On Sekiz Saat – Ertürk Akşun
Ertürk Akşun’un Destek Yayınları’ndan çıkan On Sekiz Saat romanı, sadece heyecanlı bir polisiye değil, “1900’lerin başında kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, günümüzde yaşayan bir grup insanı nasıl etkileyebilir?” sorusunun yanıtlarını da sunuyor. Erotik anlatımlarıyla cesur bir yönü de olan kitap, aynı zamanda kahramanların derinlikli analizlerinin ustalıkla yapıldığı, doyurucu bir edebiyat, felsefe ve tarih okuması sunan bir manifesto.
Ülke: Türkiye
Türü: Kurgu
Okur Yaşı: Genel Yetişkin Okur Kitlesi
Hedef Kitle: Tarih ve polisiye roman severler
Sayfa Sayısı: 304 Sayfa
İmla: ?
Ebat: 13.5 x 21 cm
İnceleme
Saat 08:47. İstanbul’un sahte yüzleri ve sahte gülüşleri için gün sıradan başlamıştır. Yapılacak dedikodular, sırtından vurulacak insanlar, -mış gibi yaşanacak saatler vardır önlerinde. Ama insan hayatında günlerin ne getireceği hiç belli olmadığı gibi, kısacık bir on sekiz saatin sonunda da hiçbir şey beklendiği gibi olmaz ve gün, bir grup insanın ölümü beklediği bir güne dönüverir.
Hikâyenin ana kahramanları, Nadir, Tolga ve Özge üniversite yıllarından tanışan, birbirine çok da benzemeyen farklı toprakların, farklı köklerin insanlarıdır. Üçü de aynı zamanda okurdur, yazardır, entelektüeldir.
Tolga ve Nadir hem aynı evi hem aynı ekmeği hem de aynı ideolojik görüşleri paylaşmışlardır. Öğrencilik yıllarında görüşleri uğruna okudukları üniversiteyi işgal etmiş, iki gün boyunca işgal altında tutmuş, polisten birlikte kaçmışlardır. Yıllarca Nietzsche, Spinoza, Marx’tan konuşmuşlar, tartışmışlardır. Sonra üniversiteyi bitirip, tek kaygıları para kazanmak olduğunda ve kaçınılmaz olarak kapitalizmin dişlilerinden biri hâline geldiklerinde hayatları sıradanlaşmış ama derinlere gömülüp küllense de içlerindeki mücadeleci ruh sönmemiştir. Yıllar sonra bu ruh Gezi Olayları’nda ortaya çıkmış, tam da unutmak üzere oldukları, kendi yaşam ışıklarından umutlarını kestikleri zamanlarda olaylar patlak verince, ilk günden itibaren üç hafta boyunca ayrılmamışlardır Gezi’den. Gençlerin hayallerine omuz vermişler, ortak bir dünya kurmak için direnişe destek olmuşlardır.
Bazen bir gün o kadar uzundur ki…
“İnsana rahat ve huzur içinde yaşamasını tavsiye etmek, insan doğası hakkında hiçbir şey bilmemek demektir, insan doğası sürekli huzursuzluğun peşindedir.”
Olayların yaşandığı gün Nadir için çok önemli bir gündür. Kendi ifadesi ile gerçekleştirilememiş hayallerle dolu bir adam olan Nadir’in akşamüzeri Gümüşsuyu Palas’ta yeni mimarlık ofisinin açılışı olacaktır ve açılışa İstanbul’un “kalburüstü” bir grup insanı da davetlidir. Küllerinden doğmayı umduğu, yeni başlangıçların hayalini kurduğu ofisinden beklentisi maddi olmaktan ziyade manevidir.
