Biz Hep Şatoda Yaşadık – Shirley Jackson
Yazan: Burcu Çağlı
Tepedeki Ev’in yazarı Shirley Jackson’ın Siren Yayınlarından çıkan Biz Hep Şatoda Yaşadık kitabı, insanlardan uzak bir yaşam süren iki kız kardeşin hayatını anlatıyor. Başta her şey yolunda gibi görünse de izole bir yaşam sürmek doğru bir karar mıydı? Peki aynı kazada ailesini kaybeden bu iki kız kardeş, nasıl hayatta kaldı?
Orjinal Adı: We Have Always Lived In The Castle
Ülke: ABD
Türü: Kurgu
Okur Yaşı: Genel Yetişkin Okur Kitlesi
Hedef Kitle: Gizem ve gotik kurgu sevenler.
Sayfa Sayısı: 183 sayfa
Çevirmen: Berrak Göçer
Çeviri: ☺️
İmla: ☺️
Ebat: 13,5 x 19,5 cm
İnceleme
Biz Hep Şatoda Yaşadık’ın başkarakteri şöyle konuşmaya başlıyor, “Adım Mary Katherine Blackwood.” Mary Katherine ya da kısaca Merricat, on iki yaşındayken yani tam altı yıl önce bir facia sonucu ailesini kaybediyor.
Bu faciadan sadece ablası Constance ve amcası Julian sağ kurtuluyor. Hep birlikte kasabadan uzak olan bir evde izole bir hayat sürmeye başlıyorlar. Merricat, haftada iki kez kasabaya inmek ve ev için alışveriş yapmak üzere görevlendiriliyor. Constance, evde ya da bahçede vakit geçiren ve yemekle uğraşmayı seven bir abla. Julian amcaları ise sakat kalmasına sebep olan ailesinin ölümünü anlatan bir kitap yazmakla uğraşıyor.
“Kasabalılar bizden hep nefret etmiştir,” diyor Merricat büyük bir öfkeyle. Ardından kasabalıların ölmesini istediğini itiraf ediyor. Anlaşılan o ki kasabalılar bu aileyi düşman olarak görüyor. Bu düşmanlık ise ailenin varlıklı olmasından ve nedeni sır gibi saklanan ölümcül kazadan kaynaklanıyor. Özellikle Constance’ı dışlıyorlar. Mahkemeye çıkması ve neredeyse hapse girecek olması onları rahatsız ediyor. Constance neden hapse giriyor? Toplum onu neden cezalandırmak istiyor?
Tüm olanlardan sonra hayata tutunmaya çalışan bu aileye bir de kuzen Charles dâhil oluyor. Fakat kuzen Charles bu eve yardım için değil hırsızlık yapmak için geliyor ve ondan sonra olaylar karışıyor. Bu kitap, hiçbir şeye gereksinim duymayan bu ailenin bir anda herkese ve her şeye nasıl muhtaç kaldığının hikâyesini anlatıyor.
Güvenilmez bir anlatıcıyla okurun imtihanı
“Güvenilmez anlatıcı” literatürde, olayları tüm çıplaklığıyla anlatmayan ve kendi duygularına göre yansıtan anlatıcı türü olarak ifade ediliyor. Merricat de güvenilmez bir anlatıcı. Sevdikleri dışında herkesi “kötü” olarak tanımlıyor ve okuyucuya o şekilde yansıtıyor.
“Çocuklar yanıma yaklaştığında her zaman dimdik ve kıpırtısız dururdum çünkü onlardan çekinirdim. Bana dokunacaklarından, sonra da annelerinin pençelerini çıkarmış bir şahin sürüsü gibi üstüme üşüşeceğinden korkardım.”
Ayrıca Merricat hayal gücü oldukça yüksek bir karakter. Kitapta her şeyi onun anlatımından okuyor ve onun dünyasından görüyoruz. Tüm bu olanlar Merricat’in hayal dünyasında mı yaşanıyor yoksa gerçeklikle bağlantılı mı, tam anlaşılmıyor. Bu unsur da romanı gizemli yapıyor.
