Bookinton

Niran Elçi ile Diskdünya Serisini Çevirmek Üzerine

Terry Pratchett’ın Diskdünya’sı, otuz yılı aşkın bir süreye yayılan 41 romanıyla tüm zamanların en sevilen ve kalıcı fantezi serilerinden biri. Kurgusal Diskdünya’da, yani devasa bir kaplumbağa üzerindeki dört dev filin sırtında dengelenmiş düz bir gezegende geçen bu seri, hiciv, zekâ ve insan doğasına dair derin bir anlatı.

Yasemin Kaya-Utku Özer

Genellikle fantezi olarak sınıflandırılsa da Diskdünya türlerin ötesine geçerek siyaset, din, savaş, cinsiyet, teknoloji ve toplumun kendisi de dahil olmak üzere çok çeşitli temaları bir araya getiriyor. Pratchett’ın mizahı dokunaklı sosyal yorumlarla harmanlama yeteneği Diskdünya’yı sadece ticari bir başarı değil, aynı zamanda eleştirel bir başarı haline getirdi.

Seri, aralarında Türkçe’nin de bulunduğu onlarca dile çevrildi ve sadık bir okur kitlesi buldu. Bugünkü konuğumuz Niran Elçi serinin 41 kitabını da Türkçeye kazandıran isim. Böylesine karmaşık, kelime oyunlarıyla dolu ve kültürel açıdan zengin bir seriyi başka bir dile çevirmek kolay bir iş değil. Nasıl olduğunu gelin kendisinden dinleyelim.  

Diskdünya serisinin çevirmeni olma süreciniz nasıl gelişti?

İlk bakışta 2001 ekonomik krizinden sonra evde bir bebek, işsiz kalmam ve boş durmamak adına çeviriye başlamam ile gelişti. Dizinin altıncı kitabı olan Ucube Kocakarılar, imzaladığım ilk iki sözleşmeden birinin konusuydı. Sektöre pat gibi düşmüşüm gibi görünüyor, ama onun öncesinde okumayı öğrendiğimden beri yutarcasına okuduğum kitaplar, on bir yaşımdan beri öğrendiğim ve muhtelif sektörlerde kazandığım deneyimle akıcılık kazanan İngilizcem ve bedavaya yaptığım (yayınlanmayan) amatör çevirilerim de var, tabii. Hayatta pek az şey pat gibi oluyor aslında.

Diskdünya’nın zengin kelime oyunları ve kültürel göndermelerle dolu metinlerini çevirirken en çok hangi zorluklarla karşılaştınız? ÖrneğinTerry Pratchett’ın kendine özgü üslubunu, özellikle de yazılarının hicivsel doğasını nasıl korudunuz?

İlk senelerde en büyük zorluk internetin şimdiki kadar zengin olmamasıydı. Çok ciddiyim. İlk çevirimin ilk sayfasından verebileceğim en basit örnek olarak, Ucube Kocakarılar’ın bir Shakespeare parodisi olarak başladığını bilmek için Shakespeare’den haberiniz olması gerekiyordu. Genelgeçer İngilizce’nin dışındaki sözcük ve deyimler, argo kullanımlar için o günlerin başvuru sözlüğü olan büyük Merriam-Webster sözlüğü yeterli olmuyordu. Örneğin, Tiffany Sızı dizisindeki Nac Mac Feegle’ların ne dediğini anlamak için kullanabileceğim bir İskoçça sözlük yoktu ve internette bilgi kırıntıları arıyordum. Özetle o ilk dönemde başlıca zorluk anlamaktı ve biriktirdiğim envai çeşit sözlük ve sabırlı internet taramaları ile o zorluğu aşmayı başardım.
Üslubu ve hicvi korumaya gelince,  Pratchett’ın bir özelliği metinlerinin akıcı olması ve adeta bir film izlermiş gibi hikayenin gözlerinizin önünden geçmesidir. Çeviri söz konusu olduğunda sık sık belirttiğim gibi, hikayenin akışı yalnızca cümleden cümleye olmuyor, aynı zamanda cümle içinde de bir olay akışı bulunuyor. Yapılarından dolayı İngilizce bir cümleyi Türkçeye kesintisiz bir cümle olarak çevirirseniz, cümle içindeki olay akışını bozabiliyorsunuz ve bu da hem okumayı güçleştiriyor, hem de cümle içindeki espri/ifşa/vurguyu bozabiliyor. Ben Diskdünya çevirilerinde metnin akıcı bir şekilde okunabilmesi için çaba gösterdim ve bu akıcılığı ve olay dizisini cümle içlerinde de gözettim.
 
