Bookinton

6 Şubat’ta gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından ülkece ortak pek çok duygunun içinde hapsolduk. Umut ve kederin bir arada yoğun olarak yaşandığı bugünlerde duygularımızı anlamak ve yaşananlardan sonra yolumuza devam edebilmek için bir uzmana danışmak istedik: Ölüm doulası, yas eşlikçisi ve ritüelist Berna Köker Poljak.

Özge Ovalı Karakaya

Ölüm doulası, yas eşlikçisi, palyatif bakım… Bunlar çoğu insanın yabancı olduğu kavramlar. Kısaca bu kavramlardan ve bu kavramlarla ilişkinizden bahsedebilir misiniz? 

Öncelikle bu afetle ilgili hepimize geçmiş olsun diyerek başlamak isterim. Büyük bir felaket yaşıyoruz. Hepimizin başı, yarası sağalsın. Hayatını kaybedenlere rahmet ve geride kalanlara sonsuz sabır diliyorum.  Durumun hassasiyetinin ve ona eşlik eden acının büyüklüğünün farkındayım. O yüzden ben de elimden geldiğince hassas olmaya çalışacağım ve bu hassaslıkla birlikte, samimiyetimi de koruyarak dokunulmasının gerekli olduğunu düşündüğüm yerlerden de bahsedeceğim.

Bu soru için teşekkür ederim. Aslında üçü de birbiriyle ilgili ve aynı ihtiyaçtan doğan konular. O yüzden önce palyatif bakım ve palyatif bakımın temel ilkesinden bahsetmek isterim.

Palyatif bakım artık tedavisinin mümkün olmadığı düşünülen hastaların acılarının, ağrılarının azaltılması yönünde çalışan; hastanelerle kıyaslanınca masaj, bazı alternatif enerji çalışmaları, sanat ve müzik-terapi gibi bütüncül yöntemlere de olanak veren; kısacası hastaların ve ailelerinin son zamanlarını daha iyi geçirmelerini hedefleyen bir yapıdır. Aynı zamanda yaşadığım yer olan Avustralya’nın Yeni Güney Galler eyaletinde sağlık sistemi içine tamamen entegre olmuş, bilinen ve başvurulan servislerdir. Benim gönüllü olarak çalıştığım hastanenin Palyatif bakım servisine yatan hastalar için orası çoğunlukla son durak anlamına gelir. Evde bakım verecek bir yakını bulunmayan, evinin fiziksel koşulları uygun olmayan veya ölümüne bir aydan fazla kaldığı tahmin edilen hastalar başka bir bakım evine yönlendirilene kadar bizim serviste misafir edilebilirler ancak hastaların büyük çoğunluğu için Palyatif bakım son birkaç haftalarını geçirdikleri bir yer demek.

Palyatif bakım modelleri ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de palyatif bakımın özünü oluşturan bir anlayıştan bahsetmek mümkün. Bunu bir alıntı yaparak açıklayabilirim:

“Hastanın çözülecek bir problemden başka bir şey olmadığı görüşünü reddedenler, hastanın gereksinimlerine odaklandılar ve ‘Yaşamının sonundaki kişinin fiziksel, ruhsal, toplumsal, psikolojik ve duygusal gereksinimlerini aileleriyle, bakım verenleriyle ilişkilerini nasıl daha iyi bir şekilde destekleriz?’ sorusunu sordular. Bu felsefe palyatif bakımın temel ilkesi oldu ve sağlık hizmetlerindeki bakım için kişi odaklı bir yaklaşım sundu. Dolayısıyla, bu görüş palyatif bakım felsefesi ya da bakım palyatif yaklaşım olarak adlandırılır.” 

