Fransız çizer Xavier Coste’un eşsiz 1984 yorumunu çevirisiyle bir adım öteye taşıyan tecrübeli çevirmen Gökçe Yavaş ile Can Yayınlarından çıkan grafik roman 1984 hakkında konuştuk.

Oya Tuğcu Özağaç

George Orwell’in 1984 adlı romanını Xavier Coste çizgi romana uyarladı, siz de Fransızcadan dilimize kazandırdınız. Kitaptan genel olarak bahsedebilir misiniz? Sizce kitap bu kültürler arası yolculuktan nasıl etkilendi? 

1984’ü grafik romana dönüştürebilmek için üç sene boyunca çalışan Xavier Coste romanın okurda uyandırdığı duyguları resme çok iyi aktarmış. Hikâyeyi mümkün olduğunca özetlemiş, hikâyenin gidişatı bakımından önemli çoğu kısmı bozmadan, birebir romandan almış ama romanın ruhunu asıl resimleriyle vermiş. Çizimler insanın içini ürperten ruhsuz bir şehri betimliyor genelde. Coste’un deyişiyle insanlara kendilerini karınca gibi hissettirecek kadar yüksek, büyük ve cansız binalarla dolu şehir. İnsanların yüzleri çizimlerde genelde seçilmiyor çünkü romanda kişiliklerin, kim olduğunun bir önemi yok. Ana karakter Winston gözlüklü ve gözlerini neredeyse hiç görmüyoruz, tüm duygu ve düşünceleri gizli. Okur olarak hikâyeyi onun bakış açısından dinliyoruz ve onun sırrına ortak olup biz de her an asıl fikirlerinin anlaşılacağı korkusuyla okuyoruz. Bu noktada başka bir dilde grafik romana uyarlansa da romanın hâlâ çok iyi korunduğunu söyleyebiliriz. 

Elimizdeki bu grafik roman 1984’ün kasvetli, insanın içini ürperten havasını nasıl yansıtıyor?

Genelde siyah beyaz çalıştığı sayfalarda sadece dört renk kullanmış çizer: sarı, mavi, bordo ve kırmızı. Kırmızı, grafik romanın kapağında da görebileceğimiz üzere, Büyük Birader’le ilişkilendirilmiş. Romanın sonunda, Winston artık Büyük Birader’i kabul etmek zorunda kaldığında tüm sayfalar kırmızıya dönüyor. Roman boyu kırmızıyı az gördüğümüz için bu tüm okurların fark edeceği bir renk geçişi ve Büyük Birader’in Winston’ın her anını, tüm dünyasını, benliğini kapladığını görmek gerçekten iç burkuyor. Resim çeviriye ihtiyaç duymuyor. Evrensel bir dil üzerinden kahramanın hislerini aktarıyor. Kitap da kültürler arasındaki bağı bu ortak hisler üzerinden kuruyor. Bu sayfaları gören herkes yenilgiyi hissedecektir.

1984 evrensel bir roman. Orwell ülke yönetimini, yönetimin izleyebileceği politikaları, dayatabileceklerinin sınırını öyle doğru anlatmış ki roman zaman ve mekân tanımıyor. 1984’ü yıllar önce ilk okuduğumda da bizim ülkemizi anlatıyor gibi gelmişti, grafik romanı çevirirken de aynı hislere kapıldım. Dünyanın her yerinde, refah seviyesi yüksek ülkelerde de az gelişmiş ülkelerde de roman okurda aynı tanıdık hisleri yaratıyor. Herkes kendi deneyiminden bir parça buluyor. İnsanın sınırının ne kadar zorlanabileceğini, neleri kabullenebileceğimizi görmek herkeste acı uyandırıyor sanırım. 

Roman 1984 daha önce İngilizce aslından dilimize çevrildi. Grafik roman 1984 ise Xavier Costa’un yorumu ile Fransızca’dan dilimize çevrildi. Sizce farklı bir dilin ya da yorumun kitaba nasıl bir etkisi oldu?

Grafik roman olması ve romanın verdiği hisleri görsellerle anlatması da bu evrenselliğe katkıda bulunuyor. Altmış beşten fazla dile çevrilen bir romanın ana dilinden başka bir dilde grafik romana uyarlanmasının ve o dilden de bizim dilimize geçmesinin romanın gücünü arttırdığını, onu daha da zenginleştirdiğini düşünüyorum. 

Grafik romanı çevirirken hem orijinal metinden hem Celâl Üster çevirisinden sıkça faydalandım. “Yenisöylem”, “çiftdüşün” gibi bu kitap için yerleşmiş çevirileri hiç bozmadık. O yüzden üç dil arasında köprüler kuruldu da diyebiliriz.

Genel olarak düşünürsek, çizgi roman ya da grafik roman çevirisini diğer çeviri alanlarından farklı yapan nedir?

