2021 senesinde Destek Yayınları’ndan çıkan ve geçtiğimiz ay 77’ncisi düzenlenen Yunus Nadi Ödülleri’nde En İyi Roman seçilen Dünya Döner Renkler Kalır kitabının yazarı Belgin Bıyıkoğlu’nu ağırladık bu kez Bookinton’da.
Dünya Döner Renkler Kalır özünde bir umut hikâyesi… Düşlerini ve renklerini kaybetmeyenlere ithafen yazılmış… Aileyi, dostluğu, insanlığı sorgularken, bir yandan doğa katliamına karşı verilen savaşı bir yandan da roman kahramanı ailenin geçmişin acıları ve sırları ile mücadelesini anlatıyor. Eserin başarılı kurgusu ve kalbe dokunan detayları, Belgin Bıyıkoğlu’nun bu ilk romanının 77. Yunus Nadi En İyi Roman Ödülü ile taçlanmasına vesile oldu. Biz de bunu fırsat bildik ve uzun yıllar kurumsal dünyada çalışıp, emekli olduktan sonra içindeki yazma aşkını hayata geçiren ödüllü yazar ile hayatı ve kitabı üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.
Okul günlerinden itibaren yola çıkışınız yazar olmak için miydi, yoksa sonradan gelişen bir dürtü ile mi yazar oldunuz?
Okumayı öğrendiğim andan itibaren çok okuyan bir çocuktum. O dönemlerde kitaplara ulaşma olanağı çok güç olduğu için ayırmadan gazete haberinden çocuk romanına, büyükler için yazılan eserlerden çizgi romanlara kadar her bulduğumu okurdum. Her birinden de ayrı keyif alırdım ve ilk öykümü dokuz-on yaşlarında, çok sevgili ilkokul öğretmenimin teşvikiyle yazdım. İlkokulda iki şehir, beş ilkokul değiştirdim. Her seferinde yeni öğretmen ve arkadaşlara uyum sağlamak ve kendimi kabul ettirmek kolay değildi. Tekrar Çardak’a döndüğümde kendimi sınıftan soyutlayıp içime kapanmıştım ki; sınıfımıza yeni bir öğretmen geldi ve Türkçe dersinde bize hikâyeler yazdırdı. Sevgili öğretmenim Muharrem Ünlü’nün teşvik ettiği o yazma denemeleri beni yeniden okula ve derslere bağladı. Sanırım yazar olma hayalim ta o günlere dayanıyor.
Kendinizi yazmaya adamadan önce oldukça uzun bir süre bambaşka bir alanda, ilaç sektöründe çalışmışsınız? Nasıl oldu geçişiniz?
Lisede edebiyat bölümündeydim. Okul gazetesinin sorumlusu olmam, her hafta o duvar gazetesinin bin bir emekle hazırlanıp duvara asılması beni gazeteciliğe ve yazarlığa heveslendirdi. Gazetecilik yolculuğumda biriktireceklerimle ileride roman yazmayı şiddetle istediğim zamanlardı. Bu hayalime Ege Üni. Gazetecilik ve H.İ.Y. Okulu’na kaydımı yaptırarak yaklaştığımda çok mutlu olmuştum. Yaşamımdan son derece memnun okuluma devam ederken, bir sebeple üniversite sınavına bir kez daha girmeye karar verip başvurumu yaptım. Sonra da sınava girmekten vazgeçtim fakat ne olduysa sınav sabahı içimden gelen bir sesle iki dakika içinde, giyinip yola koyuldum. Sonra olaylar karmaşık bir hâl aldı ve ben elimdeki oldukça yüksek puanlarla bu çetrefilli süreç sonunda kendimi mikrobiyoloji bölümünde buldum. Şunu da söylemeliyim; mikrobiyoloji de her zaman ilgimi çeken bir konuydu. Lisede biyolojiden hep iyi not alırdım. Okul süresince ülkemizde siyasi olarak çok yoğun bir ortam vardı o dönem ne yazık ki edebiyatla ilgilenemedim. Okul bitip Adapazarı’nda işe başlayınca tekrar kitap okumaya ve yazma denemelerine başladım. Zor günlerdi. O ağır baskı günlerinde arkadaşlarımdan kopmuştum ne yazmaya kalksam yazdıklarımı beğenmiyor, ağlamaya başlıyordum. Bana bu konuda yol gösterebilecek kimse de yoktu çevremde. Henüz yirmi iki yaşıma yeni girmiştim; bilmediğim bir şehirde tek başımaydım. Arkadaşlarımın bir bölümü cezaevindeydi bazıları da yaşamını yitirmişti. Sonra yazma denemelerini bırakıp, işten kalan zamanlarımı okuyarak ve resim yaparak geçirdim. Evlilik, çoluk çocuk derken yıllar geçiverdi. Kitap yazma hayalimi emekli olduktan sonra hayata geçirmeyi düşünüyordum ki bir arkadaşım kendisinin de devam ettiği Jale Sancak Yazı Atölyesi’ne başlamamı önerdi. Başladıktan sonra esas yapmak istediğim şeyin yazmak olduğunu anladım. Emekli olduktan sonra da o dönem başladığım öyküleri yeniden gözden geçirerek ilk kitabımı baskıya hazır hâle getirdim.
