Yayıncılık sektöründe, yayınevlerine kazanç ve prestij sağlayan telif hakları sorumlularının görevleri ve Türkiye’de bu mesleğe nasıl bakıldığının ayrıntılarını Telif Hakları Sorumlusu Kerem Efendioğlu’na sorduk.
Nurhilal Aktürk
Kerem Efendioğlu yayıncılık dünyasına Martı Yayın Grubu’nda başladı. Yedi yıl deneyim kazandıktan sonra önce Doğan Kitap’ta bir yıl sosyal medya yöneticisi olarak çalıştı, ardından Doğan Egmont’ta yaklaşık iki yıl Telif Hakları ve Özel Projeler Editörü olarak görev yaptı. 2017 yılında Indigo Kitap’a geçti, 6 yıl da burada Telif Hakları Sorumlusu oldu. 12-13 yıldır Telif Hakları Sorumlusu olan Efendioğlu’na kitap seçmenin inceliklerini ve zorluklarını konuştuk.
Yayınevlerinde telif hakları sorumluları ne yapar?
Telif hakları sorumlusunun Türkiye’deki yayıncılık sektörü patronlarına göre işi kitap bulmak. Ne kadar kolay geliyor değil mi kulağa? Milyonlarca kitabın yayımlandığı koca dünyada, işimiz aralarından birini seçip, okuyup, beğenip yayımlanmasına aracılık etmek. Ben bir kitabı buluyorum, hak sahibine ya da temsilcisine ulaşıyorum, kitabı okumak için kopyasını istiyorum. Okuyorum, pazar araştırmasını yapıyorum. Beğenirsek -yayınevi olarak- bir sözleşme teklifi yapıyorum. Bazı durumlarda sözleşmeyi de hazırlıyorum. Sözleşmeler bütün dünyada %90 aynı diyebilirim. O yüzden daha ziyade kontrol etmekle geçiyor zaman. Sözleşmeyi aldıktan sonra ödemeleri takip ediyorum ve tüm ödeme, satış sonrası raporlama ve iletişim kısımlarını yönetiyorum. Tabii Türkiye’deki bir yayınevinde çalışınca IT, sosyal medya, PR gibi işleri de yapıyorsunuz.
Yayıncılıkla ilgili yaptığınız başka işler oldu mu?
Çevirmenlikten son okumacılığa, redaksiyondan editörlüğe, depoculuktan sevkiyata, matbaasından kalıpçısına… Yayıncılığın çalışılabilecek her biriminde çalıştım.
Yayınevinin yayın programını belirlerken nelere dikkat edilir?
Orta ölçekli bir yayınevinin hedefi günümüzde aşağı yukarı ayda dört kitap yayımlamaktır. Bu da telif hakları sorumlusunun orijinal dilinde o dört kitabı okumuş ve yayımlanmaya uygun görmüş olması gerekir. Programda çeşitlilik önemli. Eğer spesifik bir yayınevi değilseniz çizginize uyan tüm türlere ağırlık vermeniz ve dengelemeniz gerekir. Basit bir denklemle o dört kitabı bulmak için kaç kitaba bakmanız, okumanız gerektiğini siz düşünün.
Bir kitabın yayımlanmaya uygun olduğuna karar vermenize hangi faktörler etkili olur?
Türe göre farklılık göstermesi kaydıyla kolay okunur olmalı. Kolay okunursa, akıcı olup olmadığına bakıyorum. İşte ondan sonrası güzel bir kitabın basılıp basılmayacağına karar vermekle geçen süre. Bu süre 2-3 saat de olabilir, 1 ay da sürebilir. Kitabı çok sevseniz bile bazen basamayabiliyorsunuz. Koşullar, gündem, ülkenin haleti ruhiyesi, trendler… Hatta o anda ciddi satan 3-5 farklı kitap varsa o da etken olabilir. Türlü maddi ve manevi sebepler diyelim.
Telif hakları ajanslarıyla çalışırken neler yaparsınız?
Yayınevlerinin telif hakları sorumluları öncelikli olarak yerli telif hakları ajanslarıyla çalışırlar. Ajanslar size günlük, aylık ve haftalık bültenler gönderir ve siz de o bültenleri tek tek inceler, içlerinden hoşunuza giden kitaplar varsa incelemek için kopyalarını istersiniz. Bunun dışında, tecrübenize ya da ideallerinize göre eğer araştırmacı bir yapıya sahipseniz, sosyal becerileriniz kuvvetliyse yazarlarla, yabancı ajanslar ve yayınevleriyle birebir iletişim kurup, uluslararası fuarlara katılıp kendi profesyonel ağınızı kurabilir ve bu kanallardan da farklı kitaplara ulaşabilirsiniz. Yani yeni kitaplara ulaşmak için bazen size atılan bir e-posta bile yeterli olabilir.
Telif hakları sorumlusu olmanın zorlukları neler?
Ajanslar, yayınevleri, editör arkadaşlar, scoutlar ve daha sayamadığım birçok kanaldan günde aşağı yukarı 100 e-posta geliyor. Bunların %25’i reklam diyelim, %25’i de bizimle uzaktan yakından alakası olmayan kitap tanıtımları olsun. E hadi diyelim ki %25’inin de konusunu beğenmedik. Kaç yapar? 25, yani hâlâ elinizde değerlendirmeniz gereken 25 kitap var. Sizin bu 25 kitabı en hızlı, en doğru ve en kârlı şekilde değerlendirmeniz gerekiyor, evet en kârlı! Çünkü “malı alırken kazanacaksın,” der büyüklerimiz. Alırken iyi malı ucuza alıp, satarken de güzel fiyata satarsan ticaret yapmış oluyoruz.