Benim için en büyük fark konuşmaların çevirinin çok büyük bir kısmını oluşturması. Konuşma dilini iyi oturtmak, okurun kulağına soğuk ya da yabancı değil de gerçek bir konuşma cümlesi gibi gelmesini sağlamak önemli. Çok daha dinamik bir okuma biçimi sunuyor grafik roman, hatta bazılarınca edebiyattan çok sinemaya yakın görülüyor, o yüzden ritmi bozmamaya dikkat etmek gerekiyor. Anlatının önemli bir kısmını görseller, hatta çevirinin okunacağı fontlar belirlediğinden konuşmaların da kitabın o genel havasına uyması gerekiyor. Konuşma balonları mesela, karakterin o cümleyi söylerken taşıdığı ruh hâline göre biçim değiştiriyor. Öfkelenip bağırdığını ya da karamsar düşüncelere daldığını gösteriyor balon, çeviri de bu balonlara yakışmalı.

Kültüre özgü ikon ve sembollerin bilinmesi gerekli mi? Kültürden kültüre değişen doğal seslerin (onomopethia) çevirisini nasıl yapıyorsunuz?

İkon ve sembolleri bilmek, kesinlikle gözden kaçırmamak, araştırıp bulmak gerekiyor. Bu sadece grafik kısım için geçerli değil tabii, bu semboller pekâlâ yazılı da olabilir. Yine anlatıyı çok etkiledikleri, hikâyeyi oluşturmakta belki de kilit bir detay oldukları için özen gösterilmeli.

Doğal seslerin çevirisi en çok resimli çocuk kitaplarında karşımıza çıkıyor ve her seferinde editörler arasında komik tartışmalara neden oluyor. Biz nasıl deriz, fren sesi nasıl yazılır, bu orijinal dildeki aslında bize de uyar, uymaz tabii ki, hiç öyle denir mi… Çizgi romanlar bu konuda çok yaratıcı, çevirirken aynı sesleri yazsak bile aynı havayı yakalayamıyoruz bazen. Bizdeki sesin yeni baştan düşünülmesi gerekiyor. Köpek Adam çocuk grafik roman serimizde yansıma seslerden faydalanarak bir slogan koyuyorlar genelde arka kapaklara. En son kedi sesinden çıkarak yazdıkları “purrfect” yerine “mırrteşem”i bulunca pek sevinmiştik. Eğlenceli oluyor bu tip arayışlar. Yerleşen birçok ses var, BAM, GÜM, ÇATIRT, DÜDÜÜÜT gibi. Ama bazen orijinali bozmaya gerek olmuyor. Yeni çıkan Agatha Christie grafik romanı çevirimde tren ilerlerken TAGADAM TAGADAM diye bir ses çıkarıyordu. Tren bu sesi mi çıkarır deseler bulamazdım belki ama tam da bu sesle canlanıyor sahne, onu hiç ellemedik mesela. 

Çeviri metin, orijinal metinden uzunsa kareye (panele) müdahale gerekir mi? Bu problemi nasıl çözüyorsunuz?

Bu konuya daha çevirirken dikkat etmek gerekiyor, orijinalle hemen hemen aynı sayıda kelime olmasına ya da en azından aralarında çok büyük bir fark olmamasına özen göstermek gerekiyor. Çeviri dizgiye alındıktan sonra çok uzun gelen yerler ya cümleyi toparlayarak ya da balonu büyüterek düzenleniyor. Bunun kontrolünü editör ve dizgici üstleniyor. Çevirmen olarak cümleyi bozmak istemem, cümleleri sıkıştırmayı ya da balonu büyütmeyi tercih ederim her zaman. Ama mecbur kaldığımızda cümleyi anlamını bozmadan kısaltıyoruz tabii ki. 

Bir çizgi roman serisinin sadece bir cildini çevirmek üzere elinize aldığınızda yapmanız gerekenler nedir? (Asterisk* kullanımı vb.)

Devamlılığı sağlamak. Sadece çizgi roman için değil, tüm seri eserlerde devamlılığı sağlamak, o serinin okurda karşılık bulması, saygı görmesi, kendine yer edinmesi için şart. 1984’te okurun alışık olduğu, yerleşmiş çevirileri kesinlikle bozmadık. Doğrudan Celâl Üster çevirisinden alınmış bir kısım bile var. “İki dakika nefret” için kalkıp yeni bir isim bulmaya gerek yok, bulsak da bu sadece okurun kafasını karıştırır, eserin yerini sarsar. Stephen King’den üç kitap çevirdim, üçünde de eski kitaplarına atıfta bulunuyor. Bunları kaçırmamaya çalıştım ve bir yer, lakap, çevrilmesi gereken bir terim söz konusuysa atıfta bulunduğu kitaptan zamanında yapılan çevirisini buldum. Bu, King’in sabit okurunun da göndermeyi anlaması için önemli. Çizgi roman serilerinde de çeviride ortak bir dil yakalamak, seride sık sık geçen isimlerin aynı olmasına dikkat etmek gerek.