Gündelik yaşamımızda, zamanla rutinlerimiz öyle bir hâl alır ki, hayatlarımız ne zaman rengini kaybetti, sıradanlaştı, günler birbirinin kopyası ve taklidi oldu unuturuz. Yataktan yorgun kalkmamızın, alarmları ertelememizin, güne karışmamak için ayak dirememizin sebebi bu aynılık ve sürprizsiz sonlardır. Ama bazı günlerin ne getireceği belli olmaz, insan kendini birden heyecanın içinde buluverir, ne kadar tehlikeli olsa da, sonunu kestiremese de bitmesin ister. Aynı kabuk tutmuş bir yarayı kanatsak da kaşımaktan kendimizi alamamamız gibi… İşte o gün, Nadir’in daha açılamamış olan mimarlık ofisine gelen bazı kişiler heyecanlı olayların başlamasına neden olacaktır. Hem de silahlar, çatışma, polisler ve hatta ölüler eşliğinde…
Enver, Eşref, Süleyman ve Halil… Yani Teşkilat-ı Mahsusa
Bu kitabı okuyana kadar resmî tarihten az çok aşina olduğum Teşkilat-ı Mahsusa hakkında bilgim çok kısıtlıydı. Bilinir ki savaşlar cephelerde topla tüfekle yürütülür ancak zaferde asıl belirleyici olan casusluk ve istihbarat faaliyetleridir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bir arada yaşayan çoğu halk saf değiştirmiş ve bu nedenledir ki kuvvetli bir istihbarat teşkilatına ihtiyaç duyulmuştur. İşte bu ihtiyacın ürünüdür Teşkilat-ı Mahsusa. Babadan oğula geçen, dışarıdan çok az kişinin girebildiği, çekirdek kadrosunun yüz kişiyi geçmediği bir örgüttür bu. Batı Trakya’da kuruldu diyen de vardır, Libya’da kuruldu diyen de. Rivayetleri çoktur çünkü arkalarında hiçbir yazılı belge bırakmamışlardır. Örgüttekilerin yazısız ama kalben sözleştikleri değişmez kuralları vardır. Bu kurallar örgütün günümüze kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.
“Çoğu insanın içinde vicdan sandığı şey aslında başkalarının ahlaki çer çöpüdür.”
Kitabın bundan sonrası ise tam bir macera ve dayanışma örneği. Kokteylde çok fazla kötü ve kötü olmaya aday insan var. Ancak anlıyorum ki devrimcilik, vatan ve insan sevgisi insanın damarlarında bir kez akmaya görsün, kaç kuşak geçerse geçsin yarım kalan işler tamamlanmak için kendine mutlaka bir yol bulur ve bir devrimci ruh diğerini gördüğünde mutlaka tanır. İşte Enver, Eşref, Süleyman ve Halil, günümüz İstanbullusu Tolga, Nadir, Özge, Melisa ve Jale sırt sırta verip, bu heyecan dozu yüksek durumun içinden çıkmanın yollarını arıyorlar.
Bu yazıyı çok sevdiğim, Tolga’nın tiratlarından biriyle bitirmek isterim. “Benim tembelliğim,” der Tolga,“herkesin anladığı tembellik değil. Benim tembelliğim zaman zaman saatlerce sırtüstü yatmakken, zaman zaman da birkaç gün hiç uyumadan kitap okumaktır. Benim tembelliğim sürekli tasarı değiştirmek, bir iş ortasındayken başka bir işe meyletmek, birini yarım bırakıp başka başka şeyler düşünmektir. Çok sevdiğim bir kitabı bırakıp başka birkaç kitabı karıştırmaktır benim tembelliğim. Benim tembelliğim başkalarının bana buyurdukları şeylere karşı bir tembelliktir. Yoksa sevdiğim şeyleri yapmak konusunda toplumdaki herkesten çok daha fazla çalışırım. Ortak bir yaşama alanında cereyan eden tembellik, o topluluğun sonunu getirirken, bireysel tembellik tamamen yaratıcılığı ortaya çıkarır.”
Son söz
Kitap aynı zamanda meraklısı için, unuttuğumuz ve belki hiç bilmediğimiz birçok ek tarih okuması fırsatı sunuyor: Teşkilat-ı Mahsusa, Gezi Olayları, Çorum Olayları ve doğrudan değinilmese de bağlantılı olarak İttihat ve Terakki, II. Meşrutiyet ve Abdülhamid dönemi, Kuvay-i Milliye, ve yakın tarihimizden Maraş Olayları…
Ertürk Akşun kimdir?
1969 yılında Çorum’da doğan Ertürk Akşun, kendini anlattığı kısa bir öz geçmiş yazısında “Fizik okudum okumak olsun diye. Her Türk gencinin kaderini yaşadım anlayacağınız,” der. Aslında hep en büyük tutkusu okumak ve yazmak olmuştur. Aynı yazıda hayatının fizik okurken, okul önünde kitap tezgâhı açmakla değiştiğini ve bir daha asla aynı olmadığını söyler. Yılları kitap tezgâhları, dergicilik, yayınevleri, siyasi parti, siyasi davalar arasında sürer gider. Akşun hâlen Destek Yayınları’nın genel yayın yönetmenliğini sürdürmektedir.
Eserleri: Yarım Kalan, Agafya, Ve Kızın Adı Gece, Ateş, On Sekiz Saat, Ateş, Güneş ve Ada, İnsan Birikimdir (son kitabı -Haziran 2022)
Diğer kitap incelemelerini okumak için tıklayın.
Yorumlar
Henüz Bir Yorum Yok