(Yeni Güney Galler, Palyatif Bakım Gönüllüleri İçin El Kitabı)

Tiziano Terzani, Atlıkarıncada Bir Tur Daha isimli çok sevdiğim kitabında bilge, çocuklara ölümün de içinde olduğu yaşamı öğreten babaannelerin gittikçe azaldığından bahseder ve şöyle der: “İşte uygarlığımızın geldiği nokta budur. Hayatta kalmamıza, başarı kazanmamıza yarayan kavramlarla, pratik bilgilerle donanıp duruyoruz ama o bilgelik paylaşımı, ailenin ve yaşlıların hayat ve ölüm deneyimleri ile güzelleşen sisteme güvenmez oluyoruz. Gerçekten dünyamız pek acayip bir hal aldı; doğmamıza yardım eden ebeler var ama bize ölümü öğreten kimsemiz kalmadı.”

Buradan ölüm ve yas eşlikçiliğine geçtiğimde de bahsettiğim yaklaşımın her ikisinde de geçerli olduğunu söylemek mümkün; kişi odaklı yaklaşım ve karşımızdaki kişinin gereksinimlerinin merkeze konduğu bir bakış açısıyla hareket etmek yani.  Hem doğum hem yas eşlikçiliğinin en önemli ortak özelliği kişilerin içinden geçtikleri bu zorlayıcı süreçlerde, o kişiye tüm dikkatimizi sunarak yargısız bir tavırla iyi bir dinleyici olarak kalabilmeye niyet etmek ve böylelikle o andaki ihtiyacının ne olduğunu görebilmek.

İşte ölüm eşlikçiliği (doulalığı) böyle bir ihtiyaçtan doğuyor. Tanım olarak ölüm eşlikçiliği, ölüme yaklaşan kişilere ve ailelerine destek sunan kişi demek. Destekten kastım, tıbbi destek dışındakiler. Bunun altını özellikle çizmek isterim. Bahsettiğim bu desteğin içerisinde hiçbir koşulda sağlık personelinin medikal anlamda sunduğu hizmete müdahalede bulunmak veya yorum yapmak yok. 

Sunulan destekleri şöyle sıralayabilirim: Kişinin bireysel yolculuğuna saygı göstererek iyi bir dinleyici olmak (Yaşadıklarına şahitliğimizi sunmak.); yaşam sonu ve ölüm hakkında yapılacak konuşmalarda alan tutmak ve gerekirse kolaylaştırıcı olmak; yaşamsal gündelik işlerin organizasyonunu yapmak; ihtiyaç duyulması durumunda doktor randevularına katılarak not almak; aktif ölüm aşamaları hakkında pratik önerilerde bulunmak; ölüm öncesi planlanması gereken konularda koordinasyon sağlamak (Örnek olarak ölüme yakın kişinin baktığı bir evcil hayvan varsa onun sahiplendirilmesi veya arkada bırakacağı önemli dokümanların veya aboneliklerin düzenlenmesi gibi konular olabilir.); kişinin ve ailenin ihtiyaçları durumunda içsel olarak yavaşlamalarını sağlayacak ve bu geçiş aşamasını onurlandıracak bazı ritüeller, meditasyonlar, pratikler önermek ve düzenlenmek.

Yas eşlikçiliğinde de benzer bir şekilde, yas sürecinden geçen kişilere destek sunulur. Eşlikçilik edilen kişi yargılanmaz, yasıyla birlikte (her hâliyle) kabul görülür, duyulur, dinlenilir. Hedeflenen, o kişinin hissettiği kederi hızlı bir şekilde ortadan kaldırmak değildir. Amaç karşıdaki kişinin duygusal gerçekliğinin ne olduğunu duymaya çalışmak, bunu tarif edebilecek kelimelere ulaşmak için alana gerekirse sessizlik gerekirse bazı pratikler ve ritüeller çağırarak yasını görünür kılacak kanalları yaratmaktır. 

Peki, deprem gibi afetlerin neden olduğu ani kayıpların sonrasında geride kalanların yas sürecine destek olabilmek için neler yapılabilir?