Çizgi roman ya da grafik roman çevirmek çok emek ve zaman isteyen, ekonomik destek ve donanım gerektiren bir sanat. Emeklerinizin karşılığını alıyor musunuz?

Grafik roman çevirisi gerçekten emek ve zaman istiyor. Farklı bir okuma deneyimi sunduğundan normal çevirilerden farklı bir dikkat de gerektiriyor. Ama bu sorunun cevabını tüm eser çevirilerini dahil ederek vermek istiyorum. Yayın sektöründe çalışan ve yıllardır çevirmenlik yapan biri olarak, bu sektörde çalışan insanların emeğinin karşılığını aldığını düşünmem imkânsız. Kitap gerçekten çok özveri isteyen bir iş. Yaptığım çeviriler üzerinden hayatımı dönemlere ayırabiliyorum, varlığımın o kadar büyük bir kısmını kaplıyor ve ömründen o kadar çok zamanı alıyorlar. Çeviri ancak gerçekten sevenlerin, saygı duyanların, okumaktan ve çeviriden keyif alanların yapabileceği bir iş. Hatta iş demeyi sevmiyorum, uğraş. Ama aynı bu his yüzünden, kitap işleri biraz gönül işi olduğundan emeğimizin karşılığını almıyoruz. 

Daha çok okura, daha hakkaniyetli dağıtımcılara ve yayıncılara ihtiyacımız var. Keşke daha çok kitap okunsa, keşke kitap sadece ticari bir mal olarak görülmese, keşke kitabı kitap yapanın yazar, çevirmen, editör olduğu kabul edilse ve keşke kazanılan da bunu göz önünde bulundurarak paylaşılsa.   

1940’lı yıllar çizgi romanların kopya edildiği zamanlar. İlk çevirilerden biri, Milliyet’te Zehir Hafiye’yi (Rip Kirby) çeviren Halit Kıvanç’a ait. Zehir Hafiye ismi beğenildi ve tuttu. Oysa Belçikalı çizgi roman TinTin, TenTen olarak tuttu ama isminin çevirisi ZıpZıp tutmadı. Sizce çevirmen özgün metne ne kadar müdahale edebilir?  

Zehir Hafiye adı beni hemen çekti, Rip Kirby’den çok daha farklı ve sanırım doğru bir his uyandırıyor karaktere dair. ZıpZıp’ı hiç duymamıştım, bence iyi bir deneme olmuş ama bazen de okurların neyi seveceği belli olmuyor tabii. Biri başarısız olsa bile iki örnek de bana aynı şeyi düşündürdü. Çevirmen hikâyeyi bozmadığı, kitabın ruhunu koruduğu sürece kişi ve yer isimlerini ya da romanda tekrar eden kalıpları kendi diline, okurlarda karşılık bulacağını düşündüğü biçimde geçirebilir, hatta bunu yapmalıdır çünkü yazar, örneğin karakter özelliğini o karakterin ismiyle de vermeye çalışıyorsa çevirmen de bunu karakterin Türkçe ismine taşımalıdır. Ancak bu şekilde hikâye gerçekten başka bir dile olduğu gibi aktarılabilir. Asteriks çizgi romanlarında köyün yaşlısının adını Eskitopraks diye çevirmişler, gerçekten yerinde ve insanı güldüren bir çeviri, okur için okumayı daha keyifli hâle getirdiği kesin. 

Bir çizgi roman ya da grafik roman çevirmenine tavsiyeleriniz ne olabilir?

Roman çevirmenlerine tavsiyemle aynısı sanırım, okumak. Örneklere bakmak. Açıkçası çeviri işlerini almadan önce pek grafik roman okuru değildim. Karşıma çıkıp denk gelirse okurdum. Ama ilk grafik roman çevirim olan Agatha Christie’den önce hem internetten hem kitapçılardan birçok grafik, çizgi roman, manga inceledim. Gerçekten her biri kendi içinde başka dünya ama genel bir konuşma dili de var grafik romanların, o yüzden okumak ilk adımları olmalı. Metinler kısa olduğundan ve hikâye hızlı aktığından grafik roman çevirisi çok eğlenceli, kafanda sürekli karakterin ağzıyla konuşmak çok keyifli. Tadını çıkaralım.

Gökçe Yavaş Kimdir? 

Gökçe Yavaş, lise öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamlamasının ardından İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Tasarım eğitimi aldı. 2014’te yayıncılık sektörüne atıldı ve yazarları arasında Émile Durkheim, Jean Stafford ve Stephen King de olan yirmiden fazla kitabın çevirisini üstlendi. Altın Kitaplar’da telif haklarıyla ilgileniyor ve çevirmen olarak çalışmalarına devam ediyor.

Diğer Çevirmenler kategorisi içeriklerini okumak için tıklayın.