Bir de tabii, Diskdünya’yı ciddiye aldım, sulu espriler yapmayı yazara bıraktım ve ciddi bir şekilde çalıştım. 🙂

Pratchett’ın eserlerinde sıklıkla türler ve tarzlar harmanlanıyor. Bu farklı üslupları çevirirken 41 kitap boyunca tutarlılığı nasıl sağladınız?

Diskdünya’nın tür tür, mekan mekan, kültür kültür gezmesi sorun yaratmadı aslında, çünkü tüm kitapların ortak noktası Terry Pratchett ve onun tarzı ve dünya görüşü. Pratchett özünde yaşa-ve-yaşat ilkesine bağlı, tüm kültürlere ilgi ve anlayışla bakan, ama kültürlerin zayıf ve kötücül noktaları söz konusu olduğunda, tıpkı kendi kültürünü iğnelediği gibi diğerlerini de iğneleyebilen bir yazar. Bu yüzden Diskdünya’daki her ırkın, kültürün üyesi hikayeye göre iyi veya kötü olabiliyor, kendini dünyanın gayriresmi başkenti Ankh-Morpork’ta bulabiliyor ve orada kendine bir yer açabiliyor. Bunun tek istisnası elfler. Tolkien’in asil diye göklere çıkardığı elflere Pratchett’ın amiyane tabirle ‘gıcık olduğunu’ açıkça görebiliyorsunuz ve bence bunun sebebi elflerin kendilerini herkesten ayrı tutan, üstün gören tavırları. Ben elflerin Pratchett’ın zihin dünyasında aristokratları ve ırkçıları temsil ettiğini hissettim.

Diskdünya serisi genellikle siyaset, din ve sosyal konular gibi ciddi temaları hiciv yoluyla ele alıyor. Sizce bu temalar Türk okurlarında nasıl bir yankı buluyor?

Öteden beri inandığım bir şey var: insan her yerde insan ve herkesin tek istediği hayatta tutunabilmek, kıt kanaat de olsa yaşayabilmek, istiyorsa aile kurmak ve çocuklarını güvenli bir ortamda, geleceğe umutla bakarak yetiştirmek. İnsana bu şekilde bakınca görüyorsunuz ki siyaset, din ve sosyal konular da özünde aynı. İsimleri ve kıyafetleri bir kenara bırakırsanız farklı ülkelerdeki siyasetlerin, dinlerin, toplum olaylarının aslında aynı temaları izlediğini anlıyorsunuz.
 
Siyaset dediğiniz çıkarların çatıştığı bir ortamda kendi çıkarınızı korumak için çaba göstermek değil mi? Siyasi sistemin adını ne koyarsanız koyun, küçük insan yeterince güç sahibi olmadığı için zengin ve kudretlilerin karşısında ezilmiyor mu?
 
Din derseniz, ülkemizde farklı dinler, farklı mezhepler, hatta aynı mezhep içinde farklı yorumlar yok mu? Kendi yorumunun en doğru yorum olduğunu öne sürerek başkalarını baskılamaya çalışanlarla karşılaşmıyor muyuz?
 
İnsanın söz konusu olduğu yerde de sorunlar hep aynı. Topluma uyum sağlamak, aile içi sorunlar, bireyler arası çekişmeler… İyi insanlar, kötü insanlar, iyi iken içinde bir parça kötülük, kötü iken içinde bir parça iyilik taşıyan insanlar…
 
Dünya üzerindeki sekiz milyar insan olarak aslında o kadar aynıyız ki, sırf siyasi çıkar uğruna bizi ayrıştırmaya çalışanlara kananlara şaşıyorum bu günlerde. Bu farkındalıkta Pratchett’ın da katkısı oldu. Diskdünya sizi fark ettirmeden eğitiyor, beyninize insanlığın kardeşliği gibi uygunsuz düşünceler sokuyor.

Serinin çok çeşitli fantezi ve gerçek dünya referanslarını orijinal bağlamını koruyarak Türk okurlar için anlamlı hale getirme süreciniz nasıldı?

