Bookinton

Yayıncılığı kişisel gelişim, wellbeing, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi konular üzerinden yapan Yaprak Çetinkaya ile onun farkındalık ve kişisel gelişim yolculuğunu ve bu alanın kitaplarını konuştuk. 

Özlem Gökbel

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Gazetecilik eğitimi alan Yaprak Çetinkaya, benim hem meslektaşım olarak gurur duyduğum hem de ruhunu sevdiğim bir dost. Siz onu Pozitif Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni olduğu zamanlardan hatırlayabilirsiniz belki… 27 yıldır farklı farklı görevlerde ama hep aşk ile icra ediyor mesleğini. Yayıncılığı en çok kişisel gelişim, wellbeing, psikoloji, ezoterizm, mitoloji gibi daha az konuşulan konular üzerinden yapmayı seviyor. Tüm bu birikimleri de ona Mümkün Dergi, Yuka Dükkân, Yuka Ajans ve Yuka Mekân gibi bu alanlara hizmet eden oluşumları, kurucu ortak olarak yaratmasını sağladı. Gerek kişisel ilgisi gerekse sürdürmekte olduğu kitap editörlüğü sebebiyle yaşamı kitaplarla çevrili. Kendisinden hem kişisel gelişim-farkındalık-spiritüalizm gibi kavramlar üzerine düşüncelerini, hem de bu dünyalara ilgi duyanlar için bolca kitap önerisi aldık.    

Kişisel gelişim, konularına ilgini biliyorum ama bu ilgi sende nasıl, ne vesile ile başladı, bunu merak ediyorum?

Aslına bakarsan bunu “kişisel farkındalık” olarak tanımlamak isterim. İçinde psikolojiyi, mindfulness’ı, spiritüelliği, beden farkındalığını ve daha birçok konuyu barındıran bir kavram bana göre. 

Bu alana oldum olası meraklıydım demek isterdim ama zamanla anladım ki bu alana oldum olası meraklı olduğumu sanıyormuşum. Oysa oldukça yüksek oranda zihinde yaşayan bir insanmışım. Kalp-zihin dengesi üzerine hâlâ çalışıyorum. Ama asıl harekete geçişim 2012-2013 yılları civarında başladı. Kızım ilkokula başlamıştı ve o tertemiz varlığın sırf mevcut eğitim sistemine istenildiği oranda uyum sağlayamaması nedeniyle hem okul yönetimi hem de sınıf öğretmeni tarafından nasıl hırpalanabildiğini gözlemledim. “Normal” kabul edilen çocukların aileleri tarafından da yalnız bırakıldım. Bu ortamın içinde dengede kalamadım ve bir süre aynı baskıyı kızımın üzerinde ben de kurdum. Ama bir noktada ülkenin en tanınmış okullarından biri de olsa orada sevgi içermeyen şeyler olduğuna uyandım. Zihnimle seçtiğim uzmanı bıraktım ve kalbimle seçtiğim bir başka uzmana gitmeye başladık. Sadece kızımı değil, ikimizi de aynı anda şifalayan bir yöntem kullanan Psikolog ve Pedagog İris Steinfeld’in aynı zamanda bir spiritüel olduğunu bilmiyordum. Orada geçirdiğim vakitlerde bilinçaltı üzerine birçok kitap okuma fırsatı buldum. Tam da o günlerde çalışmakta olduğum Doğan Burda Dergi Grubu bünyesinde Türkiye’nin ilk kişisel gelişim dergisi Pozitif yayımlanmaya başladı. Ben de editörlerindendim. Bu işe öyle bir aktım ki bir yıl içinde derginin yayın yönetmeni oldum. Artık geri dönüşü olmayan ve zaten dönmeyi hiç istemediğim başka bir realiteye geçmiştim. 

Spiritüalizm senin için ne ifade ediyor?  

Ben bunun bir “hâl” olduğunu ve hepimizin zaman zaman bu hâle girip çıktığımızı düşünüyorum. Eğer illaki spiritüellik olarak adlandıracaksak, spiritüel olmaya gönüllü insanlar kalplerinin ve hayatın sesini dinlemeye daha çok emek veriyorlar diyebilirim. Kalbin sesini dinlemek bizi geçmiş deneyimlerin etkisine otomatik olarak girmeden, dünyayla ve insanlarla daha sakin ve kalpten ilişki kurmayı sağlayan bir hâl. Hayatın öylesine değil de bazı mesajlar vererek aktığını fark eden bir hâl. 

Bundan 15-20 sene önce çoğunluğun burun kıvırıp, hafife aldığı bu kavramlar bugün artık herkesin sadece dilinde değil, yaşamında da. Sence neden? Ne değişti? 

Bunun ezoterik açıklamaları var, Kova Çağı’na girildiği söyleniyor, döngülerden bahsediliyor. Daha dünyevi bakarsak her şey gibi bu da ihtiyaçtan doğdu sanıyorum. İnsan kendini iyileştirmek için her zaman yeni keşifler peşinde… Tabii konu farkındalık olunca keşfedilen yeni bir şey yok. Unutulanların hatırlandığını görüyoruz. Uzakdoğu felsefeleri, tasavvuf, yoga, meditasyon… Diğer yandan hayat hızlandı. Dolayısıyla hem sakinleşmek istiyoruz hem de pratik çözümler arıyoruz. Bir diğer konu, eski metinleri günümüzün bakış açısı ile tekrar anlamlandırmaya başlıyoruz. Ezber yerine manaya yöneliyoruz. Ve artık birçok şeyi daha kolay kavrıyoruz. Koçluk sistemleri tam olarak burada devreye giriyor. Örneğin gün içinde küçük molalar verip tekrar kendinize, kalbinize, ana odaklanmak için kısa süreli koçluk almak harika bir şey değil mi? Bu koçluğu aldıktan sonra öğrendiklerimizi uygulamak ise daha harika tabii ki! Hayatta zorlandığımız bir konunun doğum haritamızdaki bazı etkilerden kaynaklandığını fark etmeyi de çok anlamlı buluyorum. O zaman öncelikle isyan azalıyor, sonra haritanın üzerine çıkmak için neler yapabilirim kısmı geliyor. Aslında en önemli kısım. Tüm bu koçluklar, astrolojik danışmanlıklar, nefes, meditasyon, mindfulness çalışmaları harika farkındalıklar yaratıyor, peki ya sonra? Bu farkındalıktan sonra ne yapacağım? Hayatımı eski ben olarak yaşamaya devam mı edeceğim, yoksa bir şeyleri değiştirmeye cesaret mi edeceğim? İşte en tatlı kısım… Eklemek isterim ki hala bol miktarda burun kıvıranların yanı sıra onların tam karşısında bana göre bu alanı çok yanlış anlamış olanlar duruyor. Spiritüellik başlığı altında yapılan her çalışmayı onayladığımı söyleyemem.  

Bu tür felsefelerin / yaşam tarzlarının anlattıklarını, önerdiklerini benimseyenlerin neler kazanabileceklerini ön görüyorsun? Sen neler kazandın? Yaşamında ne tür değişimlere şahit oldun?

Benim için en önemlisi sanıyorum şunu fark etmekti: “Bu berbat durumun içinden çıkmak için kimsenin gelip bir şey yapmasını beklememe gerek yok, bunu ben dönüştürebilirim.” Bu fark ediş beni çok güçlü hissettirmişti. Zaman zaman bunu unuttuğum da oldu, hâlâ da olabilir ama bir kez hatırlamış olunca tekrar hatırlayabiliyor insan. 

Ben kendimi değiştirdiğimde dışarının değiştiğine defalarca şahit oldum. O zaman dışarısı dediğim neresi? En yumuşamaz denilen insanların yumuşadığını, olmaz denilenin olduğunu, bize mucize gibi gelen olayların yaşanabildiğini, çok zorlu anların içindeyken dahi bağlantıda kalabildiğimi, yardımın mutlaka geldiğini gördüm.

Ama bu yolun tuzakları da çok. Kendini kandırmak için, her şeyin yolunda olduğuna kendini inandırmak için de harika… Genelde şu tuzağa düşülüyor. Şu spiritüel işlerle ilgileneyim de hayatımda her şey harika olsun. Benim deneyimime göre doğrusu şu; “Spiritüelliğin yani bağlantıda olma hâlinin ne olduğunu idrak edeyim ki dengede kalayım, acıda da mutlulukta da…”

Bu dünyalara dair bolca iş yaptın, yapmaya da devam ediyorsun. Sen kişisel olarak nasıl besleniyorsun bu alandan? Mümkün Dergi’yi bu dünyaların bir çeşit temsilcisi gibi kabul edebilir miyiz mesela?  

