessiz bir özür gibi…”

Ergin ve Dadal Günçe

Baba, akademisyen, şair Ergin Günçe’yi nasıl anlatırsın?

Ben baba Ergin Günçe’yi anlatmayı daha uygun bulurum. Klasik bir baba-oğul ilişkisi vardı aramızda. Hatta bazen fazla klasik! Diyorlar ki “Baban çok özgürlükçü bir insan. Şöyle özeldi, böyle entelektüeldi… Bu sana ne kadar yansıdı?” Yansıdı ama düşük bir oranda! “Şunu oku, bunu yaz, onu çiz, bunu anla” diye bana bir şeyler verdi ama bir yandan da “Oğlum ders çalış, haytalık etme” derdi. Yani öyle ilgisiz, uçuk-kaçık, soyut bir baba değildi. Yine de “Oğlum Marx’la Lenin’le sınırlı kalma, al şunları da oku; J. J. Rousseau oku, okuduklarını bana anlat. Caz, klasik müzik dinle,” diyen, çizgi dışına çıkan bir babaydı. 

Şair yanıyla temasım az oldu. Öldüğünde şiirlerini daha yeni yeni değerlendirmeye başlamıştım. Ne yazdığını pek anlamıyordum. Ama Turgut Uyar’ı, Cemal Süreya’yı, Ece Ayhan’ı çok erken keşfetmemi sağladı. Akademik yanına gelince; akademiden ayrıldığı zamanlar büyük mutsuzluk süreçleriydi. Yine atılacaktı ODTÜ’den, onun haberini almıştı. Bu da üzüntü olarak yansıyordu eve. Sadece akademiye çok bağlı olduğunu, kütüphanesi için büyük borç yaptığını, maaşını olduğu gibi kitaba yatırdığını biliyorum. 

Etkilendiği akımlar, sevdiği şairler hangileriydi?

Etkilendiklerinden çok değer verdiklerini söyleyebilirim, mesela Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal; muhtemelen dünya görüşü hiç uyuşmasa bile! Nazım’ı çok ciddiye alır ve savunurdu. Sait Faik, Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Mahmut Şevket Esendal sık okuduklarıydı diyebilirim. Türk halk şiirinden, “koşma geleneğinden” ³, İngiliz-Fransız ve Amerikan edebiyatından etkilendi. O dönem Türkiye’ye yeni yansıyan, Amerika’da da yeni olan “beat hareketini” takip ettiğini daha sonra evden çıkan kitaplardan biliyorum. Zaten James Dean’in için söylenen meşhur “Hızlı yaşa, genç öl. Cesedin yakışıklı olsun” lafından ürettiğini söylerdi ilk kitabı Gencölmek’i. 

Oğuz Atay’la arkadaştılar. Etkilendi mi bilmiyorum; birisi şairdi diğeri romancı ama aralarında bir bağ olduğunu hissediyorum. Onun dışında İkinci Yeni ile başlayan bir dönem var. 1970’li yıllardan sonra yazdığı şiirler var ama onlara İkinci Yeni ya da devamı demek doğru değil. Kendi dilinde bir şiir kurmaya çalışıyordu. Çabası o yöndeydi!

Edebiyat dünyasının meşhur şair atışmaları ve sohbetlerine baban ve diğer şairler arasında hiç şahit oldun mu? 

Atışmalara birebir şahit oldum diyemem. Ama eskiden Mülkiyelilerin Kızılay’daki yerinin bahçesinde çok eski arkadaşı Cemal Süreya ile buluşurlardı. Cemal Süreya’nın da babamın da küsme huyu vardı. Sık sık küsüp barışırlardı. Bir yıl falan küs kalırlardı. Turgut Uyar’la iyi arkadaşlardı. Ece Ayhan’ın da evine ziyarete gitmiştik İstanbul’da Çubuklu’ya. Yaşar Kemal ile geçmişten gelen bir dostlukları vardı, Enis Batur, Ahmed Arif ile de öyle. 

Şehirli Şairler Antolojisi diye bir şiiri var. Orada kendi döneminin neredeyse tüm şairlerine saygı duruşu yapıyor. 

Günçe’nin Türkiye Kadar Bir Çiçek kitabı artık Kırmızı Kedi yayınlarından çıkıyor.

