Julio Cortázar edebiyatının kilit noktası bence tam da bu: “Eğlenmek!” Edebiyatın asık yüzlü olmasını reddeden, onun pekâlâ bir eğlenme biçimi olabileceğini ispatlamak üzere kolları sıvamış bir yazar Cortázar.
Eylül Görmüş
Bookinton bana zor, zor olduğu kadar da heyecan verici bir misyon yükledi. Yazılı eserler veren birine dair bir şeyler yazmak ne kadar zor olabilirse işte o kadar zor bu yazıyı yazmak. Çünkü söz konusu kişi – Julio Cortázar – anlatı sanatının daha önce mevcudiyetinden haberdar bile olmadığımız birtakım araçlara sahip olduğunu bize gösteren bir mucit, kelimelerin pekala kokusu olabileceğini, bir öykünün basbayağı bir film gibi zihninize ışıklı görüntüler zerk edebileceğini, bir insanın harfleri kullanarak beyninizin içine dalıp sizi bir yerlere götürebileceğini ispatlamış bir büyücü.
Arjantin edebiyatının meşhur ismi, büyülü gerçekçiliğin kurucu babalarından Jorge Luis Borges, “Kimse bir Cortázar metninin olay örgüsünü anlatamaz; onun her metni belirli sözcüklerin belirli bir düzende bir araya gelmesinden oluşur. Bunları özetlemeye kalkıştığımızda, nadide bir şeyin kaybolduğunu fark ederiz,” diyor. Borges bile onu anlatmanın imkânsızlığından dem vururken, benim endişe duymamı anlaşılır karşılamak gerekir, değil mi? Ama işte tüm kaygılarım ben, huzurlarınızdayız. Kelimelerle dans eden bir insanı kelimelerle layıkıyla anlatabilecek miyim bilmem, ama iki metreye yaklaşan cismiyle müsemma, Arjantinli “dev” yazar Julio Cortázar’dan bahsetme şansını kaçıramazdım.
Zannediyorum ki her iştahlı okurun yolu, okuma serüveninin bir noktasında Cortázar ile kesişecektir ve okur, o kesişmeden sonra yolun apansız bölündüğünü, önünde daha önce hiç dikkatini çekmemiş bir sürü başka yol olduğunu şaşırarak fark edecektir. Bu şaşkınlığa bir kafa karışıklığı, hafif bir baş dönmesi ve panik de eşlik edebilir. Korkmayın. Cortázar’ın gücü tam da buradadır; kendisi sizi gerçeklikten uzaklaştırmaya gelmiştir. Perulu yazar Mario Vargas Llosa, aynı zamanda yakın arkadaşı da olan Cortázar okurken kendisine şunları sorduğunu belirtiyor, “Acaba idrak etmesi imkânsız derecede gizemli ve karmaşık bir şeyle mi karşı karşıyayım yoksa müthiş bir kafaya alma mı söz konusu? Aslında her ikisi de.”
Latin Amerika edebiyatının önemli isimlerinden biri
Arjantin asıllı ve 1914 Belçika doğumlu olan ancak hayatının önemli bir bölümünü Fransa’da geçiren ve 1984’te yine bu ülkede hayata gözlerini yuman yazar, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki Latin Amerika edebiyatı patlamasının önemli isimlerinden biri. Bir tanesi Michelangelo Antonioni ünlü Blow-Up filmiyle sinemaya da uyarlanmış yüzlerce öykü yazmış olan Cortázar, dünya edebiyatının en acayip eserlerinden birinin, bir anti-roman klasiği Seksek’in de yazarı. Tarif etmesi epey zor bir kitap olan, baştan sona veya yazarın önerdiği gibi atlayarak okunabilen bir acayip roman olan, Meksikalı yazar Carlos Fuentes tarafından “Ulysses İngilizce nesir için neyse Seksek de İspanyolca nesir için odur,” sözleriyle nitelendirilmiş Seksek’e dair söylenecek çok şey var ama izninizle sözü yine Llosa’ya devretmek isterim:
“Seksek 1963’te ilk yayımlandığında İspanyolca konuşulan dünyada deprem etkisi yarattı. Yazarlar ve okurlar olarak anlatı sanatının araçları ve amaçları hakkındaki inanış ve önyargılarımız temelinden sarsıldı ve anlatı türünün sınırları düşünülemez noktalara kadar genişledi. Seksek sayesinde, yazmanın olağanüstü bir eğlenme biçimi olduğunu, dünyanın ve dilin sırlarını çok güzel vakit geçirerek keşfetmenin mümkün olduğunu ve hayatın rasyonel bilgiye, mantıksal akla kapalı gizemli katmanlarında, kimsenin ölüm ya da delilik gibi büyük riskler almadan kafasını uzatıp bakamadığı deneyimin derinliklerinde oyun oynayarak sondaj yapılabildiğini öğrendik. Seksek’te akıl ve akılsızlık, uyku ve uyanıklık, nesnellik ve öznellik, öykü ve fantezi belirleyici özelliklerini yitiriyor, aralarındaki sınırlar ortadan kalkıyor.”
