Kitapta okurların ve yazarların göz ardı ettiği bir durum var: O da kitabın kolektif bir ürün olduğu… Kitabın görünen yüzü yazar olurken editör ancak tamamen görünmez olursa mükemmel iş çıkartmış oluyor. Peki editörler neden görünmez olmalı ve bu editörlerin tercih ettiği bir şey mi?
Ağustos ayında kaleme aldığım “Bir Editörün Kalbini Kıran Şeyler” yazımda yayınevlerinin ve yazarların editörlere davranışlarının editörleri ne kadar etkilediğinden bahsetmiştim. Editörün adının künyeye yazılması, çalıştığı kitabın basılınca editöre gönderilmesi, ödemesinin zamanında yapılması, sosyal haklarının verilmesi gibi “yayıncılar için küçük, editörler için büyük adımlar” atılmasının editörleri ne kadar mutlu edebileceğinden bahsetmiştim. Yazarlara da birkaç küçük notum vardı, onu da yazıya tıklayanlar öğrensin! Bugün ise editörlüğün “görünürlük” boyutundan bahsetmek istiyorum.
Küçükken evimize Kültür Bakanlığının sanat dergileri girerdi. Hat, tezhip, minyatür derken eski Türk sanatlarıyla epey mesaim oldu ve bir gün yolum İstanbul Sanatları Çarşısı’na (Çelik Gülersoy’u hep minnetle anarım) oradan da Prof. Dr. Süheyl Ünver’in İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahpaşa Deontoloji kürsüsündeki nakkaşhanesine çıktı. Lise yıllarımı rumilere, hatailere gömerken sabrı, ustalara saygıyı ve mütevazı olmayı öğrendim. İsterseniz sanat eseri yaratın, imzanızı ancak kâğıdın arkasına atabilirdiniz. Büyük ustalar ise belki 6-7 puntoluk (ki kitap sayfasındaki harfler bile 11 punto) zarif imzalarını bir çiçek yaprağının kenarına ancak iliştirebilirlerdi.
Editörlüğümün temellerinin hep bu müzehhip çıraklığından geçtiğini düşünürüm; mükemmel olsan bile sakın görünme! Üstelik bir kitabı yayına hazırlarken bu savımı destekleyecek bir süreç yaşıyoruz.
Şöyle anlatayım; bir okur olarak kitabı açtığımızda metnin hiçbir detayına takılmadan kitabın sonuna kadar gidebilmeyi isteriz. İmla hatası görürsek keyfimiz kaçar, eğer dil çeviri kokuyorsa, “Acaba çevirmen şu kavramı böyle mi çevirdi?” gibi şeylere kafa yoruyorsak, bir cümleyi anlamayıp tekrar tekrar okuyorsak bu, editör işini iyi yapmamış demektir. Bu nedenle kötü metinde editör görünür ama iyi editörün varlığı hiç hissedilmez.
Bilin ki, hatasız bir kitap okuduysanız, kitabın cildinden, kapağından, puntosunun büyüklüğünden, seçilen fontundan, tasarımından memnunsanız, metni okurken hiçbir yerde kafanız karışmadıysa editör mükemmel bir iş çıkarmıştır. “Pürüzsüz bir okuma deneyimi” sadece yazarın başarısı değil aslında lektörden çevirmene, editörden son okumacıya, tasarımcıdan matbaacıya kolektif bir çalışmanın ürünüdür.
Editör ne zaman görünmek ne zaman kaybolmak ister?
Tabii burada size süreci anlatmak için biraz durumu idealize ettim. Teoride anlattığım mükemmel kitapları pratikte ancak büyük veya butik yayınevleri çıkarabiliyor. Pek çok yayınevi ise -ekonomik koşullar nedeniyle- pek de mükemmeliyetçi davranamıyor. Nasıl mı?
Bu durumda yayıncılar gider kalemi olarak gördükleri her yerden kısmaya başladılar. Bu gider kalemlerinin başında redaktörler ve son okumacılar geliyor. Bir kitabın maliyeti kurtarmıyorsa o kitap redaktöre gönderilemiyor. Bu da imla hatalarıyla dolu kitapların piyasaya çıkmasına neden oluyor.
“Bu hataları editörün yakalaması gerekmiyor mu?” diyebilirsiniz ancak editör yayınevine gelen kitap dosyalarını eliyor, bunları raporluyor, yabancı eser kataloglarından kitap seçiyor, yayın kurulunda onaylanan yazarın sözleşme takibini yapıyor, çeviri, tasarım, baskı süreçlerini takip ediyor, yani yayınevi içinde bir kitap dosyasının ürüne dönüşmesi için yürütmesi gereken her aşamayı yürütüyor.
Buna ek olarak metnin niteliğinden de sorumlu. Editör kitaptaki bilgilerin teyidinden mantık hatalarına kadar pek çok parametreye bakarken dilde gördüğü hataları elbette düzeltiyor ama kitaba kafa yorarken onun da -yazar körlüğü- yaşaması, bazı hataları gözden kaçırması işten bile değil. Normal kitap çıkarma süreçleri yayınevinde aylarca sürer. Bir editörün çıkacak kitap üzerinde çok uzun süre çalışması gerekir. Ancak maliyet baskısı nedeniyle yayınevleri editörlere 2-3 ayda yapacakları iş için çok az süre tanıdığında editör yapması gereken derinlemesine incelemeyi yapamıyor ve bu da bozuk cümleler, anlam karmaşaları, doğrulanmamış bilgiler olarak bize geri dönüyor.
