Bookinton

Çocuk edebiyatının gülümseten ustası Behiç Ak, tiyatro oyunları ve karikatürleriyle de modern yaşamın dar kalıplarını aşmak için hepimize ilham fısıldıyor. Bookinton Nisan ayı yazarı olarak belirlediğimiz Behiç Ak’ı onu en yakından tanıyan isimlerden Günışığı Kitaplığı kurucularından biri olan Müren Beykan anlatıyor.  

Müren Beykan

“Ah sevgili okurlar… Biz yazarların çevreden etkilenmelere öyle çok ihtiyacı var ki… Tesadüfler, beklenmedik olaylar, hesapta olmayan tipler, aniden kişilik değiştiren kahramanlar olmazsa, yazdıklarımızın tadı tuzu kaçar…”

Yazar olarak kendini de kattığı çocuk romanı Altı Kırk Dört Dalgası’nda (2020) böyle der Behiç Ak. Arkadaşım, dostum, düşünür Behiç Ak, rastlantısallığın güzelliğine hayran, kalıpların daraltıcılığından rahatsız, tüketime tapmanın gezegeni yok oluşa sürüklemesinden ciddi kaygılı, Boğaziçi vapurlarını ve kedileri çok seven, toplumsal yaşamda saygılı, sevgili olunmaktan başkasını kabullenmeyen bir sanatçı. İnsana, canlılara eşit yaşam hakkı tanıyan bir dünyanın hayalini paylaşan, gezegenimizin geleceğine, insan ilişkilerine kafa yoran, yeni bir dünyanın olabilirliğine inanan bir modern zaman düşünürü. Gezmek gezmek gezmek, okumak okumak okumak, sohbet etmek, gözlemlemek ve yürürken düşünmek, hep düşünmek… Behiç Ak’ın yaşam biçimi.

“Öykü bitti, artık yazılan her şey anlatı kıvamında…

“Öykü bitti, artık yazılan her şey anlatı kıvamında…” diyen Ak, bir söyleşide şöyle anlatmıştı: 50-60 yıl önce edebiyat, daha çok hayatın içinden çıkan bir şeydi. Diğer kitaplara ya da kültürel sembollere referans verilerek yazılan kitaplar değil de olayların içinden çıkan edebiyatçılar vardı. Wilde, Hemingway, Gogol ve Dostoyevski böyle yazarlardı. Dostoyevski kumarbaz olduğu için Kumarbaz romanını yazıyordu. Orwell, Burmada polis olarak görev yaptığı için Burma Günleri’ni yazmıştı. Gerçek dünyayla edebiyatçı arasında örtüşme vardı. Bu durum zamanla değişime uğradı. Bugün, yazarın ve kurgunun önde olduğu bir edebiyat var. […] Yazarlar da içe kapandı. Masadan kalkmayan, evlerin içinde yaşayan ve dışarıdan çok daha az beslenen insanlar haline dönüştüler. Edebiyatın dışında tiyatroda da görülüyor bu. Örneğin, tiyatroda anlatı öne çıktı. Yazar bir hikâye yazmaktan çok, anlatıya yüklenmeye başladı. Böylece anlatı, hikâyenin yerini aldı. Çünkü bunu masada tek başına otururken yazmak daha kolaydır. […] Yazarın daha az maceralı bir hayatı var artık. Kendini edebî ve teorik metinlerden besleyen bir yazar tipi oluştu. Hayat deneyimlerinden beslenen yazar tipi ise yavaş yavaş ortadan kalkıyor.”

Evet, yazarlar değişse de Behiç Ak sokakta gündeliğin içindeki, sıradandaki öyküyü, mizahı aramayı sürdürüyor. Çocukluk yıllarından bu yana çocuksu sevincini taşıyagelmiş, özellikle çocuklar için yazdığı kitaplara yansıtmıştır. Fazla mı iyimserdir, fazla mı fantastiktir yaşamın hoyratlığı karşısında? Hem evet hem hayır. Onunki yarına inancının, çocukluğa hayranlığının, çocuklara güveninin yansımasıdır. Bazen düpedüz fantazyadır yazdıkları, çizdikleri, ama çokça da sosyo-politik gerçeklerdir.