Bir eğlenme biçimi olarak edebiyat
“Eğlenmek!” işte bence Cortázar edebiyatının kilit noktası tam da bu. Edebiyatın asık yüzlü olmasını reddeden, onun pekâlâ bir eğlenme biçimi olabileceğini ispatlamak üzere kolları sıvamış bir yazar Cortázar. Eğlenceli olanın aslında edebî de olabileceğini, kahkahanın nitelikli bir kıyafet giyebileceğini, beynin derinliklerindeki tuhaflıklardan edebiyat devşirilebileceğini ispatlayan bir yazar o. Seksek romanındaki Morelli karakterine söylettiği gibi, “Edebiyat basmakalıpçılıktan ve ciddiyetten boğuluyor. Retorikten ve sıradan mekânlardan arındırıp ona yenilik, neşe, küstahlık ve özgürlük kazandırmak gerekir.”
Bu eğlence hâlini en belirgin olarak yazarın öykülerinde görmek mümkün, ki zaten külliyatının önemli bir kısmı da öykülerden müteşekkil. Öykü, malumunuz, tüketmesi görece kolay, üretmesi ise oldukça zor bir edebî türdür. Yazarın size dokunmak için çok az zamanı vardır, manevra alanı dardır, karakterlerini derinleştirme şansı azdır. Her ne kadar romana göre daha az efor ve mesai gerektirdiği için yazmaya başlayan pek çok kişi tarafından tercih edilse de, ben gerçekten iyi öykü yazabilen yazarları müstesna bir yere koymak gerektiğini düşünüyorum. İşte burada resme, “Çokyüzlü ya da muazzam bir strüktür duygusu uyandıran romanın aksine öyküyü kendi içine kapanan bir kusursuz cisim olan ‘küre’ye benzeten,” Cortázar giriyor. Çünkü Cortázar’ın öyküleri iyi değil, olağanüstü. Bu sözcüğü her iki anlamıyla da kullanıyorum: iyiden de öte ve evet, olağanın dışında, büyülü.
Cortázar’ın özellikle öykülerinde yaptığı çok acayip bir iş var: Yazar önce alıştığımız dünyayı katmanlara ayırıyor, sonra o katmanları birer birer yok etmeye girişiyor. Bilinç düzeyimizdeki her bir katmanı alıp eğiyor, büküyor. Zihninizi bir tabula rasaya dönüştürdükten sonra oraya ayakkabılarıyla dalıp, kusursuz tekniğini devreye sokuyor ve dille oynamaya başlıyor. Öykünün içine girdikten itibaren artık bir başka evrendesiniz: Cortázar’ın acayip zihninin içine hoş geldiniz. Şimdi sizin sıranız geldi. Kendinizi bırakın, gerçeklikle ilişkinizi koparın, Cortázar’ın alternatif gerçekliğine dalın, yazarın sizinle oynamasına izin verin, daha da önemlisi oyuna katılın, çünkü bu yazarın en büyük isteği duran değil, karşılık veren bir okur olmanız. Etrafınızdaki seslerin, renklerin, kokuların biçim değiştirişini izleyin, Cortázar’ın sizi dipsiz hayal gücüyle son derece saçma, komik, şaşırtıcı, narin ve bilge bir başka dünyaya götürmesine müsaade edin. Soru sormayın; hıçkırdıkça ağzından tavşan doğuran adamın öyküsünü, bir çorba kasesine 27 tane hırka sığdırmanın yöntemlerini, haftalarca duran trafikte kaldıkları için arabalarında kendilerine alternatif bir hayat kuran insanların ilişkilerini, kedilerin aslında telefon olduklarını keşfeden adamın şaşkınlığını dinleyin; havada uçuşan, ıslak, küçük, yeşil, komik, dost canlısı varlıkla olan kronoplarla tanışın. Tamamen ayıkken hipnotize edilmenin, bütünüyle kendinizdeyken halüsinatif bir şeyler almış gibi hissetmenin hazzına varın.
Cortázar okumanın tek kötü yanının okumayı bitirmek olduğunu da söylemeli belki. Zira sizi götürdüğü sürreal yerlerden sonra geri döndüğünüz dünya size çok yavan ve çok sıkıcı gelebilir. Ama yeryüzünde çok az sayıda bulunan, aklın başka türlü işlediği bir yere gidebilmiş olmanın keyfinin sizinle uzun süre kalacağını garanti edebilirim.
Ne zaman Cortázar’dan söz etsem, aklıma Pablo Neruda’nın şu sözleri gelir. Bu büyük yazarı ve bize armağan ettiği acayip deneyimi daha iyi tarif etmenin mümkün olduğunu düşünmediğim için, bu yazıyı Neruda’nın sözleriyle bitirmek istiyorum: “Cortázar okumamış insan bir kader kurbanıdır. Eserlerini okumamak korkunç sonuçları olan, sinsi ve ölümcül bir hastalıktır. Hiç şeftali yememiş bir insanın durumu gibi. Kişi yavaş yavaş mutsuzlaşır… Ve büyük bir ihtimalle azar azar saçları dökülür.”
Çok sevgili Cortázar, iyi ki bu dünyadan geçmişsin.
Diğer yazar konulu içerikler için tıklayın.
Zeynep Mercan Demir
Hiç Cortazar okumadım ama öyle güzel ve lezzetli anlatmışsınız ki şu an bu eksiğimi kapatmak üzere hemen harekete geçiyorum. Elinize sağlık. ?