Maliyet kalemlerinden biri olarak görünen çeviri de bu süreçten nasibini alıyor. İyi bir çevirmene verilse şahane olabilecek bir kitap, dili tam da bilmeyen bir çevirmen adayına verildiğinde editörün yükü katlanarak artıyor fakat editörün bu yükü kaldırabilecek zamanı olmuyor.
Maliyet kaleminden redaktör, çevirmen, son okumacı etkilenir de tasarımcı etkilenmez mi? Kapak tasarımı için bütçe ayrılmadıysa, imaj görselleriyle tasarlanmış sıradan kapaklar okurun zevkine çoğu zaman hitap etmiyor. Eğer kitap içeriği tablo, grafik gibi şeyler gerektiriyorsa bunlar da hem kâğıt kalitesine hem de grafikerin yeteneklerine kurban gidebiliyor.
Son okuması yapılamamış, editöre kitabı ince ince çalışacağı zaman verilmemiş, nitelikli değil ucuz çeviri yapan biri tercih edilmiş, kapağı kötü tasarlanmış bir kitaptan okur ne kadar zevk alabilir? İşte bu durumlarda editör bırakın görünmeyi, buhar olup uçmak bile isteyebilir.
Bağımsız editörlerde durum ne?
Yazarlarla çalışan bağımsız editörlerin de görünürlükle ilgili pek çok sorunu var. Bir kere bağımsız editörlerin bazıları hayalet yazarlık yapıyor. Yani kitabı onlar yazıyor ama üzerinde yazarın ismi yer alıyor. Editörler arasında hayalet yazarlığı etik bulmayanlar da var, “Bu mesleği sürdürmek için bunu yapmak zorundayım” diyen de…
Bağımsız editörleri bazı yayınevleri hâlâ tanımamakta direniyor. Dolayısıyla önce yazar-editör sözleşmesine, ardından da yayınevi-yazar sözleşmesine bağımsız editörün manevi haklarının mutlaka eklenmesi gerekiyor. Yoksa kitap dosyası yayınevine gidince, “Biz değişiklik yaptık ama” diyen bir yayınevi editörü kitabın künyesinde bağımsız editörün ismini çizip kendi adını yazabiliyor. Tabii bunun bir de hukuki boyutu var. Bazı yayınevleri bünyelerinde çalıştırmadıkları kişilere künyede yer vermek istemeyebiliyor. Bu da ayrı bir yazı konusu…
Bir de yazar-editör çatışması var. Bazen yazar, editörün tavsiyelerini dinlemiyor. Editör hataları söylediği hâlde yazar metni düzeltmemekte ısrarcı oluyorsa editörler imzalarını metinden çekebiliyor. Bu konuda çok titizlenen, bazen bu nedenle imzasını çeken editörlerden biriyim. Bu da kolektif iş yapmanın handikaplarından biri… İşin tamamı sizin değil, kesinlikle sahiplenemiyorsunuz ama iş tanımına göre sorumlu sizsiniz. Gelin de çıkın işin içinden! “Editörü de hiç uyarmamış mı?” diyen okura ne diyeceksiniz? “Yazar beni dinlemedi ki,” diyeceğimiz bir alan da yok.
Bazen de bağımsız editör, yayınevi ile ihtilafa düşebiliyor. Dile yaklaşımınız farklı olabiliyor (bkz. Türk dilinde okuyan son sınıf öğrenciye redakte edilmesi için verilen dosyanın perişan bir şekilde yazı işlerine dönüşü ve kitabın o şekilde basılması hadiseleri), tasarımı, kapağı, kâğıt seçimini beğenmiyorsunuz. Kitap tanıtılamıyor, dağıtılamıyor, anlatılamıyor vs. Bu durumda da aylarca bebek gibi büyüttüğünüz projenizin heder olup gittiğine tanıklık edip üzülüyor ve referans bile gösteremiyorsunuz.
Görünürlüğün yüzyılında görünmeyen iş yapmak
Uzun zamandır web sitem , Linkedin, Medium hesaplarımdan ve Youtube kanalımdan editörlükle ilgili bilgilerimi paylaşıyorum. 2012’den beri editörlük üzerine pek çok yazı yazdım. Bu süreçte bu mesleği yapanların yavaş yavaş mesleklerinin farkına vardıklarını gördüm. Yaptığım yayınlarla bunda benim de katkım olduğunu düşünüyorum.
“Düşünüyorum öyleyse varım”dan, “Görünüyorum öyleyse varım”a evrilirken artık kimse kâğıdın arkasına imza atmak istemiyor ama piyasa koşulları da editörlerin hayal ettikleri şekilde iş yapmasına ve görünmesine pek izin vermiyor.
Meslektaşlarım bu konuda ne düşünüyor çok merak ediyorum. Onlar da kendilerini görünmez mi hissediyor yoksa artık ortaya çıkmaya hazırlar mı? Yorumlara kendi durumunuzu ya da “bir arkadaşınızın” durumunu yazar mısınız?
Diğer Editörlerden içeriklerini okumak için tıklayın.
Mürsel Çavuş’un diğer içeriklerini okumak için tıklayın.
Ozlem Gokbel
“Görünür olma” isteğindeki dualite konusuna %100 katılıyorum. Liyakat ve kalite arttığında sanırım editörler de görünme konusunda haklarını daha güçlü ve istekli arayacaklardır.
Gene her yönüyle aydınlatıcı bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık.