Yayın dünyasındaki zor günler tüm yayınevlerini etkilese de bu kıyamette var olmaya çalışan yeni yayınevleri de var. İrene Kitap, ilk adımlarını krizin ortasında atmaya çalışan yayınevlerinden. Kurucusu ve Genel Yayın Yönetmeni Levent Çeviker ile İrene Kitap’ın mutfağını konuştuk. İyi okumalar!
Editörümüz Sema Adalar Utkueri ile Farsçadan çevirdiği Fürûğ Ferruhzâd üzerine söyleşen Levent Çeviker’i bu kez yayınevi mutfağı köşemizde ağırlıyoruz. Uzun yıllardır sektörde hemen her alanda emeği geçen Çeviker, “Her editörün hayalidir,” diye tarif ettiği yayıncılık dünyasına İrene Kitap ile giriyor. Sürece dair her şeyi öğrenmek için Çeviker’e sorularımızı yöneltiyoruz.
Yayınevinin isim tercihiyle başlamak isterim. İrene Kitap, adını nereden alıyor?
İrene, Yunanca özgün hâliyle İrini, “barış” anlamına geliyor. Yunan mitolojisinde Barış Tanrıçası, Bizans’ta İmparatoriçe, Ortodokslukta ise Tanrı’nın niteliklerine atıfta bulunan “Kutsal Barış”. İstanbul’daki Aya İrini Kilisesi de adını buradan alıyor. Akılla ve bilimle barışık yol almak istediğimiz için bu isim bize de uydu.
Ülke ekonomisi, özellikle de yayıncılık sektörü kötü zamanlardan geçiyor. Böyle bir dönemde yayınevi kurma cesaretini size veren ne oldu?
Sektörde yirmi yıla yakın çalıştım. Redaktörlük, editörlük, çevirmenlik, yayın koordinatörlüğü gibi yayıncılık mutfağında ne kadar basamak varsa hepsinde çalıştım diyebilirim. Aslında her editörün hayalidir bir gün yayıncı olmak. Son beş yıl, başlamak için hep “daha uygun” zamanı beklemekle geçti. Gördük ki bu ülkede o beklediğimiz “daha uygun zaman” hiçbir zaman gelmeyecek, bir yerden başlayalım diye adımı attık biz de. Ülkede sadece yayıncılık sektörü değil, diğer tüm sektörlerde kriz var ama yayıncılığın durumunu daha da zora sokan tüm masraf kalemlerinin dövize bağlı olması. Telifi, kâğıdı, matbaa ekipmanı, akla gelen her şey için döviz karşılığı yatırım yapıyoruz fakat iç piyasaya kitabımızı Türk lirası olarak veriyoruz hâliyle. Yetmezmiş gibi haksız vergilendirmeye tabi kalıyoruz; vahim olanı ise herhangi bir sübvansiyon görmüyoruz. Bunu düşününce şaşmamak gerekiyor sektörün durumuna. Kültür Bakanlığı tarafından verilen bir destek programı yok, kaldı ki olsa bile yayınevlerinin hakkaniyetli pay alacağını kesinlikle düşünmüyorum. Sözün özü, vergimizi alandan herhangi bir destek görmeden, bağımsız, kendi fikrî sermayemizle işe girdik, devam ediyoruz.
Peki, sizce ruh hâlimizin de cüzdanlarımızın da pek iyi zamanlar geçirmediği bu dönemlerde neden kitap okumalıyız? Okur, kendini nasıl motive etmeli?
Bu soru biraz insanın sosyo-kültürel yapısına bağlı bir cevap ortaya koyuyor. Kitap okuyan insan, “Ben neden kitap okuyorum?” diye sormaz. Okumayan da okumadığı için eksiklik duymaz. Görmediğine inanır, bildiğine pratikte gerek duymaz. Sorunun cevabına dönecek olursak, romantikleri kızdırabilirim ama kitaplar ne salt öğretici ya da yoldaş ne de arkadaşlar. Kişinin kendi ihtiyacına, beğenisine göre seçebileceği metalar. Kitapları diğer metalardan ayıran özellik yol gösterici, yordayıcı olmaları. Okuyucuda bir düşünce sistemi oluşturmaları ya da var olan bir sisteme katkıda bulunmaları. Ve her zaman olduğu gibi bu kötü ekonomik gidişatta bile hâlâ, insanın kendine yapabileceği en düşük maliyetli kültürel yatırım. Düşünce sistemlerimizi özgürleştirdikçe, dogmalardan kurtuldukça bir şey yapmış sayılacağız. Kitaplar ise bu yoldaki en temel ve ulaşılabilir adım. Özgürlük en büyük motivasyon olmalı her zaman. Özgürlük varsa barış da vardır zira.