“…ben küçükken; tüm süt dişlerimi, düştükçe teker teker gömmüştüm, belki bir gün büyüyüp ejderha olurlardı.”
Fedakâr bir abla ve kadın dayanışması
Constance oldukça fedakâr bir abla. Evi temizliyor, yemek pişiriyor, bahçeyle ilgileniyor ve Julian Amca’ya bakıyor. Merricat’ten bir beklentisi yok. Merricat’in ablasını çok sevdiğini ve onu her daim koruduğunu görüyoruz. En kötü günlerini yaşadıklarında bile birbirine sarılan, tüm kasabayı karşılarına alan iki genç kadın. Ailelerinden göremedikleri sevgi ve ilgiyi birbirine vermeye çalışan iki kardeş onlar. Peki acaba Constance’ın Merricat’e yaptığı fedakârlık sadece bunlarla mı sınırlı?
Shirley Jackson’ın yaşadıklarını kitaba dökmesi
Shirley Jackson, bu romanı o dönem yaşadıklarından esinlenerek yazmış. Biz Hep Şatoda Yaşadık romanında agorafobi ve paranoya var. Jackson da özel hayatında ailesiyle sorunları olan biri. Sürekli hakkında asılsız haberler yapılıyor, insanlar Jackson hakkında birçok söylenti yayıyor. Jackson da bunlardan mustarip olduğu için romanında rahatlıkla agorafobi ve paranoyayı işleyebiliyor.
Her duyguyu tadacağınız bir roman
Roman oldukça dingin bir şekilde aksa da bir sonraki sayfaya geçmek için can attım. Bazen karakterlere oldukça sinirlendim hatta, “Bu kadar da olmaz be kardeşim!” dediğim yerler oldu.
Bu romanda olduğu gibi gerçek hayatta da Merricat ve ailesi gibi toplumca dışlanan insanları sık sık görüyoruz. Bu nedenle bir yandan gizemi çözmeye çalışırken diğer yandan empati kurarak insanları anlamaya çalıştığımı fark ettim. Keyifli bir yolcuktu benim için. Kitabın aynı ismi taşıyan filmini de seyretmenizi öneririm. Zihninizde canlanan karakterlerle olayları bir de kitabın film uyarlamasında izlemenizi tavsiye ederim.
Siz bu kitabı okudunuz mu? En çok dikkatinizi çeken mesaj neydi? Yorumlarda paylaşır mısınız?
—
Shirley Jackson kimdir?
Çağdaş Amerikan edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Shirley Jackson, 14 Aralık 1916’da San Francisco’da dünyaya geldi. Yazmayı o kadar çok seviyordu ki edebiyat eleştirmeni Stanley Edgar Hyman ile evlendi. Yaşamı boyunca altı roman, iki anı yazısı ve iki yüzden fazla kısa hikâye yazdı. Jackson, korku ve gizem üzerine birçok eserle başarıya imza attı.
1948 yılında The New Yorker dergisinde yayımlanan Piyango adlı öyküsüyle üne kavuştu. O dönemde Piyango, muhafazakâr kesimin baskısıyla ABD’nin bazı yerlerinde yasaklandı. Yasaklanma sebebi de içerisinde kışkırtıcı unsurlar içermesiydi. Gündelik hayatın içinde olağanlaşmış şiddet, kitlelerin zalimliği ve bireysel zihnin kırılganlığı gibi konular Jackson’ın ana temalarıydı.
Jackson, 1959’da Tepedeki Ev’i yayımladı. Stephen King, bu roman için yirminci yüzyılın en önemli korku romanlarından biri olarak söz etti. 8 Ağustos 1965’te Vermont’ta hayatını kaybetti. Jackson yaşamı boyunca hiçbir kitabı hakkında yorum yapmadı. Söyleşi ve basından hep uzak kaldı. Yazdığı romanlar ve hikâyeler kadar gizemli biriydi. Günümüzde bile hâlâ birçok yazara ilham kaynağı olmaya devam ediyor.
Diğer kitap incelemelerini okumak için tıklayın.
Yorumlar
Henüz Bir Yorum Yok