Cemal Süreya, Ergin Günçe için şu sözleri dile getirmiş: “Gencölmek’teki şiirlerle daha sonra tek tek dergilerde yayımlananlar arasında şöyle bir ayrım var, Gencölmek’tekiler ‘İkinci Yeni’ döneminin ortak çizgilerini de tartışıyor. Çocukluk-ölüm duygusu temaları yan yana, hatta iç içe. Ruh temizliğinin kitabıdır Gencölmek …”

Dadal, babanın yüreğinde taşıdığın şiirleri ya da sözleri hangileri?

Bazı şiirlerini öne çıkarıyorum. Şapkamda Yağmur’u babam hayattayken bestelemeyi denemiştim. Dinledi ama olumlu-olumsuz yorum yapmadı. Adsız şiirini çok severim. (ADSIZ/ Adımız bahçenin köşelerinde saklı/ Yeminimiz sözümüz sevgimiz/ Bu sarı kâğıtta katlı// Güneş işte orda bayram yeri/ Sularda ilk cemre/ Gökte bir leylek buluyorum// Nedir beni dalgınlığa götüren/ Şehirden dönünce onu bulamamak mı/ Yoksa bu yaşta ölümden mi korkuyorum// Bahçenin içinden annemin kahkahası.) Hep bir ölümden sonra Bir Dostu Ölü Götürmek şiiri gelir aklıma. (BİR DOSTU ÖLÜ GÖTÜRMEK/Boş bulunup gülersen/ Bir Ölünü görünce/ Ocağa Tütsü atarsın/ Pencerene sürme çek// Ölünün Babasıyla/ Uzunca bir Rakı iç/ Anmadan eski günleri/ Bırak biraz Ay doğsun// Dört arkadaş bir olup/ Tahta kutu içinde/ Ölünüzü götürün/ İncirlerin altına// Dönersen ıslık çalarsın/ Yol uzun, Su karanlık/ Otur bir çardak altına/ Bırak biraz Yağmur yağsın. 1979)

Dörtlükleri var yine sevdiğim. “Günler uzuyor, ölüme falan çalışıyoruz arkadaşlarla,” diyor. Çocuk ve ölüm hakkında yazdıkları; “Bayrama Gitmeyen Üç Çocuk/3. Tutuklu” çok dokunur bana okurken. (BAYRAMA GİTMEYEN ÜÇ ÇOCUK/3. TUTUKLU: dün burda üç abiyi asmışlar/ suç anayasayı devirmek/ zor mudur sahi asılmak)

Babanın elim vefatından sonra hiç şiirlerinde kaderinin izlerini sürdün mü? 

Şiirlerinde kaderinin izini sürmek çok kolay çünkü son şiirde yolculuğun ormanda seni bekliyor, köpeği bir dostuna emanet bırak diyor. Köpeği bir dostuna emanet et, çiçeklerini göm, git karakola teslim ol! (Son şiiri olan Avcı’dan.) Babamın küçük, beyaz bir köpeği vardı; o öldüğünde hayattaydı. 

Başka bir şiirinde ise bugünlerde ömrüm de bir hayli kısalıyor yazmış. Son dört-beş şiirinde bu tarz kaderinin izleri var ama bir tanesinde özellikle çok öne çıkmış fazla vaktinin kalmadığı. İz sürmeye gerek kalmadan herhangi bir okuyucu bu adam herhalde bunları yazdıktan birkaç hafta sonra ölmüştür der ki aşağı yukarı öyle oldu!      

“Ben Uzağa Giderken Dadal Uykuda Olacağı İçin”

Ona bir mektup yazsan neler anlatırsın?

Özledim derim; sen gittikten sonra çok şey oldu. Hepsini tek tek mektuba yazamam, üşenirim derim. Bir oğlum oldu adını Ergin Cem koydum derim. Evde bir kedi var derim; ona çok sevinir. Kedileri-köpekleri çok severdi. Müzikle uğraşıyorum, gitar çalmaya devam ediyorum; doktorluğu da bıraktım, zaten sevememiştim derim. Gel görüşelim, çay ya da rakı içerken anlatayım, anlatacak çok şey birikti derim. Ya da sen neredeysen ben oraya geleyim derim. 

Ergin Günçe hakkında kimsenin bilmediği bir şeyi paylaşır mısın bizimle?

Kimsenin bilmediği bir şey olduğunu zannetmiyorum. İyi bir din eğitimi almıştı küçükken, o var. Dedelerinden Hasan, Suriyeli Arap’tı. Hatta Marksizim üzerine yazılmış yasaklı bir kitap çevirisinde Hasan Dadal ismini kullanmıştı. Bütün İslam tarihi ve dinler felsefesi eserlerini okumuş; hepsini bilirdi. Genel olarak da iyi felsefe biliyordu. 