Yazarlık serüveniniz öykülerle başlamış. İlk kişisel öykü kitabınız Hadi Gülümse ne anlatıyordu?
Hadi Gülümse, yukarıda kısaca zor günlerdi diye geçiştirdiğim dönemin getirdiği savruluşu, kopuşu, acılardan örülmüş 12 Eylül dönemini, geride kalanların gözünden ve hayatın içinden geçerek anlatan on öyküden oluşan bir kitap. Öykülerin hepsi bir şekilde yolumun kesiştiği insanlardan izler taşıyor. Örneğin öykülerden biri bir Cumartesi Annesi’nin öyküsü; yirmi beş yaşındayken işe gelip giderken trende arkadaşlık ettiğim, yıllar sonra televizyonda Cumartesi Annesi olarak karşılaştığım yol arkadaşımın -tabii ki kurguyla hareketlendirilmiş- öyküsü. O öyküleri yazmasam olmazdı. Kitabımın güzel yanı; onca acının ardından, olayların yine yaşamın renkleri arasında verilmesi, umuttan, insanları sevmekten vazgeçilmemesinin sezdirilmesi.
Öykülerinizde izler taşıyan, etkisinde kaldığınız yazarlar oldu mu hiç? Kimleri çok sever ve okursunuz?
Okuduğum ilk ciddi roman ilkokul dördüncü sınıftayken Gazap Üzümleri’ydi. Dolayısıyla beni şekillendiren toplumsal içerikli romanlar olmuştur. Öğrencilik yıllarımda yabancı yazarlardan, John Steinbeck, Emile Zola, Tolstoy, Dostoyevski; yerli yazarlarımızdan da Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüseyin Rahmi Gürpınar beni etkilemiştir. Daha sonraki dönemde; Umberto Eco, Gabriel Garcia Marquez, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Selim İleri, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, İnci Aral, Ayla Kutlu gibi yazarlardan etkilendim. Son yıllarda ise Gürsel Korat, Ercan Kesal, Ece Temelkuran, Buket Uzuner, Hüsnü Arkan ve daha adını sayamadığım pek çok yazarı severek okuyorum, tabii ki bir şekilde etkileniyorum da…
Ödülle taçlanan 496 sayfalık bir ilk roman yazmak büyük başarı bana göre. Kazanacağınıza ihtimal veriyor muydunuz? Nasıl bir duygu 77.Yunus Nadi En İyi Roman Ödülü sahibi olmak?