İrene Kitap’ın yayın programını oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz?
İrene, kurmaca dışı kitaplar yayımlayan bir yayınevi. Bilim, psikoloji, felsefe başlıklarımız var. Çok yakında tarih kitaplarını da yelpazemize ekleyeceğiz. İlk dikkat ettiğimiz unsur akla ve bilime dayanması; herkesin haklarına saygılı, cinsiyet eşitliğini savunan, asimile etmeye çalışmayan, ötekileştirmeyen içeriğe sahip olması. Bir örnek vereceksem, bilimi feminist dil ile aktarması, bunu yaparken rencide edici veya saldırgan olmaması seçimimiz için büyük bir kriter diyebilirim.
Henüz yeni yeni filizleniyorsunuz. Bize yayımladığınız kitaplardan bahsedebilir misiniz?
Henüz beş kitap yayımladık ama bunun kat kat fazlasının Türkçe haklarını satın aldık. Amerikalı post-yapısalcı, anarşist filozof Todd May’e ait iki kitap yayımladık. Anlamlı Bir Yaşam ve Kırılgan Bir Yaşam. Aslında bunlar üçlü bir set. Son kitap da çeviriden geldi, bu yıl sonunda onu da basmayı düşünüyoruz. Nörolog Suzanne O’Sullivan’ın Beynimdeki Fırtına adlı kitabını yayımladık. İnsan beyninin son derece ilginç “bozukluklarını” konu ediyor. Bunların haricinde iki tane de nörobilim kitabımız var. Biri bilişsel nörolog Ian Robertson’a ait Kazanma Etkisi. Gücü uzun süre elinde tutanın yakalandığı güç zehirlenmesini konu ediyor. Bu seçimi bilinçli yaptık. Son olarak da ikinci nörobilim kitabımız Mark Humphries’e ait Nöronlar, Diken Dalgalar ve Kurabiye. Konu çok basit: Toplantı öncesi karnınız aç ve karşı masadaki kutunun içinde son bir kurabiye var. Etrafa bakıp kurabiyeyi alıyorsunuz. Bunlar 2,1 saniyede oluyor ama bu süre içinde beyinde olan bitenler 320 sayfalık bir hikâyeye dönüşüyor.
Yayıncılık sektörünün hep içindeydiniz. Şimdi, iş yapan konumundan iş veren konumuna da geçtiniz. Ne tür farklılıklar gözlemliyorsunuz? Madalyonun diğer yönü nasıl?
Dediğiniz gibi sektör zor. Firmanın finansal açıdan ayakta kalabilmesi de zor. Hele yeni bir yayınevi iseniz şartlar daha da zor. Tüm kolaylıklar piyasanın “büyükleri” için âdeta. Yeniyseniz hak satın alırken, iyi çevirmen bulurken, matbaa ile çalışırken, hepsinden önemlisi kitabın dağıtımını yaptırırken binbir türlü zorlukla karşılaşıyorsunuz. Neyse ki tüm bunları aştık, şimdi tek zorluğumuz bu piyasa şartlarına göre temkinli davranarak kitaplarımızı yayımlamak. Yayınevi emekçisinin de yayıncıdan kaynaklı çok zorluğu var. Emeğe çökmek var, sendika yok, hak koruyan bir merci yok, düşük maaş ve çok beklentisi var. Nitelikli olmanın işe yaramadığı, hızlı olmanın prim yaptığı bir alan. Liyakatli insana yine külfet yani. Ama yayıncı olmak da farklı açıdan zor. Evet, bir ameliyat gerçekleştirmiyoruz, risklerimiz daha çok finansal ancak bu kadar riskli bir alanda ilerlemeye karar veriyorsanız, biraz da bu işe gönül vermişliğiniz vardır.
Pandemi tedbirlerinin ardından bu yıl İstanbul Kitap Fuarı’nın yapılacağı duyuruldu. Katılmayı düşünüyor musunuz?