Mimar, karikatürist, oyun yazarı, senarist, yönetmen

2019 yılında Ankara’da Çankaya Belediyesi’nin, Türkiye’nin önemli kültür insanlarından olduğunu vurgulayarak, Zülfü Livaneli Kültür Merkezi’nde eserlerinden örnekler sergilediği sanatçının üniversitede mimarlık okuduğu, edebiyat çevrelerinde belki az bilinir. Oysa, TMMOB Mimarlar Odası’nın kültürel işlerine her zaman el vermiş, 2012’de oyunları, yazıp çizdikleri, çevre ve mimarlık konularındaki kararlı duruşu nedeniyle ödüllendirilmiştir. (Mimarlar Odası Mimarlığa Katkı Ödülü)

Onu öncelikle, günlük hayatın basbayağı politik olduğu gerçeğini yansıtan Kim Kime Dum Duma bant karikatürleriyle tanırız çoğumuz. 1982’den bu yana 40 yılı aşkın süredir karikatür çizmekte Behiç Ak. Günlük yaşamlarımızdaki normallerin saçmalığını anlatır, kural dışı bakışla kuralı eleştirir, denemeyeni der, şaşırtır, gülümsetir ama Demokles’in kılıcını da işaret eder hep. Son yıllarda dijital olarak da yayımladığı bu benzersiz karikatür birikimi, daha geniş kesimlere ulaşıyor artık. Kentsel mekânın olumsuz dönüşümü, kamusal alanın talanı, çarpık siyasetin sıradan yaşamlarımızı derinden hırpalaması, düşünmeden yaşayagelmelerimiz, adamsendeciliklerimiz, birbirimize sahteciliklerimiz aynadan yansırcasına dikilir karşımıza o karikatürlerde. Ama umutsuzluk, yıkım, kahredici pişmanlıklara teslimiyet değil, “dönüş mümkün” mesajı, aşma niyetinin gücüne güven mesajı yansır onlardan.

Öte yandan tiyatro sevdalısı bir tiyatro yazarıdır Behiç Ak. Yayımlanmış 10 dolayında oyunundan Ayrılık, Bina, Tek Kişilik Şehir ve Fay Hattı ilk sıralarda sayılır. Saçma tiyatronun ülkemizdeki temsilcisi olduğu gibi sanatın tırpanlandığı yıllarda hep en büyük darbeyi alan tiyatro sanatının da en tutkulu destekçisi olagelmiştir. Çeşitli tiyatro gruplarınca sahnelenen, ödüller alan oyunları, yurt dışında da ilgi görüyor ve sahneleniyor. Özellikle, deprem tehlikesini, en çok da önlemlerin niteliğini düşündüren Fay Hattı, Berlin, Münih, Stuttgart, New York, Atina, Zürih, Antwerp, Amsterdam, Nicosia’da da defalarca seyirci karşısına çıktı.

Çok sonra yazacağı Berberdeki Papağan (2022) adlı çocuk kitabında,“Tiyatro da ciddi bir faaliyettir, efendim… Hem de hiç ummadığınız kadar. Hayatın gizlediği gerçekleri sahneye taşıyarak görmemizi sağlar,” der çocuklara. Ve ta 1994’te, tiyatro kadar sinemaya da emek verdiği yıllarda, sanatın gerçekleri yansıtmasından şiddetle rahatsızlık duyulduğu zamanlarda, Türkiye’nin ilk sansür belgeseli Türk Sinemasında Sansürün Tarihi – Siyah Perde’yi yazan ve yöneten de Behiç Ak olur. Yapımcılığını Atıf Yılmaz’ın yaptığı bu benzersiz çalışması, aynı yıl Ankara Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü’nü kazanır. Sansürün sadece sanatta değil yaşamlarımızın her alanında normalleştirildiği günümüzde bu belgeseli yeniden çekmek gerek, Siyah Perde’yi de tekrar tekrar izleyerek.

Ve çocuk kitapları…

1981’den başlayarak bambaşka bir alana yönelir Behiç Ak, çocuklar için öyküler yazıp resimlemeye başlar; “çocukluğun deneyimsizliğine ihtiyacımız olduğunu” söyler. İlk resimli öyküsü Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı, Türkiye’de değil Japonya’da yayımlanabilir. Tansiyon hastası komşusunun bahçede uyuklarken çocuklarının onun gövdesine tırmanması, orada oyunlar oynaması Behiç Ak’ı etkiler. Görkemli bir ağaçla çocukların dostluğunu, hüznün de karıştığı bir öyküde görselleştirir. Çınar ağacını kutsal kabul eden Japonlar öyküye ve desenlerine bayılırlar. Ne ki kendi ülkesinde kitabın keşfedilmesi epey zaman alır ve ancak 1993’te yayımlanabilir.