Bile isteye okulunu okumuş ve bu yaşıma kadar kısa bir ara hariç mesleğine hiç ara vermemiş bir gazeteciyim. Sokak sokak dolaşıp şehir sorunlarının peşine düştüğüm günler de oldu, üçüncü sayfa editörlüğü yaptığım da oldu, ülkenin en meşhur hastanelerinin ünlü doktorları ile röportajlar yaptığım da… Ne zaman ki kişisel gelişimime odaklanmaya başladım, yaptığım işi de sorgular oldum. Hastalıkların, yaz yaklaşırken girilecek diyetlerin, trafik kazalarının ya da arka planında neler döndüğünü bilmeden enerjimizi kaptırdığımız siyasetin, yeme içmelerin, izlemeyi hâlâ sevdiğim futbolun ve daha birçok şeyin uyuşturucu ve korkutucu etkilerine uyanmaya başladım. 

İtalyan gazeteci Tiziano Terzani, kanser tedavisi gördükten sonra yazdığı “Atlıkarıncada Bir Tur Daha” adlı kitabında şöyle der, “… Bir zamanlar tutkuyla peşinden koştuğum olaylar beni artık aynı derecede heyecanlandırmıyordu. Yılların geçmesiyle birlikte, olayların asla gerçeği yansıtmadıklarını ve hepsinin ardında -bir başka gerçeklik düzeyi gibi- bambaşka bir şeyin, durumun, var olduğunu; bunu yakalayamayacağımı ve zaten gazeteciliğin, hele bugünlerde uygulandığı hâliyle, bu gerçekle ilgilenmediğini öğrenmiştim. Bu mesleği sürdürecek olmak, en fazla daha önce yaptığımı yapmayı sürdürmekti. Kanser karşıma iyi bir fırsat çıkarmıştı: Kendimi tekrar etmeyecektim.”

Ben de kendimi tekrar etmemek adına 11 yılın ardından dergi grubundaki görevimden istifa ettim ve daha da özgür olabileceğim bir alana geçtim: Kendi bağımsız yayıncılığımı yapmak!  Yol arkadaşım Serda Kapucuoğlu ile kurduğumuz Mümkün Dergi, çok sesli ve açık görüşlü bir yayıncılık anlayışının ürünü. Biz de bilginin, inancın, düşüncenin ve deneyiminin izlerini takip ediyoruz. Alanında uzman kişilere derin kavrayışı hedefleyen sorular soruyor; bilgiyi herkese iyi gelmesi niyetiyle okuyucuya sunuyoruz. Bilimse bilim, sanatsa sanat, felsefeyse felsefe… Belki hepsi gerçek belki hepsi hikâye… 

Bu alanlarda kendine rehber edindiğin isimleri de duymak isteriz. 

İlk rehberim Ebru Demirhan… Onunla o sırada editörü olduğum sağlık dergisi için ilk röportajımızı yaptığımda “Bu kadın neler anlatıyor, ben bunları dergiye nasıl yazacağım?” demiştim. Pozitif Dergisi yayınlanmaya başlayınca kapısını bir kez daha çaldım ve iki saatlik röportajı nefessiz dinledim. Sonra hem kuantum koçluk sınıfı öğrencisi hem editörü hem dostu oldum. Sonra baraj kapakları açıldı, hayatıma nice rehber girdi. Örneğin Meltem Reyhan’dan hiç eğitim almadım ama dostluğu rehberim oldu, hayatın içinde her an kullandığım birçok başka bilgiyi de ondan öğrendim. Pınar Gogulan sayesinde Gilbert Renaud’yu tanıdım ve Recall Healingsistemini öğrendim, eğitimlerine katıldım. Pınar ile atalarımın tüm hikâyelerinin içinden geçtik. Hande Akın ile birlikte hayatın bambaşka yönlerini deneyimledik, mistik olaylar yaşadık. Hülya Nida Şahin’den aldığım astroloji danışmanlığı ailecek hayatımızı dönüştürdü. Pandemi dönemini Kerem Şenoğlu ile Zoom’da ezoterik kitaplar okuyup yorumlayarak geçirmek şahaneydi. Tuna Kamhi’den doğal taşların ve bilgece yaşamanın sırlarını öğrendim. Aile Dizimi’nde Satya Antar’ın enerjisini seviyorum. Ebru Şinik nefes ve meditasyon konusundaki rehberimdir. Şebnem Toker’in rehberliğinde Seraphim Blueprint enerjilerini deneyimledim. Henüz birkaç gün önce metafizik ve ezoterizm alanlarında öğretmenlik ve şifacılık yapan Günay Afrikalı Vernon Frost’un dört günlük Labirent seminerini tamamladım. Eşsiz bir deneyimdi. Şimdi yatılı seminerine gitmek için gün sayıyorum. Böyle anlatınca sürekli eğitimlere, atölyelere gidiyormuşum gibi bir algı oluşabilir. Seçici olduğumu, katılacağım çalışmaların arasına uzun aralar koyduğumu eklemek isterim. Günün sonunda en büyük rehberimin kalbim ve sezgilerim olduğunu fark ettim. Onları daha sık duyma niyetiyle yaşıyorum.