Hayatımız boyunca yas hepimize dokunur, evimize- kalbimize birçok şekilde misafir olur. Bazen sevdiğimiz birinin ölümüyle, bazen hayatımızın akışını değiştiren bir kaza veya hastalık olarak bazen de yaşadığımız doğal afetler sonucunda yasla ilişkimiz başlar. Elbette ani kayıplar, zaten zorlayıcı olan bu süreci daha da zorlaştıran bir etkiye sahip ama işte bu zor misafir hayatımıza girdiğinde onu nasıl ağırlayacağımızı anlamak için öncelikle yasın doğasını anlamaktan başlamamız gerekli. Nasıl ki her insanın bir doğası varsa yasın da kendine has bir tabiatı var ve o tabiatı biraz algılamaya başladığımızda onunla ilişkimiz daha sağlıklı bir zemine oturuyor.

Bence yasın en önemli özelliği görülmek ve duyulmak istenmesi. Ne zaman ki yasa hareket etmesi yani ifade edilmesi için alan açıyoruz, işte o zaman yaşadığımız kaybın büyüklüğü karşısında âdeta buz kesen bedenlerimiz ve ruhumuz ısınmaya başlıyor. Yoksa içimizde kalan, görmezlikten gelinmiş, bastırılmış veya diğer insan kardeşlerimizle paylaşılmamış yaslarımız; ilerleyen zamanlarda katılaşarak yaşama canlı bir şekilde katılmaya devam etmemizin önüne bir engel olarak çıkıyor. Yas, asla depresyon demek değildir; yas tutan kişi depresif değildir. Tam tersi depresyon, yas tutamamaktan kaynaklanabilir.

2020’nin ilk aylarından itibaren yas ve ölümle ilgili pek çok çevrim içi çalışma yaptım ve bu alanların çoğunu insanların yaşadığı yasın açılmamış katmanlarına hitap edebilmek için açtım. Türkiye’nin dört bir yanından yüzlerce kişiyle birlikte geçirdiğimiz zamanlar içerisinde netleşen ilk şey, arayış içinde olduğumuz ilk şeyin çok da fazla cevaplarda değil, birbirimize daha adanmışlıkla ve yargısız bir mevcudiyet sunduğumuz zaman kendiliğinden ortaya çıktığını gösterdi. Bu birbirimizi hakikaten gördüğümüz ve duyduğumuz zaman, kederimizin ortak olduğunu hatırladığımız zaman ortaya çıkan bir durumdu. 

Tüm bu bahsettiklerim, yani yasın görülmek istenen doğası ve birbirimize sunduğumuz yargısız mevcudiyet, yasla her ne şekilde karşılaşırsak karşılaşalım kalbimize yakın tutmamız gereken ilk ve en önemli şey. 

Tabii ki yaşadığımız deprem felaketinde akut problemler var, her şeyden önce bu afeti yaşayan kişilerin güvenlik ve günlük ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Bunun sonrasında bilincinde olmamız gereken durum, ani ölümle gelen kayıpların o kaybı yaşayan kişi için vedalaşma şansı tanımamış olması ve arkada pek çok soru işareti bırakma (Çok acı çekti mi?, Eğer şöyle yapsaydım/yapılsaydı farklı olur muydu? gibi.) ihtimalinden dolayı sürecin daha kompleks bir hale gelmesidir. O yüzden o kişinin yasını yaşayış şeklini eleştirmeden, varsayımlarda bulunmadan (ağlarsan veya konuşursan açılırsın gibi.) veya tavsiyede bulunmadan yanında olabilmek önemli. Basmakalıp cümleleri üzerlerine boca etmemek gerekiyor: “Hayat devam ediyor”, ‘’Zaman her şeyin ilacı.’’, ‘’Güçlü ol.’’ gibi klişe laflar hiç de sandığımız gibi işe yaramıyor. Hissettiklerini ifade edebilecekleri ve her hâlleriyle kabul edildiklerini gördükleri bir alan yaratmak çok elzem. Eğer ne söyleyeceğimizi bilmiyorsak sessiz bir şekilde yanlarında durabiliriz. Bazen, ‘’Ne söyleyeceğimi bilmiyorum ama senin için buradayım.’’ demek sunabileceğimiz en kıymetli hediye oluyor. 