Hadi bu 25 kitabı da 5’e düşürelim. Yani size bir günde maillerden 5 kitap düşer. Robot değilseniz bir günde 5 kitap okuyamazsınız. Telif haklarının yayıncılık sektöründeki alametifarikasının ortaya çıktığı kısım da burada. Elinizde her gün incelenmesi gereken 5 kitap var ve sizin hâlâ sürekli araştırma yapmanız, e-postaları okumanız, yeni kitaplar, yazarlar ya da trendler yakalamanız lazım. Özetle o 5 kitabı okuyamayacaksınız, belki bir tanesinden belli bir yerine kadar geleceksiniz ve diğerlerine kalan enerjiniz varsa yönlenip onları değerlendirmek zorunda kalacaksınız. Ne kadar basit değil mi? Üzerinizde hiç baskı yok tabii, oturuyorsunuz öyle.
Dünya çapındaki yayınevleri ile Türkiye’deki yayınevleri arasındaki farklar neler?
Öncelikle kitapları telif hakları personelleri okumuyor (iş saatlerinde), onu bir kenara koyalım. Onlar üst düzey yöneticiler ve işin daha çok kâğıt üzerinde, legal ve operasyona uygun olmasını sağlıyorlar. Kitapları okuyanlar, değerlendirenler ve keşfedenler editörler. Telif hakları, yayımlanmış ve yayımlanacak olan kitapların yasal süreçlerini, finanslar süreçlerini takip ediyor. Mutlaka istisnai olarak kitap bulan, önerenleri de vardır, yok diyemem ama teknik olarak işleri o değil. Bizde durum bambaşka, bizde telif hakları yayınevini yayınevi yapan kişi. Kitabı bulan, çoğu yayınevinde çevirisini yaptıran, hatta bazılarında çevirisini yapıp düzelten kişi. Geriye sadece kitabı fiziki olarak basıp satış noktalarına göndermek ve pazarlamak kalıyor. Süreci çok kısaltarak özetliyorum. Şimdi bazıları “Yerli yazarları kim buluyor? Başkalarının hiç mi emeği yok?” diyebilir. Evet var, herkesin emeği çok ama karşılık bulmuyor. Mesela çevirmenler sektörümüzün sanatçıları ama kime anlatabiliriz?
Yayıncılıkta kime dokunsak bin ah işitiyoruz. Bunun nedeni sizce nedir?
Ben dünyanın en büyük yayınevlerine girmiş, birçoğunun telif hakları personelleriyle tanışmış biriyim. Random House (o zaman PRH değildi), Penguin, Simon Schuster, Scholastic, MacMillan, DK vs. Orada çalışanlar bu işi nasıl yapıyormuş diye merak etmiş biriyim. Gözlemim şu; Türkiye’de yayıncılık çok düzensiz, ilkesiz ve dengesiz yapılıyor. Kaba tabirle “karambole” gidiyoruz. Bir kere işe baktığımız açı yanlış, yapılanmamız da tepetaklak. Liyakat bizim sektörde de yok. Yayınevlerinde yetkiyle, hiyerarşiyle alakalı inanılmaz düzensiz bir yapı var. Bunun okur gözündeki tezahürü de kanıtlanmış durumda. Türkiye’de bence okurların yüzde 70’inden fazlası yayınevlerini tanımıyor. Kitap alırken yayınevi>yazar>kitap sorgusunu da yapamıyorlar. 2000’lerin erken dönemlerinde “şaha kalkan” yayıncılık sektörümüzde birkaç kere kıvılcımlar görmüş olsak da alevlenemeden sönen markalaşma furyası tükendi. Özetle kimse yayınevlerini tanımıyor. Nasıl çalıştıklarını, kim olduklarını bilmiyor. Yayıncıların büyük çoğunluğu tüccar mantığıyla çalışıyor ve daha çok para kazanma peşinde. Hepimiz ekmek peşindeyiz ama işi bir tık daha kaliteli yapalım diyen yok ya da ben tanımıyorum.
Sizce Türk yayıncıların değiştirmesi gereken en önemli noktalar nelerdir?
Yayınevleri hızla yeniden yapılanmalı. ABD ya da Avrupa’daki örneklerinden yola çıkmalılar çünkü Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok, zaten orada yapılmışı var.
Telif hakları özelinde neler yapılmalı?
Telif haklarının bir departman olması gerekiyor. Bu sayede yayınevinin bütün parasını harcayan, şirketin başarılı olmasındaki ilk adımı atan, şirkete para ve prestij kazandıran kişilerin inisiyatiflerinin ve yetkilerinin çalışılması gerekiyor. Yani tek bir kişinin ağzından çıkacak lafla hiçbir şirket yürümez, yürümediğini de görüyoruz.
Bu işi yapmak isteyenlere tavsiyeleriniz ne olurdu?
İşe girerken iş tanımlarını baştan belirlemelerini ya da iyi öğrenmelerini tavsiye ederim. Boş zamanlarında kendilerini geliştirmeleri, sorgulamaktan çekinmemeleri gerek. Merak etsinler, araştırsınlar. Güncel kalsınlar. İnsanlara ulaşmaya çalışsınlar. Bir yazara ulaşmak için boşandığı eşine bile mesaj atıp telefon numarasını istediğim olmuştur. Öte yandan -eğer kullanmayı öğrenemezsek- yapay zekâ hepimiz için ciddi bir tehdit. Mutlaka ama mutlaka bir hobilerinin olmasını ve arada kafa dağıtmalarını da tavsiye ediyorum.
Diğer Editörden röportajlarını okumak için tıklayın.