Peki aynı zamanda bir kitap editörü olarak nasıl bir okuyucusun? Kendin için ne sıklıkta kitap okursun? 

Kendin için kitap okumak dedin, beni can evimden vurdun. Röportaj yapacağım uzmanların kitapları, okumasını grup olarak yapacağımız kitaplar, yayınevleri tarafından gönderilen ve bakmadan geçemediğim kitaplar derken epey zamandır kitap seçimlerimi kısıtladığımı fark ettim. Bu yaz kendime sadece roman okuma sözü verdim. Çünkü en çok roman okumayı seviyorum ve birden fazla roman yazma niyetim var. 

Son bir yılda neler okudun? Ve okumak için sabırsızlandığın hangi kitaplar var listende?

Liste tutmadığım için aklıma gelenleri söyleyebilirim. Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı (Drunvalo Melchizedek), Kahramanın Sonsuz Yolculuğu (Joseph Campbell), She-He-We (Robert A. Johnson) üçlüsünden şimdilik sadece SheUstalık (Robert Greene), İpek Sabahlık-Bir Suat Derviş Romanı (Osman Balcıgil), Yarınsız Yarın (Nazan Öncel), Miras (Vigdis Hjorth), Pia Mater (Serkan Karaismailoğlu), Mistik Yalancı (Celaleddin Berberoğlu), Birdenbire (Serda Kapucuoğlu), Lal (Pınar Gogulan), İnsanın Anlam Arayışı (Viktor Frankl), Huzursuzluk (Zülfü Livaneli), Yağmurdan Sonra (Defne Suman), Osman (Ayfer Tunç), Hayli Duyarlı Kişi (Elaine E. Aron), Kesintiye Uğrayan Çocukluk (Donna Jackson Nakazawa), Bizim Zamanımız (Sinem Sal).  

Bunlar dışında dediğim gibi iş icabı hızlı okuma yaptığım kitapların yanı sıra bazı roman taslakları okuyorum ama şu an isim veremiyorum. Şu sıralar Nermin Yıldırım’ın Ev romanını okuyorum. Satın alınıp sırasını bekleyen Veba Geceleri (Orhan Pamuk), Körlük (Jose Saramago), Murakami’nin Kedisi (Aylin Doğan), Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemdiniz (Ocean Voung), Amsterdam (Başar Başaran), Mirdad’ın Kitabı(Mikhail Naimy) ilk aklıma gelenler. 

Son olarak, her şekilde yaşamı, evreni ve kendimizi anlamaya; barışçıl-huzurlu hayatlar sürmeye yönelik tinsel bir yaklaşım barındıran kavramlara dair en etkili bulduğun, bize bambaşka bakış açıları kazandırabileceğini düşündüğün kitap önerilerini de almadan seni bırakmayız.?

Mümkün Dergi’nin Instagram hesabında takipçilerimize bu soruyu sormuştuk ve o postun altında uzun bir kitap listesi var. Merak edenlere oraya da göz atmalarını tavsiye ederim. Fikir vermesi açısından benim ilk kitaplarım: 

  • Bilinçaltının Gücü  
  • Tanrılar Okulu 
  • Yuvaya Yolculuk
  • Kryon serisi 
  • MS 2150
  • Eckhart Tolle kitapları
  • Ruhsal Astroloji 
  • Zero Limit
  • Dört Anlaşma
  • Dokuz Kehanet
  • Deepak Chopra kitapları 
  • Joe Dispenza kitapları 
  • ve Osho kitapları olmuştu. 

Yukarıda isimlerini saydığım Meltem Reyhan, Ebru Şinik, Pınar Gogulan, Hande AkınEbru Demirhan gibi dostlarımın tüm kitapları da bu alana çok iyi hizmet eden Türkçe kitaplardır. Tavsiye ederim. 

Bugün ise okuduğum ve izlediğim her şey artık spiritüel geliyor. Bunun bir nedeni hayatın ve sanatın içinde kalbin yani bağlantının daima var olması. Diğer nedeni ise özellikle yeni kitaplarda bu konuların çok daha belirgin olarak ele alınıyor oluşu. 

Diğer Uzman Görüşü röportajlarını okumak için tıklayın.

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.