Teşekkür ederim. Romanı çok severek yazdım, yazarken o kadar uzun olacağını tahmin etmemiştim. Ödüle gelince, başka bir ödül daha vardı onu kazanabileceğimi düşünüyordum. Hatta daha o sabah, akşamüstü bu güzel haberi alacağımı bilmeden, beklediğim öbür ödülü alamazsam hayal kırıklığına uğrayabileceğimi düşünüp “Hiçbir şeyin senin yolundan döndürmesine izin verme,” diyerek kendime telkinde bulundum. Açıkçası Yunus Nadi Ödülü benim için çok yüksekte duran bir ödüldü. Aslında, romanımın beğenileceğini hissediyordum çünkü okuyanlardan çok güzel geri dönüşler almıştım ama beni umutsuzluğa iten, okunmaması olasılığıydı, ödüllerle ilgili çeşitli söylentiler vardı. Korktuğum olmadı, burada bir kez daha tarafsızca okuyup değerlendirdikleri için Yunus Nadi Ödülü Değerlendirme Kurulu’na teşekkür ederim. Yunus Nadi En İyi Roman Ödülü’ne sahip olmak benim için; gözlerim açıkken çok güzel bir düş görmek gibi oldu. Çok duygulanıp, ağladım. Bu çok değerli ödüle sahip olmaktan mutlu, onurlu ve gururluyum.
Dünya Döner Renkler Kalır’ın fikri nasıl oluştu kafanızda? Kitabı yazarken nasıl bir süreç izlediniz?
Şöyle söyleyeyim, bu kitapta bazı teknik aksaklıklar dışında her şey çok güzel ilerledi. İlk kitabım Hadi Gülümse’nin öyküleri kaba hâliyle oluştuğunda, kafamda daha önceden olan birkaç roman kurgusu uçup gidivermişti. Hatta bir ara bütün yazıp yazacakların bu kadarmış, dedim kendime. O ara annemi ziyaret için Çardak’a gittiğimde kuzenimden, babaannemin babasından kalan ve daha önce varlığından haberdar olmadığımız bir tarla olduğunu öğrenince -ki onların da arazinin varlığından orayı satın almak için soruşturanlar vasıtasıyla haberleri olmuş- bu arazi bize Sabite Hanım’dan kalsaydı nasıl olur diye düşündüm ve romanın ana hatları şekillendi. Sabite Hanım, babamın babaannesi ve anneannemin, çocukken meclisinde bulunup hayran olduğu bir kişilik. Hatta anneannem, onun gibi güçlü bir kadın olayım diye ismimin Sabite olmasını istemiş. Zaten Sabite Hanım’ı bir şekilde bir gün yazacaktım ama o âdeta “o zaman bu zaman,” diyerek gelip beni buldu. Karar vermemle birlikte hikâye kafamda şekillendi, sadece iki karakter sonradan dâhil oldu: Güner ve Aybars. Onlar da iyi ki geldiler. Otuz sayfa kadar yazmıştım ki bir yayıncılık işine giriştik, umduğumdan fazla zaman aldığı için on ay kadar roman ilerlemedi. Sonra aile büyüklerinin rahatsızlığı, pandemi derken süreç uzadı ve daha sonra yeniden yazmaya başladım. O ara farklı bir programa katıldım edebiyat konuşmak bana iyi geldi ve romanın yazımı hızlandı. Pandeminin ilk yılı her şeyi durdurmuşken bu kez yasaklar işime yaradı ve roman âdeta beni peşinden koşturarak bitti.
Kitabınızda gezegenimizin güncel sorunlarından, memleket meselelerine kadar iç içe geçmiş zengin bir kurgu ve bolca karakter var. Geçmişten bugüne bir sülalenin izini sürüyoruz aslında. Karakterler arasında siz var mısınız?
Tabii ki karakterleri yaratan ben olduğum için her birinde benden izler vardır. Bununla birlikte şu karakter benim diyemem. Ben daha çok karakterlerin birbirleriyle ilişkisini kuran kişi olarak var olmaya çalıştım. Belki biraz daha Cahide karakterine yakın olabilirim.
Yazarlık serüveniniz başlamadan önce pek çok edebiyat atölyesine ve yazarlık eğitimine katılmışsınız. Gerçekten katkısı oluyor mu? Sizi en çok besleyen hangisi oldu? Yazar adaylarına tavsiye edebilecekleriniz var mı?