Kitap sayımız az, bu yıl katılmayacağız. Ziyaretçi ve gözlemci olarak oradayız. Denk gelenlerle de lakırdı eder, okurları gözlemleriz. Daha küçük fuarlar 2023 ajandamızda.
Yerli yazar dosyalarını kabul ediyor musunuz?
Yayın yaptığımız alanda çok dosya gelmez. Anca “tez bastırma” derdinde olanlar var ancak yerli akademisyen ve/veya uzmanlarla dar bir alana özgü olmayan çalışmaları bir proje ile kitaplaştırmayı çok istiyoruz.
Bir dosyayı kitaba dönüştürürken pek çok isimsiz kahraman çalışıyor. Sizde durum nasıl? Kitabınızı seçen, kapak ve iç tasarımlarını yapan, çeviren ve editörlüğünü üstlenen ekibinizden bize bahsedebilir misiniz?
Ekibimiz çok küçük. Şimdilik dört kişiyiz. Kişi başına çok iş düşüyor hâl böyle olunca. İki editör çalışıyoruz, bir grafik tasarımcımız var. Bir de saha işlerine bakacak olan bir arkadaşımız var. Mali ve resmî işleri ben organize ediyorum. Yayınevi mutfağında iyi ki dediğimiz, canımız, eli maşalımız, harika şahsiyet Eda Okuyucu var. Kitapları Eda ile seçiyoruz; editoryal hazırlık süreçlerini de ikimiz yönetiyoruz. Sosyal medya, ilan-reklam dâhil tüm grafik işlerimizi de Artemis İren yürütüyor. Elbette çevirmenlerimiz var, onlar da dostumuz zaten. Kitaplarımız basıldıkça daha öne çıkacaklarından eminim, zira hepsi deneyimli, alanlarında uzman arkadaşlarımız. Mali müşavirimiz, avukatımız, aslında dışarıdan da çalışsak tüm ekibimiz, yıllardır tanıdığımız dostlardan müteşekkil.
Önümüzdeki dönem yayımlanacak kitaplar hakkında ipucu istesek…
Daha önce çeşitli yerlerde de paylaştığımız ve kataloglarda da göründüğü için üç kitabımızdan bahsedeyim. İlki, Chanda Prescod-Weinstein’a ait The Disordered Cosmos. Yukarıda söz ettiğim gibi, feminist bilim nasıl yapılır üzerine ders niteliğinde bir eser. Sosyal psikolog Dr. Canan Coşkan çevirdi ve şu an mutfağımızda. Yakın zamanda yayımlayacağımız bir başka kitap, Sarah Chaney’ye ait Am I Normal? başlıklı kitap. Normal nedir, normali kim belirler, biz normal miyiz? Bu sorulara yanıt arayan çok farklı bir kitap. Dilek Kadıoğlu çevirisi ile bu da mutfağımızda şu sıralar. Son olarak da Cordelia Fine’dan Testosteron Rex isimli kitabımızdan bahsedelim. Adından da anlaşılacağı gibi cinsiyet, toplumsal cinsiyet temeli üzerinde yükselen cinsiyet rollerini ve mitlerini konu alan, yine feminist bir söylem.
Yayıncılık dünyasına girmek isteyenlere ne söylemek istersiniz?
Küçük Prens büyüdü, Zerdüşt de zaten böyle buyurmadı, Kafka dönüştü, Freud öldü. Yani “yayıncı” olup teliften düşen kitapları, koruma dışında kalan yazarların eserlerini basacaklarsa bir şey söylemek istemiyorum; desem de nafile. Özgün bir yol haritası çizmek isteyenlere şunu derim: En az bir, bir buçuk yıllık plan yapmadan girmesinler bu dünyaya ve bir yıl kazanmadan üretecek güçleri olsun. Bu dünyada artık niteliksiz kitaba ve yayıncıya, hatta sermayesiz gönüllüye, romantiğe gerçekten yer yok.
Diğer Yayınevi Mutfağı içeriklerini okumak için tıklayın.
Kubrarar
Yeni bir yayınevi mi! Harika, hemen takibe aldım instagramdan. İrene Kitap’ı bu dönemde böyle bir işe giriştiği için tebrik ediyorum. Bol okurları olması dileğiyle ?