Sanatçı, resimli öyküler yazıp çizmeye tutkuyla giderek bağlanır ve 1990’lı yıllarda onlarca kitap yayımlar. Sözsüz bir kitap olan Doğum Günü Hediyesi (1993), Gökdelene Giren Bulut (1994) ve ardından en verimli yıllarından 1997’de peş peşe hazırladığı BilyelerKaradenizdeki YunusBüyükannem ve Miyop Ejderha; çocukları doğrudan felsefeyle buluşturanBen Ne Zaman Doğdum, Benim Bir Karışım ve Bizim Tombiş Taştan Hiç Anlamıyor adlı kitapları raflara çıkar. Yetişkinlere çocuklarla birlikte okuma olanağı sunan bu kitaplar, ona göre önemli bir entelektüel ilişkinin başlangıcıdır. Bu kitapları, çok sevilen Rüzgârın Üzerindeki Şehir (2003) ile Kedi Adası’nı (2003) 2007’de Uyurgezer Fil izler. 

Behiç Ak aynı yıllarda yetişkinlere de yazmaya zaman ayırmıştır. Öykü kitabı Yıldızların Tembelliği (2000), yazarı gibi, “sakin, kendi halinde akıp gider… sıradanlığın hikâyeleridir bunlar. Her öykü bir öncekinden daha komik ve absürd’dür.”Daha sonra yazdığı romansa, aynı şehrin farklı yıllardaki sakinleri bir dede, oğul ve torunun değişen kentteki yaşamlarını anlatır: Uyku Şehir (2008).

Günışığı Kitaplığı

2008 yılında Behiç Ak’ın yolu Günışığı Kitaplığı’yla kesiştiğinde çocuk edebiyatının bir dönüm noktasında olduğumuzun farkındaydık. O tarihten sonra Behiç Ak, resimli öykülerin dünyasından daha metinli öykülere ve giderek romanlara doğru kararlı bir adım attı. Mizahla harmanlanmış güçlü öykülerindeki anti-terbiyeci anlatımını her kitapta bileyerek ülkemiz çocuk edebiyatında geniş bir koleksiyon oluşturdu. Milyonlarca okura ulaştı. 

2008’de, tüketim çılgınlığımızı eleştiren Güneşi Bile Tamir Eden Adam yayımlandığında, yıllar içinde 800 bin adet satılacağını, hemen peşinden raflara çıkan Alaaddin’in Geveze Su Boruları’nın da onun kadar sevileceğini doğrusu kendisi de tahmin etmemişti. “Gülümseten Öyküler” dizisi başlığı altında toplanan bu yeni kitaplar, Behiç Ak’ın hızla tanınmasına, geçmişte bin bir emekle hazırladığı resimli öykülerinin de tekrar keşfedilmesine yol açtı. 8-10 yaş grubuna, her birinde farklı sosyal meseleleri mizahla irdeleyen Gülümsetenler’in bazısı Almanya’da ve Çin’de de yayımlandı. 

Behiç Ak, çocuk romanlarını yazmaya başladığında 11 kitaba ulaşacağının hesabını yapmamıştı. İlk kitap, sosyal paylaşım sitelerinin sözlü ve yazılı iletişimimizi farklılaştırmasını, tüketme hızımızı tiye alan Yaşasın Ç Harfi Kardeşliği! 2013’te raflara çıktığında, hemen o yıl Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği (ÇGYD) tarafından Yılın Çocuk Romanı Ödülü’ne, ertesi yıl da Ankara Üniversitesi’nin Çocuk ve Gençlik Merkezi’nin (ÇOGEM) Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Roman Ödülü’ne değer görüldü. 500 bin kopyadan fazla satılan bu kitabını izleyen Postayla Gelen Deniz Kabuğu (2014) da benzer bir ilgiyle karşılandı. Anı yaşamak yerine, o anı teknolojik araçlarla kaydedip arşivlemenin tuhaflığını anlatan bu romanın ardından, Bebek Annem, Her Şeyi Yanlış Anlayan KediÇatıdaki GezegenHavada Asılı Kalan Top ve ötekiler geldi. Peş peşe her yıl gelen romanların on birincisi Berberdeki Papağan (2022) oldu. Her birinde, farklı sosyal çevrelerde yaşayan, farklı toplumsal sorunlarla karşılaşan, farklı meselelere kafa yoran çocuk kahramanları yazdı.