Son olarak iyi bir şair, akademisyen ve baban Ergin Günçe’yi insanların nasıl ve hangi sözleriyle hatırlamasını istersin?

Şiirini okusunlar, kitaplarını alsınlar istiyorum. Bu maddi bir beklenti değil. Düz yazılarının da okunmasını dilerim. İyi anılsın; dürüst, doğru bir insan, iyi bir şair ve hoca olarak anılsın. Yaşasaydı demokrat çizgisini devam ettirirdi diye düşünüyorum. 

İyi bir ekonomistti. Din felsefesini iyi bilen biri olarak bugünkü din-devlet ilişkisini nasıl anardı bilmiyorum. Çok iyi şiir okuduğunu söyleyen biri Ergin Günçe’yi hiç okumadığını söylediği zaman çok da fazla okumuyormuşsun kardeşim diyorum ona. Şiir mozaiği içindeki önemli şairlerden biri olduğunu düşünüyorum ki aklı başında çok insan da söylüyor bunu. 

ERGİN GÜNÇE NOTLARI: 

  • Dadal Günçe, Broy Yayınevi’nden basılan, Ergin Günçe’nin Türkiye Kadar Bir Çiçek eserinin İngilizceye çevrilmiş hâli A Flower Much as Turkey’in kesinlikle ailesinin ve telif hakkına sahip yayınevinin izni olmadan, hukuksuzca basıldığını söylüyor. Sakın almayın!!!  
  • “Her aydın hapse girmelidir/Halkı tanımak ve devleti görmek için.” 12 Mart 1971’de yapılan Balyoz Harekâtı kapsamında gözaltına alınan Günçe, bir süre cezaevinde tutuklu kaldı. Cezaevi arkadaşı ise Gazeteci – Yazar Uğur Mumcu’ydu. 
  • Dönersen Islık Çal filminin ismini, Ergin Günçe’nin Bir Dostu Ölü Götürmek şiirindeki “dönersen ıslık çalarsın” dizesinden aldığı söylenir.
  • 1964’te Dost Yayınları tarafından basılan ve İkinci Yeni döneminin izlerini taşıyan Gencölmek, Günçe’nin hayattayken yayımladığı tek şiir kitabıdır.
  • Arkadaşı Cemal Süreya ile Papirüs dergisini çıkarır.
  • 68 Öğrenci Hareketleri, 68 Kuşağı, 12 Mart 1971 muhtırası gibi önemli tarih ve oluşumlar Günçe’nin şiirlerinde gelir eşitsizliği, tutukluluk, kavga, idamlar gibi toplumsal izlekleri işlemesinde etkili olur. Ancak toplumcu söylem ve şiirlerin siyasi içerik taşıması Günçe şiirinin sloganik bir biçime dönüşerek şiir estetiğinin önüne geçmesine yol açmaz. Bunda şairin imgeden tamamen uzaklaşmamasının yanında şiirindeki ironi ve alaycı-eleştirel dilin öneminin fazla olduğu söylenebilir. (Kaynak için tıklayın.)
  • Yakın arkadaşı Enis Batur onun ölümünü “Uçaktan müthiş korkan bendim, kaza seni buldu. İçimde patlayan isyan duygularını anlatacak kimse bulamadım, on beş yıl geçmiş aradan: Yokluğuna hâlâ alışamadım” (Günday 2012: 103) sözleriyle anlatır. 
  • Oğlu Dadal Günçe babasının ansızın ölümünden sonra ona şu satırları yazdı: “Pencereden dışarıya bir göz attım/ Yağan karı gördüm/ Genç yaşta yitirilenler için yazdığı/ Ağıtın başını anımsadım/ Ay mıdır kar mıdır pencereden/ Boğulmuş çocukları martılara taşıyan/ Kolay değil bu/ Bana sevmesini öğreten insanı yitirdim” 
  • Şiirinde mekân ve çocukluk temaları öne çıkar.
  • Fakülte kantininde Nâzım Hikmet’ten şiirler okuyunca komünist diye dışlanır. 
  • Anadolu geçmişi şiirinde kelimelerine yansır. 
  • Gencölmek kitabındaki otuz şiirinde yirmiden fazla bitki adı defalarca yinelenir: Elma, muşmula, ayva, ebegümeci, ıhlamur… Bu bitkilerin Anadolu’nun değişik bölgelerinde yetiştiği ve Günçe’nin ebeveynlerinin işleri dolayısıyla Anadolu topraklarının birçok bölgesinde yaşadığı bilinmektedir. Günçe’nin şiirinde diğer bir dikkat çekici unsur ise hayvan adlarıdır. Otuza yakın hayvan adının geçtiği şiirlerde hayvan ve bitki adlarının İkinci Yeni’nin imge biçimi olarak bilinçli şekilde kullanıldığı görülür. (Kaynak için tıklayın.)
  • Tutuklu şiirinde hapiste olduğu günlerde yaşadığı sıkıntıları, içerideki insanların psikolojisini işler. Buradaki zor dönemlerini “Ömer abi var Yozgatlı bir gardiyan vurmaz insana/ vurur gibi yapar” (Günçe 1988: 83) şeklinde ifade etmesi dikkat çekicidir. (Kaynak: için tıklayın.)
  • KİŞİLİĞİ: Bir tarafı Karadenizli olduğundan dolayı çabuk kızdığını söyleyen Günçe’nin şiirlerindeki betimlemelerde yaşadığı çevre ve doğanın etkisine sıkça rastlanır. Dışavurumcu bir insandır. Kızdığı zaman küfür eder; insanlar hakkındaki fikirlerini doğrudan yüzlerine söyler. 