Bunlar dışında somut yardımlar önermemiz faydalı. “Bir şeye ihtiyacın olursa beni ara.’’ yerine günlük hayatlarına devam edebilmeleri için gerekli olan iş bölümünü yapmak üzere net tekliflerde bulunabiliriz. Bu büyük yarayı ancak bir aradayken sarabiliriz. O yüzden şefkat dilini elden bırakmadan yanlarında olmalıyız.

Şunu hatırlamamızı dilerim: Yas hayatın bir parçası. Depremden sonra dostum Filiz Telek’le birlikte sevgili Francis Weller’dan mentorluk alma şansına eriştik. Francis Weller’in şu sözleri hâlâ kulaklarımda: “Büyük acılar karşısında bizi donmaktan kurtaran şey yasın kendisidir. Travma soğuktur, dondurur. Yası ağırlamaksa ısıtır, sağaltır.’’

Ülkemizin 11 ilinde gerçekleşen ama bütün ülkeyi derinden etkileyen bir afetten bahsediyoruz. Orada olup afetten doğrudan etkilenenlerin yanı sıra orada olmayan ve ikincil travma yaşayan kişilerin yas süreci için neler söyleyebilirsiniz? Kendimiz ve çevremiz için nasıl bir yaklaşım içerisinde olmalıyız? 

Evet, öncelikle hepimizin derin bir yas sürecinde olduğunu görmemiz ve kabul etmemiz gerekiyor. İçinde olduğumuz sürecin adının konulması çok önemli. Yoksa hâlimizi anlamlandıramayız.

Bu zor günlerden geçerken yaşamla bağımızı korumamıza yardımcı olacak, elimizden tutacak şey yas tutmak olacak, inanın. Bu yüzden yas tutma becerilerimizi, kapasitemizi geliştirmemiz gerekiyor. Bizi donduran, hayattan soğutan, katılaştıran şey yas değil. Eğer yasımızı ifade etmeyi becerebilirsek yasın içinde saplanıp kalmayız. Buradaki olası yanlış anlaşmayı düzeltmek için söylüyorum bunları. Saplanıp kaldığımız şey yas değil, verdiğimiz donma tepkisidir. İşte orada takılı kalmamak için yas tutmaya ihtiyacımız var. Ayrıca ikinci bir şeyi de belirtmek isterim. Tutmak kelimesi bırakmamak anlamına gelmiyor. Eğer sizin için yas tutmak onu bırakmamak anlamına geliyorsa tekrar düşünmenizi rica ediyorum. Tutmak, bir şeye kıymet vermekten de kaynaklanıyor olabilir. Sevdiğiniz kişinin, mesela sevgilinizin veya çocuğunuzun, elinden tutarsınız. Bu size sıcaklık ve güven verir. İnanın yas için de bu böyle. Yas, bu zor zamanlarda bizim elimizden tutan sevgilimiz olacaktır. Biz de ona elimizi uzatalım.