Fantezi referansları, edebi referanslar üzerinde fazla düşünmedim, çünkü biliyorsanız biliyorsunuzdur. Benim size fantezide cücelerin, ejderhaların, vampirlerin yerini anlatmam ve Pratchett’ın bu referansları nasıl kullandığı, ne zaman klişeleri olduğu gibi alıp, ne zaman onları altüst ettiğini açıklamaya çalışmam abesle iştigal olur. Gerçek dünyadaki olaylara gönderme yaptığı zamanlarda da, hikayenin kendisinin anlaşılmasını engellemediği sürece çevirdim ve geçtim, ama olay başka türlü anlaşılmıyorsa, kısa bir dipnot koydum. Diskdünya’da o kadar çok referans var ki, bunun uğruna açıklama siteleri, wiki’ler kurulmuş, Diskdünya sözlükleri yazılmış. Referansların hepsi açıklanacaksa, bunların Türkçe’ye çevrilmesi yoluyla açıklanır bana göre. Bunun dışında benim için esas olan hikayedir.

Diskdünya serisini çevirmek, dile ve edebiyata bakış açınızı nasıl etkiledi?

Shakespeare’den bahsederek başlamıştım, ondan örnek vereyim yine. Shakespeare’in hayatını okursanız görüyorsunuz ki eserleri esasen eğlendirmek amaçlı yazılmış. Kendisi aktör, oyun yazarı ve kumpanya ortağıydı. Yani “yüksek edebiyat” yapmak gibi bir amacı yoktu. Ama öyle bir dahiydi ki, insanları eğlendirme işini muazzam bir edebi yetenekle yaptı. Örnek olarak Mozart’ı ekleyeyim. O da “yüksek müzik” yapmak için değil, popüler müzik yapmak için çalışıyordu. Bugün klasik müzik olarak gördüğümüz tür, kendi zamanının (zenginler tarafından, kendi eğlenceleri için finanse edilen) popüler müziğiydi. Ama Mozart da muhteşem bir dahiydi ve yarattığı eserler hala dinleniyor, “yüksek müzik” sayılıyor. Benim için Pratchett aynı kategoride. Röportajlarından ve biyografisinden anladığımız gibi, amacı “edebiyat yapmak” değildi, yalnızca hikayeler anlatmaktı. Ama bunu öyle bir dil yeteneğiyle, öyle parlak bir dünya görüşüyle yaptı ki, on milyonlarca sadık okur kazanmakla kalmadı, o on milyonlarca okura insanlık, kabullenme, hoşgörü hakkında – fark ettirmeden — pek çok şey öğretti. Pratchett’ın özelliği de bu işte, Diskdünya okuyarak, çevirerek geçirdiğim yirmi üç sene içinde dil kullanımı, edebiyatın ne olduğu konusunda öyle şeyler sindirdim, öyle bakış açıları geliştirdim ki, o fikirlerin nereden geldiğini hatırlamıyorum bile. Ancak kitaplara geri döndüğüm zaman, “Aa, burada okumuşum demek, bu okuduğuma dayanarak bu fikri geliştirmişim,” diyebiliyorum. Muhtemen Shakespeare ve Mozart hakkındaki görüşlerimi de bu şekilde geliştirdim, ama inanın nasıl olduğunu hatırlamıyorum. 🙂

Çevirmenlere, özellikle de Diskdünya gibi karmaşık ve çok katmanlı eserlerle çalışmak isteyenlere ne tavsiye edersiniz?

Çevirmenler zaten biliyordur, ama ben bir kez daha belirteyim: çevirinin okulu bitirdiğinizde, ilk işinizi aldığınızda başladığını düşünmüyorum. Çocukluğunuzdan itibaren okuduğunuz Türkçe ve İngilizce kitaplarla, dünyadan – doğru kaynakları kullanarak – hep haberdar olmakla, okumaya ek olarak sürekli ve doğru Türkçeyle yazmakla başlıyor. Böyle bir farkındalık, kitabı çevirmeye oturduğunuzda yazarın çıkış noktasını, dünya görüşünü ve kitabını yazarken neyi başarmayı amaçladığını anlamanızı sağlıyor ve Türkçe cümlelerin doğal kullanımıyla, kendiliğinden gelmesini sağlıyor.
 