Perulu yazar Llosa, 2010’daki unutulmaz Nobel Edebiyat Ödülü Konuşması’nda (çev. Celâl Üster) edebiyatı şöyle ifade etmişti: Edebiyat, birbirlerinden çok farklı insanlar arasında bir kardeşlik duygusu uyandırır ve cehalet, ideolojiler, dinler, diller ve ahmaklığın kadınlarla erkekler arasına diktiği duvarları gölgede bırakır.” İşte bu şahane tanımlama, edebiyata aşkımızı şahane özetliyor.

Onlarca yıldır çocuklara yazdıklarını ilk okuma şansı bulduğum Behiç Ak’ın da yazdığı edebî hikâyeler, anlatım üslubu ve düşündürmek istedikleriyle tam da bu noktada durduğunu düşünürüm. Her yaştan okuru ve takipçisi olmasının nedeni de budur kanımca. Onun kahramanları asla cinsiyetçilik üzerine kurulmamıştır, asla ayrımcılık gütmeyen, doğrunun peşinde sıcak tiplerdir. Tıpkı karikatürlerindeki gibi, yalın ama katmanlı bir dünya kurarken, okuruna ayna tutan bu kitaplarda hiç mi olumsuzluk yoktur? Elbette vardır ama çocuk gerçekliği içinde çerçevelenmişlerdir, geleceğe dair umut verirler; karamsarlık etkisi yaratmazlar asla.

Yine Altı Kırk Dört Dalgası’nda şöyle der Behiç Ak: “Yazarlar, kahramanlarının ne yapması gerektiğini baştan sona en ince ayrıntısına kadar tasarlamaz. Onlara özgürlük alanları bırakmaları gerekir. Etraflarına kalın duvarlar çekip, kapıları kapatıp, hareketlerini engelleyemezler. Bir kere bu, Edebi Karakter Hakları Evrensel Sözleşmesi’ne aykırıdır. Yoksa, hikâyedeki karakterler yazarın sınırları dışına çıkamayan robotlara dönüşür. Kişilikleri giderek yok olur. Daha da kötüsü, hepsi tıpatıp yazara benzerler. Onun gibi düşünür, onun gibi konuşurlar…” Behiç Ak’ın kitaplarını anlamak için bunu bilmek iyidir.

Çocuklar için karikatür ve belgesel

40 yıllık karikatür birikiminden çocuklar için seçtiklerini de Karikatür Kitabı ve 2 olarak iki kitapta toplayan sanatçının, pek çok konudaki görüşünün yanı sıra İstanbul’a ve kedilere düşkünlüğünü anlattığı bir belgesel de çocuklara armağan sayılmalı: Behiç Ak ile Kaleminin Ucundaki Şehir. 2013 yılında İZ TV’nin hazırladığı belgesel, megakentin tarihsel ve kültürel değerleri ve bunların korunmasında tutkulu ve kararlı olunması konusunda Ak’ın ifadelerine yer verir. 

Çocukluğumuzda, sadece kütüphanelerle sınırlı olmayan, olayları gözleyip onlardan yazılı ya da sözlü öyküler oluşturabildiğimiz bir dünyanın getirdiği heyecan vardı. Şimdiki çocuklarsa megapollerde müthiş bir güvensizlik içinde evlere sıkıştı ve dışarı çıkamıyorlar. Çocuk sevmeyen şehirler oluştu…” diyor Behiç Ak ve hep çocukların yanında durup, geleceğin de hunharca tüketilmemesi için mücadele ederken, çocuk kitaplarının yarattığı değişimin gücüne işaret ediyor: Yetişkinlerle çocuklar arasındaki duvarın kaldırılması, çocukları yetişkinlerin dünyasının olumlu tecrübeleriyle zenginleştirirken, büyükleri de çocukların saf ve temiz dünyasıyla buluşturacak. Bu değişim, şehirlerde ve mahallelerdeki kamusal alanların geri gelmesini ya da yeniden üretilmesini sağlayabilir. Böyle bir paylaşım, bizleri daha gerçekçi olmaya, yani imkânsız gibi görüneni istemeye zorlayabilir.”

Her yıl, bu sefer yeni ne yazacak diye merak ettiren Behiç Ak, hiç tükenmeyen enerjisiyle de kültür yaşamımızın çok yönlü bir entelektüeli -iyi ki. 

Kaynaklar:

Diğer yazar dosyalarını ve röportajlarını okumak için buraya tıklayın.

2 Yorum

Bir Yorum Bırakın

Epostanız gözükmeyecek.