Buradan devam edersem bir önceki soruya cevap verirken yasın doğasından giriş yaptım ve yasın görülmek, duyulmak istenen tarafından bahsederek şefkat diliyle sonlandırdım. Aynı çerçeve burada da geçerli. Yasın diğer bir yanı, eteklerinin altında başka yaslar da barındırmasıdır yani biz sadece bir şey için yas tuttuğumuzu zannederken (mesela deprem) aslında hem o yasın açılımları (depremle birlikte zedelenen hayata güvenin kaybı veya gelecekle ilgili planların/ümitlerin kaybı gibi) hem de daha öncesinden gelen yaslarımız kendini görünür kılmak isteyebilir. Çoğunlukla sadece bir şey için yas tutmayız. Bu hepimiz için geçerli. Diğer bir konu, yas tutmanın doğru veya yanlış bir yolunun olmaması ve yas tutan kişiye göre değişkenlik göstermesidir. Bence burası çok özen göstermemiz gereken bir nokta çünkü genelde bizim yas tutma şeklimize benzemeyen şekillerde yas tutan kişilere karşı eleştirel olma eğilimi gösterebiliyoruz. Hatırlamamız gereken yasın parmak izi gibi olduğudur; dünyada ne kadar insan varsa o kadar da farklı yas tutma şekli var. (Yasın parmak izine benzediğini Vamık Volkan’dan duymuştum.) 

Birbirimize yaklaşımlarımızın nazik olması, iyi bir dinleyici olmaya çalışmamız, yargılayıcı dilden uzak durarak iletişimimizde şefkat dili kullanmaya özen göstermemiz bu süreçte kullanacağımız pusulalarımız olabilir.

Son günlerde hepimizin ortak duygularından biri “çaresizlik” diyebiliriz. Bu duygu hala içimizdeyken günlük yaşam rutinleri de yavaş yavaş hayatımıza yeniden dahil olmaya başladı. Çaresizlik duygusuyla yaşamaya devam edebilmenin sağlıklı bir yolu var mı? 

Travma üzerine çalışan Bessel Van Der Kolk 1989 yılında Amerika’nın güneydoğusunu ve Porto Riko’yu etkileyen Hugo ve 2004’te New Orleans’ı etkileyen Katrina Kasırgası’nın ardından ilgili bölgelere gittiğinde insanları harıl harıl çalışırken evlerden geriye kalanları, yolları ve binaları temizlerken bulur. Ne zaman ki afet ekipleri bölgeye ulaşıp zarar tespiti yapmak üzere insanları durdurur işte o zaman insan eliyle yaratılan felaketler başlar. Etrafı onararak veya temizleyerek yükselen stres hormonunu dengeleyen insanlar bir anda hareket edemez hâle gelince birbirleriyle kavga etmeye başlarlar. 

Sonuç olarak Bessel, “Kolektif travmalarda hareket etmek, bir şeyler yaparak sürece dahil olduğunu hissetmek önemlidir.” der. 

Yaşadıklarımıza bakıp Bessel gibi hocaların anlattıklarını dinlediğimde, yapabildiğimiz kadarıyla kendi köşemizi aydınlatmanın çaresizlik duygusuyla (ve diğer zorlayıcı duygularla) yaşamaya devam edebilmemizi sağlayabileceğini düşünüyorum. Evet, engelleyemediğimiz yani önüne geçemediğimiz durumlar var. O zaman şartların veya becerilerimizin elverdiği kadarıyla bir şeylerin ucundan tutmak ve bunca kederin içerisinde bu acıların yakıtımız olmasını sağlayarak bir yerlere iyilik ve şefkat taşımak belki biraz daha nefes almamıza yardımcı olabilir.

Bookinton Mart ayı temamızda “Kitaplarla İyileşeceğiz” dedik. Okurlarımıza yaşadığımız bu olayın akabinde yol arkadaşı olabilecek ve duygularımızı bir nebze de olsun iyileştirebilecek kitap önerilerinizi öğrenmek isteriz. 

Francis Weller, Kederin Vahşi Kıyısı
Martin Prechtel, Yağmura Kavuşan Toprağın Kokusu
Pema Chödrön, Nasıl Yaşarsak Öyle Ölürüz
Tiziano Terzani, Atlıkarıncada Bir Tur daha

Ayrıca ölüm ve yasla ilgili benim yazdığım bir kitap Karakarga Yyayınlarından basılacak. Mayıs ayında çıkması planlanıyor. Onun haberini de şimdiden vermek isterim.

Diğer uzman görüşü röportajlarını okumak için tıklayın.

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.