Sektörde çevirmenlerin kitaba kattığı değerin ve ücretlerinin sorgulandığına denk geliyorum. Çevirmen, 1000 karakteri XX liraya çeviren kişi değildir. Bir çevirmenle çalışmaya karar verdiğinizde, o kişinin onlarca senelik eğitimini, bilgisini, becerisini, deneyimini “satın almış” oluyorsunuz ve bu “1000 karakteri XX lira” ile ölçülebilecek bir değer değil. Çeviri sözleşmeleri ve tekrarlayan baskılardan çevirmenin alacağı pay düşünülürken bunun akılda tutulması gerektiğini düşünüyorum.
 
Çevirmenin değeri demişken, araya bir not eklemek isterim. Yapay Zeka edebiyat çevirmeninin işini elinden almıyor, henüz değil. Yapay Zeka, bir fantastik edebiyat ürününü çevirebilecek yetkinliğe ulaşmadı. Yapay Zeka çeviriyi mevcut çevirilerden öğreniyor, yani örneğin Diskdünya çevirecekse, önce benim çevirilerimi “okuyarak” kendini eğitmesi lazım.
 
Yasal olarak, çeviri eserlerin yerel haklarını satın alan yayınevlerinin ve çevirmenlerin, herhangi bir iş ilişkilerinin bulunmadığı firmaların ticari Yapay Zeka ürünlerini bilabedel eğitmek gibi bir misyonları olmadığına göre, gelecekte bu firmaların Yapay Zeka ürünlerini eğitmek için hangi eserlere ulaşabileceği ve bunun telif doğurup doğurmayacağı tartışılacaktır. Şimdilik teknoloji şirketleri internette buldukları her bilgi kırıntısını (sizin hakkınızdaki her tür bilgi gibi) kendi çıkarları için kullanmakta serbest. Bakalım gelecek ne gösterecek.
 

Geriye dönüp baktığınızda, 41 Diskdünya kitabını çevirme süreci hakkında ne hissediyorsunuz? Bu muazzam macera hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Tıpkı Rincewind gibi, ben de neye atıldığımı anlamadan, tam ortasından, tepetaklak düştüm Diskdünya macerasına. Ama Rincewind’in aksine maceranın her adımından keyif aldım. Yirmi üç sene sürdü ve bir yandan ne kadar uzun sürdüğüne şaşarken, diğer yandan o süreci yaşarken zamanın geçişini hiç fark etmemiş olmama şaşıyorum. Bir külliyatı tamamlamış olmanın tatmini var, ama hüzün karışmamış bir tatmin bu, çünkü Pratchett kitapları okumaya devam edeceğimi, Diskdünya’ya dayalı filmleri izleyeceğimi, zaman zaman Diskdünya kitaplarına döneceğimi biliyorum.

Favori bir Diskdünya kitabınız veya karakteriniz var mı? Varsa, neden bu kitap veya karakter?

Favori karakterlerim var. Havamumu Nine, Lord Vetinari, Rincewind, Angua, Havuç, Nac Mac Feegle’lar, Sam Vimes, Leydi Sybil… saymakla bitmez. Ama favorilerim arasında en favorim Ogg Ana. Nedenini merak ediyorsanız cadı kitaplarını okumanız lazım, çünkü Ogg Ana’yı anlatmaya çalışmak, hayatın zevklerini yaşamak yerine tarifinden okumak gibi olur. 🙂

Diskdünya serisinin çevirisini tamamladıktan sonra, gelecekteki projeleriniz neler olacak? Siz aynı zamanda kitap da yazıyorsunuz. Çocuklar için yazdığınız Karaböcü serisi çok beğenildi. (Y: 22 yaşındaki kızımın kütüphanesinde hala durur😊) Yazdığınız veya planladığınız yeni kitaplar var mı?

Yirmi üç senelik çevirmenlik macerasından sonra bir dinlenme sürecine girdim. Herhangi bir plan program olmadan, o yirmi üç sene içinde yapamadığım şeyleri yapıyorum, bol bol kitap okuyorum, yolculuklara çıkıyorum, bağ bahçeyle ilgileniyorum. Beynim yorgunluğunu attıktan sonra neler yapmak ister, ben de sizinle birlikte göreceğim. 🙂
 
Kızınıza selamlar. Herkesin anlatılmayı bekleyen bir hikayesi, Karaböcü gibi herkesin farklı renkte bir Öcü’sü olduğunu (Karaböcü Tatil Maceraları) hatırlattığımı iletin lütfen. 🙂

Diğer çevirmen röportajlarını okumak için tıklayın.

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.