Eğer doğru yerdeyseniz ve sizde yeterli birikim, disiplin, azim varsa katkısı yadsınamaz. Benim içimde birikmiş çok fazla şey vardı. Elbette ki ilk kez bir öykü yazdığımda, bunu beceremedim, itiraf etmem gerekirse anıya kaydım, sonra sonra kurgulamanın güzelliğini fark edince yol almaya başladım. Ben şanslıydım, katıldığım üç eğitim platformu da iyiydi. Jale Sancak iyi bir yazar aynı zamanda da kolay kolay beğenmeyen bir hocaydı, ondan bir konunun çok farklı şekillerde öyküleştirilebileceğini öğrendim. Mario Levi zaten usta bir yazar ve eski İstanbul kültürüyle yoğrulmuş çok değerli bir hoca. Onun örneklemeleri bana ışık tuttu. Bir de kitabımın girişini derste ona okudum. Roman ilk hâliyle rüyayla başlıyordu, kendisi karakterin rüyayı uyandıktan sonra anımsamasını önerdi. Söylediğini yapmak beni zorlasa da onu dinledim. Benden önce edebiyat yolunda ilerleyen ustalarıma saygım sonsuz. Son olarak katıldığım programa gelince, MasterCamp eğitmenleri usta yazarlardan ve işlerinde oldukça başarılı kişilerden oluşuyordu. İnci Aral, Pınar Kür, Ataol Behramoğlu, Mario Levi, Osman Balcıgil gibi yazarlarla edebiyat üzerine konuşma fırsatı yakalamak benzersiz bir deneyimdi. Daha genç olan yazar ve eğitmenlerimiz de çok ilgililerdi. Ben oraya başladığımda, kitabın üçte birini yazıp bitirmiş ve kafamda olay örgüsünü tamamlamıştım. Benim belirli bir alt yapımın oluşu bu eğitimden daha çok yararlanmamı sağladı. Her şeyden önce, anlatılanların pek çoğunu zaten uyguladığımı anlayınca kendime güvenim geldi. Çok önemli bir kazanımım da kalemimi özgür bırakmak oldu. Bize aktırılan birkaç hususu da romanda rahatlıkla uygulayabildim. Az önce sözünü ettiğim, en başından romanda olmayan iki karakter sorduğum soruya aldığım cevaptan sonra romana dâhil oldular ve iyi de oldu. Yazar adaylarına naçizane önerim; her zaman söylenildiği gibi bol bol iyi kitaplar okuyup, iyi filmler izlemeleri; bir de içten olmaları. Ben her ne kadar roman yazmanın dinamiği ile ilgili bilgilerle donatılsam da sonunda; o bilgiler kulağımda olarak ama kendi yüreğimin bana gösterdiği şekilde yürüdüm.
Son olarak sizi bir kez daha tebrik eder ve ufukta yeni eser var mı diye de sormak isterim ?
Çok teşekkür ederim. Daha roman biter bitmez yeni romanımı yazmaya başladım. Romanın öncesini anlatan tersten devam niteliğinde bir roman olacak. Sabite Hanım bu romanda gölge karakter olmaktan çıkarak ete kemiğe bürünecek yine evrensel bir roman olup dönemin tarihselliği içinde akacak ve tabii ki aşk, arkadaşlık, aile, acılar, dostluk olacak. Dönem romanı olduğu için ön hazırlık aşaması oldukça uzun sürdü, birçok kitap okumam gerekti. Şimdilik iyi gidiyor. Bana sayfanızı açtığınız için sizlere çok teşekkür ederim, güzel sorulardı. İyi günler.
Dünya Döner Renkler Kalır romanının Bookinton incelemesini okumak için tıklayın.
Diğer yazar röportajlarını okumak için tıklayın.
Onur Yılmaz
Bu harika ve bilgilendirici söyleşi için çok teşekkürler. Belgin Bıyıkoğlu’nu tanıma şansı verdiğiniz ve bu güzel söyleşiyi yaptığınız için çok teşekkürler Özlem hanım. Saygılarımla.
Ozlem Gokbel
Asıl ben teşekkür ederim Onur Bey 🙂