ERGİN GÜNÇE (12.02.1938-16.01.1983)

Şair, Yazar, Ekonomist. Giresun’da doğdu (nüfus kağıdında doğum yeri Edirne olarak yazar.) Anne ve babasının öğretmen olması sebebiyle öğrenimini Anadolu’nun çeşitli yerlerinde sürdürdü. İstanbul Erkek Lisesi’ni ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Londra’da London School of Economics’te yüksek lisans, Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde doktora yaptı. 12 Mart döneminde ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’nden uzaklaştırıldı. 1974-1979 yılları arasında Fransa ve Almanya’da yaşadı ve çalıştı. 1979 yılında yasal haklarını geri alarak ODTÜ’ye döndü. Çeşitli dergilerde yayımlanan şiirlerini Gencölmek ve Türkiye Kadar Bir Çiçek adlı kitaplarında topladı. (Türkiye Kadar Bir Çiçek kendi hazırladığı bir taslaktan oluşmaktaydı.) 16 Ocak 1983’te Esenboğa’daki bir uçak kazasında yaşamını yitirdi. Günçe 1953 yılında şiir yazmaya başlamış ve şiirlerini Yeni A, Dost, Papirus, Değişim gibi dergilerde yayımlamıştı. Sosyal Adalet ve Ant dergilerinde ise sosyal içerikli siyasi yazıları yer aldı. Kitap hâlindeki eserleri: Gencölmek (Şiirleri, 1964) İstatistik Sözlüğü (1970) Büyümenin Ekonomi Politiği (Paul A. Baran’dan çeviri, 1974) Türkiye Kadar Bir Çiçek (Bütün Şiirleri, 1988, 2014, 2016, 2019, 2021) Pi Sayısı ve Özgürlük (Toplu yazılar) Benim Adım Delidir, Sana Armağanım. 

Dipnotlar

1 (27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbe.)
2 (1964-1970 arasında ODTÜ’de öğrenci servisinde kullanılan ve öğrencilerce ET ARABASI diye anılan bu otobüsler, 2. Dünya Savaşı’nda Avrupa’da sağlık hizmetlerinde kullanılmış ve hizmetten kalktıktan sonra 1964’te ODTÜ’ye hibe edilmiş.)
3 Koşma geleneği: Koşma, Âşık Edebiyatı nazım biçimi. Genellikle hecenin 8’li ve 11’li kalıplarıyla yazılıyor, en az üç, en fazla altı dörtlükten oluşuyor. Koşmalar yapılarına ve ezgilerine göre çeşitli adlar alarak sazla söylenmek için kaleme alınıyor.
4 Beat hareketi: Temelinde standart normlar ile materyalizmin sorgulanması yatan bu kültür, kapitalizmi, insan ruhunun huzuru ve sosyal eşitlik için bir engel olarak değerlendirdi. Kaynak için tıklayın.

Diğer Yazarlar kategorisi içeriklerini okumak için tıklayın. 

Bir Yorum Bırakın